FOLKLOR

Folklor, "yazısız veya köylü toplumların oluşturduğu maddi olmayan kültürel yaratıların tümü" olarak tanımlanıyor. Bu yaratılar, "inançları, âyinleri, masalları, söylenceleri, bayram geleneklerini ve kültleri kapsar.
Folklor aynı zamanda, eski, sürekli ve yaygın olan halk kültürünün araştırılmasını ve incelenmesini konu alan bilim dalının adıdır.
Hiçbir aydın kişinin öğretmediği, halkın kendi toplumsal değer yargılarıyla beğenip benimsediği ve sakladığı "halk öyküleri", "masallar", "söylence ve söylentiler", "alkışlar ve kargışlar", "atasözleri ve deyimler", "görenek ve gelenekler", "giysi ve takılar", "halk oyunları", "çocuk oyunları", "halk takvimi", "türküler / uzun havalar / maniler / koçaklamalar", "bulmaca ve bilmeceler" gibi uzun zamanlardan beri yaşayan kültür varlıkları, folklorun (halkbilim) araştırma, inceleme alanları içine girer.
Bir yörede yerleşmiş toplumun bir arada kalabilmesini sağlayan nedenlerin başında, o toplumun bireylerini bir arada tutan ortak değer yargıları gelir. Bu ortak değer yargılarının içeriğinde, toplumun kendince önemli saydığı konular, gelenek ve görenekler, söylence (efsâne) ve söylentiler (rivayet), ortak nitelik kazanmış davranış biçemleri, giyim-kuşam... o toplumun önemli yaşam olayları karşısında gösterdiği ortak tepkiler bulunur. Başka yaklaşımla, bir toplumun folklor açısından incelenmesi, o yörede ve o toplumda tarihsel süreçte egemen olan yaşam biçemiyle üretim ilişkilerinin altyapı ve üstyapı kurumlarını açığa çıkarır; o toplumun zamanla dış yaşam koşullarından ne denli etkilendiğini ele verir.
Bursa İli, kapsadığı coğrafya ve içerdiği toplumsal mozaik dolayısıyla, oldukça zengin, çeşitli ve ilginç folklor kaynaklarına sahip bir yöredir. Bilinen tarihin hemen her döneminde ileri uygarlıkların etkisi altında kalan bu coğrafyada, folkloru tek kaynaklı saymak (örneğin "Kılıç-Kalkan Oyunlunun salt Orta Asya kökenli olduğunu savlamak), pek da doğru olmayan ve yanıltıcı sonuçlara varmayı kaçınılmaz kılan bir yaklaşımdır.
Bursa kenti ve çevresinde toplumsal yapının, 1960'lı yıllardan başlayarak hızla sanayileşmesi sonucu, iç ve dış göç olaylarıyla önemli ölçüde değişime uğradığı bilinen bir gerçektir. Bursa ve çevresi, göç nedeniyle gelenek ve göreneklerini birlikte getirmelerine karşın, yaşam biçemlerini büyük ölçüde değiştirmek zorunda kalan bireyler ve bunların oluşturduğu ailelerle giderek kalabalıklaşmaktadır. Dolayısıyla Bursa ve yakın çevresinde, gelecekte ve hatta günümüzde bile, "aynı" ve "az katkılı" folklorik öğelerin varlığından söz edebilmek olanağı bulunamayacaktır, bulunamaz. Bursa ve yakın çevresinde, artık eski ramazanları, bayramları, düğün geleneklerini, toplu eğlenceleri, gelenek ve görenekleri, inanç ve boşinanları (dağ köyleri dışında) eski saf haliyle bulabilmek artık olanaksızdır. Yaşamın pratikliği ve hızlılığı, o eski folklorik değerleri tarihin derinliklerine doğru çekmeye başlamıştır. Gerçi Bursa Kültür Sanat ve Turizm Vakfı, Bursa Araştırmaları Vakfı ve bunlar gibi bazı özel kuruluş ve dernekler, kaybolmaya yüz tutan folklor değerlerini yeniden canlandırmaya ve yaşatmaya çalışmaktadırlar. Ancak eski folklor değerleri, yine de çoğunluğuyla, toplumun ve bireyin yaşam alanı dışına çıkma sürecine girmiş bulunmaktadır.
Yörede etkili olmuş veya olagelen folklor öğeleri, konularına göre şöyle sıralanabilir:
1- Çeşitli söylenceler.
2- Mitolojik kaynaklardan yansıyan öyküler.
3- Gelenekler, görenekler.
4- Boşinanlar.
5- Yöresel dil özellikleri, deyimler ve atasözleri, tekerlemeler.
6- Halk müziği, halk oyunları.
7- Giyim-kuşam ve beslenme özellikleri.
8- Geleneksel el sanatları.

Çeşitli söylenceler

Cennet Bursa söylencesi
Bu söylenceyi Eflatun Cem Güney derleyerek Yapı Kredi Bankası Bursa adlı yapıtta şöyle aktarmaktadır:
"Vaktiyle her Süleyman'dan içeri bir Hazreti Süleyman varmış; akımda peygamberlik nuru yanar, başında hükümdarlık tacı parlarmış. Tanrı ona 'mühr-ü Süleyman' derler tılsımlı bir mühür ihsan etmiş; bu sayede dağa taşa hükmeder, kurda kuşa sözü geçermiş... Oturduğu taht dersen, ne altın ne fildişi, ya cin ya peri işi bir tahtırevanmış. Böylece dünyanın dört bir yanını dolanır, ağlayanla ağlar, gülenle gülermiş. Günlerden bir gün tahtına kurulur, sağ yanına sağ vezirini, sol yanına sol vezirini alıp havalanır göklere... Dağlar eğim eğim eğilir, yollar erim erim erir; bir göz yumup açıncaya kadar, gelir dağların dağı Uludağ'ın bir tepeciğine iner. Bakar ki, ne baksın: Bu dağın bir kanadı ses, bir kanadı renk, bir kanadı su, bir kanadı ışık!
Hazreti Süleyman, 'Yaratan neler yaratıyor' der, parmağı ağzında kalır. Neden sonra kendine gelip sağına döner, sağ vezirine:
'A benim vezirim, sen çok gezdin, çok gördün; şimdi dünya gözüyle bakınca bu yerleri nasıl görüyorsun?' diye sorar
Sağ vezir de ağız dilden cevap verip:
'Ey benim sultanım, efendim. Tanrı her güzelliği buraya vermiş; ama bunları görüp duyacak, derleyip koklayacak biri olmadıktan sonra neye yarar' deyince, Hazreti Süleyman bu söze mührünü basar.
Sonra sola dönüp, sol vezirine:
'A benim vezirim, sen çok yaşadın, çok bilirsin. Dünyada bu güzelliklerden üstün bir güzellik daha var mı?' diye sorar.
Sol vezir de aynı dilden cevap eyleyip:
'Var sultanım, var! Öyle ya, dal dal ötüşen kuşların sesi güzeldir amma, gönül yaylasını saran insan sesi daha güzeldir. Burcu burcu kokan güller güzeldir ama, hiçbiri gül yanaklar gibi domur domur açılamaz. Şu uçsuz bucaksız mavi su güzeldir ama, bir damla gözyaşının yanan yüreklere verdiği ferahlığı veremez. Şu pırıl pırıl gökyüzü güzeldir ama, hiçbiri ayın ondördü sultan gibi, ay ile bahsedip gün ile doğamaz.' Deyip kesince, Hazreti Süleyman bu söze de mührünü basar.
Sonra sözü kendi alıp:
'Ey benim vezirlerim, ikiniz de ağzı öpülecek adamlarsınız; bu yerlerin bir insan eksiği var. Dediğiniz gibi bu güzellikleri görüp duyacak biri olsaydı, ya dile getirir ya tele getirir de, böyle kaybolup gitmezdi, bu bir. Üstelik bunlara, her güzellikten üstün bir de insan güzelliği katılırdı, bu iki. Şimdi siz de benim bu sözüme bir meni korsanız, şu yaylaları yurt edinelim, bir saray yaptıralım, köşkü beraber, içinde bahçesi suyu beraber... Bu saraya güzeller güzeli Belkıs'ın tahtını kuralım, bu bahçeye de dilediği gülü bülbülü konduralım, ve lâkin anahtarı bende kalsın.'
Vezir vüzerâsı mim koymaya kalmaz, dağ taş dile gelip 'Belkıs, Belkıs!' diye inim inim inler...
Hazreti Süleyman o saatten tezi yok, perilerini başına toplayıp konuşacak olur; ama perilerden bir peri niyetini gözünden okuyup, ağızsız dilsiz anlatır ona:
'Ya Süleyman! Can kavmi derler bir kavim, vaktiyle buralara bir şehir kurmuştu ama, Cin kavmi dedikleri kavim de bu şehre göz koymuştu. Bin yıl dövüştüler durdular ya, sonu ne onlara kaldı, ne bunlara. Tufan gelip sular altında bıraktı şehri. İşte bu dağın eteğinde gördüğün göller göl değil, o tufanda göllenip kalmış sudur. O şehir de, sözüm ona bu göllerden birinin altında yatıp duruyor' deyince, Hazreki Süleyman mühr-ü Süleyman'ı basar; vezir vüzerâsı da bir mim kor bu söze...
Bunun üzerine su perileri sulara dalar, gölleri boşaltıp Can Şehri'ni ortaya çıkarırlar. Dağ perileri de dağlara tırmanır, getirecekleri kadar getirip, mermer taş mermer direk bir saray kurarlar köşkü beraber, bahçesi, suyu beraber.
Periler bu hayhayda iken Hazreti Süleyman kuşun kanadıyla dört yana haberler gönderip, cümle elâ gözlüleri buyur eder. Nerde var nerde yok, elâ gözlüler de gelir, bu şehre yerleşir; Belkıs sultan da varıp sarayına, tahtına kurulur; şehir de şehir olur, saray da saray.
Sağ vezir, bunu sağ gözüyle görür, 'Cennet burası' der.
Meğer sol vezirin kulağı biraz ağırmış, 'Cennet Bursa' anlamasın mı? O gün bu gün, bu şehrin adı Bursa kalır.
Köşkün anahtarı kendisinde ya, Hazreti Süleyman da yılda bir olsun, felekten bugün çalıp Bursa'ya gelir; Belkıs sultanla murat alıp murat verirler...
Eh! Fâni dünya kime kalmış ki, onlara kalsın? Ömürlerini yakalarına dikmediler ya! Bir gün ikisi de bahtını yellere, tahtını ellere bırakıp bu dünyadan göçüp giderler. Ama gel zaman git saman, Bursa, Bursa olarak kalır."

Bursa'nın kuruluş söylencesi:
Kartacalı ünlü komutan, bilim ve devlet adamı Hannibal (b. bak.), bütün çağlamı en büyük strateji ve taktik ustalarından biri olarak kabul edilir. Kartacalı komutan Hamilkar Barka'nın oğludur. Babası, onu derin bir Roma düşmanlığı duygusuyla yetiştirmişti. Daha dokuz yaşında iken, babasının yanında Ispanya'daki savaşlara katılmıştı. Babasının ölümü üzerine, kayınbiraderi Hasdrubal'ın yanında yer aldı, onun öldürülmesi üzerine "şef ilân edildi.
Ancak Kartaca Kartalı sanıyla ün yapması ve üst üste kazandığı zaferler, Roma'yı çökertmesine yetmeyecek ve İÖ 202'den itibaren Hannibal için yenilgiler dönemi başlayacaktır.
Ve o artık bir kaçaktır. Önce ÎÖ 196'da Tir'e, oradan da Suriye'ye sığınmak zorunda kalır. Ne var ki Roma peşini bırakmaz. Roma ile Suriye arasında savaş çıkar onun yüzünden. Hannibal yine yollara düşer, önce Girit adasına, ardından Bithynia Kralı Purusias I'e (salt. ÎÖ 228 - 182) sığınmak zorunda kalır.
Prusias, bu ünlü komutana konukseverlikle davranır. Belki de onun askeri dehâsından yararlanmayı umar. Yurt kurup yerleşmesi için, Hannibal'a, Olympos'un (Uludağ) kuzey eteklerinde yer gösterir. Söylenceye göre, askerlikteki büyük ustalığı yanında yetenekli bir mimar da olan Hannibal burada kurduğu kente Prusias I'in adım verir. Prusa (Bursa) böylelikle kurulur.

Bir başka söylenceye göreyse Prusias I, üstün askeri yeteneklerini hizmetine sunan Hannibal'in yardımlarıyla, Olympos Mysios'un (Uludağ) kuzey eteklerinde ve Odrys (Nilüfer) çayının kıyısında kurulu antik Atussa kentini savaşla ele geçirerek yerle bir eder. Hannibal, işte bu antik yıkıntının üzerinde çağına göre modern bir kent olan Prusa'yı kurar (Bak. PRUSİAS ve HANNİBAL).

Abdülvahap Sancaktan (Abdullah Dede) söylencesi:
Abdülvahap Sancaktârî'yle ilgili olarak İznik'te kuşaktan kuşağa, dilden dile söylenegelen bu söylenceyi, İznik (Nicea) adlı yapıtında Erdoğan Savaş şöyle aktarıyor:
"717- 740 yıllarında İslâm orduları Anadolu'ya gelip İslâmiyeti yayarken, ordunun başında cesur bir sancaktar bulunmakta idi. Kendisi gayit iyi ata binen ve mâhirâne kılıç kullanan yakışıklı bir gençti.
Üsküdar'a kadar gelen İslâm orduları birkaç kere İznik'i kuşatmışlardı. Kuşatma sırasında genç sancaktar Abdülvahap büyük yararlıklar göstermiş ve bu arada gönlünü genç bir Rum kızına kaptırmıştı. İznik surlarının Hotoz burcu, Rum kızları tarafından müdafaa edilmekte idi. Sancaktarı, Kızlar burcunu müdafaa eden sevgilisi Rum kızı ile uzun müddet sevişti. Sevgilisi, her defasında kendisine 'Kaleyi alırsan beni de alırsın' diye bağırmıştır. Genç sancaktar sevgilisine kavuşamadan bir düşman oku ile yaralanmış ve hücum eden tekfurlar tarafından başı uçurulmuştur. Buna rağmen kılıç sallamakta devam eden Sancaktarî'ye bir arkadaşının 'Bre Abdullah, başını unuttun' demesi üzerine, Sancaktan geri dönmüş ve başını koltuğuna alarak yedi adımda bugün yattığı tepeye çıkıp kendini defnetmiştir. Türkler îznik'i zaptedince. din uğruna şehit olan Abdülvahap için bir mezar inşa etmişlerdir. Mezarının bulunduğu tepe, Yeşil iznik'e ve Mavi Göl'e hakim vaziyettedir. Gelen ziyaretçiler mezarına bayrak asarlar ve adak adarlar."

Karagöz söylencesi
Bak. KARAGÖZ SÖYLENCESİ

Çekirge Sultan söylencesi
Bak. ÇEKİRGE SULTAN

Kaplıcalara ve hamamlara ilişkin söylenceler

BURSA'DA SARI KIZIN SARI SUYU
Bursa'da kaplıcaların suları hem çok sıcak, hem çok sarı. Neden mi öyle? Sarı kızın büklüm büklüm sarı saçları, sıcak sıcak gözyaşları suya karışmış da ondan.
Kim bilir kaç yıl, kaç yüzyıl geçti aradan? Belki Bursa'dan da eski bir tarihte, Uludağ'ın şu ya da bu yamacındaki yeşilliklere gömülmüş bir kulübecik, içinde de bir koca karı, bir de koca karının sarı kızı varmış. Sarı kızın da sarı bir ineği... Bu ineğin bir memesinden süt, bir memesinden de bal akarmış. Altın saçlı, ayva tenli, yakut dudaklı sarı kız, bir gün aşağıya, sarı ineğinin yanına inmiş. Yine sütünü içip balını emecekmiş. Bu sırada derinden derine, inler gibi, dokunaklı bir ses duyulmuş:
"Sarı kız, sarı kız! Ha geldim, ha geliyorum. Ağlayarak mı geleyim, çağlayarak mı?"
Sarı kız ürpermiş. Titremiş, soğuk soğuk terler dökmüş. Koşmuş anasına, atılmış kucağına. Hüngür hüngür ağlamış, başından geçenleri bir bir anlatmış. Anası:
"Bu ses tekin değil. Var bir hikmeti. Bir daha duyarsan cevap ver, bakalım ne oluyor?"
Sarı kız akşama doğru korka korka ineğin yanına gitmiş. Etrafına bakınmış, kimsecikler yok... Derken bir gürültü, bir uğultu. Aynı ses:
"San kız, sarı kız! Ha geldim, ha geliyorum. Harlayarak mı geleyim, gürleyerek mi?"
Toplamış kendini sarı kız, "Harlayarak gel!" deyivermiş.
Sen misin bunu diyen? Kayalar çatırdamış, taşlar yarılmış. Bir su çağlamış ki köpük köpük, önünde durulmaz. Sarı kız köpüklere belenmiş, büklüm büklüm sarı saçları çözülmüş, tel tel yayılmış. Alev alevyüreciği sularda erimiş.
Sular onun saçından sarı, onun yüreğiyle sıcakmış...
İşte binlerce yıllık tarihi olan Bursa kaplıcalarının efsanesi böyle. İçerisindeki erimiş kükürt ve diğer kimyasal maddeler dolayısıyla sarı ve yaratılıştan sıcak su, şifalı sular...
Kaplıcadaki tunçtan yapılmış arslan ağzından gözyaşı misali bu kehribar suyun aktığını gören şair, bakın ne güzel söylemiş:
Her el arslanın okşar başını
Ilınmış bir yosun yalar taşını
Geçmiş dilberlerin söyler yaşını
Yıllardır dökülen sular ağzından

KARA TİMURTAŞ HAMAMI SÖYLENCESİ
Kara Timurtaş Paşa'nın adıyla anılan hamama ilişkin iki söylence aktarılır.
Birincisi şöyle:
Hamam tılsımlıymış, hiçbir masraf olmaksızın, tılsımlı bir yılan tarafından ısıtılırmış. Hamam sahibi, hamamın belli bir yerine, günün belirli bir saatinde bir tas süt bırakır ve arkasına bakmadan dönüp gidermiş. Adam bir gün Hac'ca gitmeye niyet etmiş. Hamamı oğluna bırakarak, belirli saatte , belirli bir yere bir tas süt bırakmasını, sonra arkasına bakmadan dönüp gitmesini, böylece hamamın kendi kendine ısınmaya devam edeceğini sıkı sıkıya tembih etmiş. Baba Hac'ca gidince, oğlu on gün kadar tembihini kusursuz yerine getirmiş. Ama sonunda merakını yenememiş. Günlerden bir gün, süt tasını bıraktığı yeri gizlice gözetlemeye koyulmuş. Bir zaman sonra tasın yanına bir yılan gelmiş, sütü içmeye başlamış. Oğlan eline bir taş geçirip yılanı öldürmek için atmış. Yılanın kuyruğu yaralanmış, o acıyla oğlanın üstüne saldırmış, çeşitli yerlerinden ısırmış. Sonra da yaralı kuyruğunu sürüyerek oradan uzaklaşmış. Bir süre sonra oğlan ölmüş.
Baba Hac'dan dönünce oğlunu ölmüş, hamamı da soğumuş görünce perişan olmuş. Olmuş olmasına da, sonunda hamamı kurtarmak amacıyla yine o belirli yere, belirli zamanlarda süt götürmeye ve sürekli yalvarmaya başlamış. Ama tastaki süt hep olduğu gibi dururmuş. Çok yalvarmış adam. Bu yalvarışlardan bir süre sonra yılan ortaya çıkmış ve hamamcıya, "Dostum, boşuna yalvarıp nefes tüketme. Sende o evlat acısı, bende de bu kuyruk acısı varken, biz artık dost olamayız. Var işine git ve bir daha beni rahatsız etme" demiş.

İkinci söylence de şöyle:
Hamam, külhanında sürekli yanmakta olan sihirli bir mum ile ısınırmış. Bir gün hamam sahibi hastalanmış, öleceğini anlayınca oğlunu yanına çağırıp ona vasiyetini söylemiş. Bu arada hamamın nasıl ısındığını kesinlikle merak etmemesini, külhana girmemesini öğütlemiş. Baba ölünce, oğlu hamamın yönetimini eline almış. Bir zaman hamamın ısınması aksamadan sürmüş, ta ki hamamcının oğlu merakından külhana girinceye dek... Mum sönmüş, ne yaptıysa da bir daha yanmamış. Hamam da sıcaklığını yitirmiş.

KAYNARCA HAMAMI SÖYLENCESİ
Derler ki, Kaynarca kaplıcasının asıl sahibi bir peri kızı imiş. Bazı geceler hamamda yıkananlara, ayın ondurdu gibi tılsımlı güzelliğiyle görünürmüş. Bu peri kızı, kaplıcanın çok temiz tutulmasını istermiş. Kaplıcayı pis bırakanlara asık yüzle, temiz tutanlara da güler yüzle bakarmış. îşte bu söylence yüzünden, Kaynarca kaplıcası hep çok temiz tutulurmuş.

KARA MUSTAFA HAMAMI SÖYLENCESİ
Kuşaktan kuşağa anlatılır. Kara Mustafa kaplıcasının, Kara Mustafa Sultan adındaki ak sakallı, evliya yaratılışlı bir pîr-i fâni sahibi varmış. Ve de bu kişinin ermişliğinden olacak, kaplıcada yıkanan çocuksuz kadınlar, abdest aldıktan sonra şadırvanlı sıcak su havuzuna ellerini sokup, avuçlarına ne geldiyse bakmaksızın yutarlarsa muratlarına erer, o geceden tezi yok hâmile kalırlarmış.

YENİ KAPLICA SÖYLENCESİ
Kanuni Sultan Süleyman, Yeni Kaplıca'nın yapımını veziri Rüstem Paşa'ya buyurduktan sonra, söylence o ki, temel atma sırasında Rüstem Paşa bir Arap köleyi kurban etmiş.
Gel zaman, git zaman, bu Arap kölenin kesik başı bazı geceler hamamın içinde görünmeye başlamış. Onu uzaklaştırmak için çok yol denemişler, olmamış. Sonunda, tütsü yapılınca çekilip gittiğini görmüşler. Onun için yeni Kaplıca'da hemen her gece tütsü yapılırmış.

KAYSER KIZI SÖYLENCESİ
1689 yılında Bursa'ya gelen Fransız gezgin Jean de Thevenot, gezi notlarında, Bursa'nın kaplıcaları ve bununla ilgili olarak Bursa hisarının oluşumuna ilişkin bir söylenceyi yansıtmaktadır; şöyle:
"Bursa yerlilerinin bu hisara ait bir efsanesi var, aynen naklediyorum:
Rivayete göre bütün vücudu cüzamlı bir kayser kızı varmış. Bu kızcağız tabii çok çirkinmiş, ama çirkin olduğu kadar da dini bütün bir kız olduğu için, hiçbir zaman Allah 'tan ümidini kesmemiş. Hastalığından dolayı talibi çıkmadığı için, babasının kendisini evlendiremediğine çok üzüldüğünü anlamış. Baba kalbinden bu üzüntüyü gidermek için bir çare düşünmüş. Allah'ın belki bir inayetine ereceğini umarak, sefil bir dilenci kılığıykı dünyayı dolaşmaya izin istemiş. Kendisini çok seven babacığından güç belâ izin aldıktan sonra az gitmiş, uz gitmiş, dere tepe düz gitmiş; nihayet sıkanda sözü edilen sıcak suyun aktığı yere gelmiş. Duadan yana hiçbir kusur etmediği için, hemen oracıkta ibâdetini etmiş. O sırada uyuz bir domuzun oraya gelip, işte o sıcak suya girdiğini görmüş. Birkaç gün girip çıktıktan sonra, domuzun uyuzluğundan eser kalmamış.
Cüzamlı kız bu hâli görünce, herhalde Allah'ın kendisine şifa vermek için oraya sevk etmiş olduğuna hükmedip, aynı suya kendisi de girmiş. Birkaç gün girip çıkmış. Nihayet öyle bir şifa bulmuş ki, ömründe cüzam geçilmemiş gibi tertemiz olmuş.
Allah'a şükrettikten sonra, bu memlekette oturmaya karar vermiş. Hastalıktan kurtulduğunu babasına bildirip, kendisine bir yapı kuracak adamlarla malzeme göndermesini rica etmiş. Bütün istedikleri gelince, büyük bir hisar yaptırmış. Şimdiki Bursa hisarı, işte o hisarmış."

DEREKIZIK - BAYINDIRKIZIK SÖYLENCESİ
Vaktiyle bir Bayındırkızık köyü varmış. Bir gün Güvercinli dereden taşan suların altında kalarak yok olmuş. Bu felâketin sonrasında, içine 200 litre su alacak büyüklükte bir kazan bulunmuş ve bu kazan Derekızık köyü hamamının külhanına yerleştirilmiş. Kazanla ilgili olarak anlatılagelen söylence şöyle:
Bir gün, Bayındırkızık köyüne ak sakallı bir pîr-i fâni gelmiş. Evlerden birinin kapısını çalmış. Evde, kırk güzel kız, kırk tezgâhta halı dokumaktaki. Ak sakallı pîr-i fâni kızlardan ekmek istemiş. Kızlar ekmek vermedikleri gibi, üstüne üstlük adamcağızla alay etmişler. Ak sakallı pîr-i fâni o evden üzüntüyle ayrılmış ve bir başka evin kapısını çalmış. O ev, yoksul bir ninenin eviymiş. İhtiyar, ondan da ekmek istemiş. Nine, fırına yeni ekmek sürmüşmüş. İhtiyardan oturup biraz beklemesini istemiş. Sonra onu bir güzel doyurmuş. İhtiyar, nineye hayır dualar etmiş. Sonra kalkıp gidecekken, eliyle Şahinkaya'yı işaret edip şöyle demiş:
"Şimdi gökyüzü kararacak. Tufan gibi bir yağmurla beraber, şu tepeden inecek seller köyü alıp götürecek. Onun için neyin var, neyin yok, toparla ve köyden uzaklaş iyi yürekli kadın."
Bir inekten başka hiçbir şeyi bulunmayan yoksul nine, bu sözler üzerine ineğini önüne katıp köyü terk etmiş.
Nitekim az sonra o pîr-i fâninin dediği gibi hava kararmış, müthiş bir sağanak başlamış. Şahinkaya'dan inen sel suları köyü altüst etmiş. O kırk güzel kız da 'Kızbunedi" denilen yere doğru sürüklenip orada kayıplara karışmışlar.

Mitolojik kaynaklardan yansıyan öyküler
Bak. MİTOLOJİDE BURSA.

Gelenekler, görenekler
Kız isteme, nişan, nikâh ve düğün gelenekleri  (Bak. DÜĞÜN).

Ramazan ve Bayram gelenekleri
Bak. RAMAZAN VE BAYRAM GELENEKLERİ

Boşinanlar
XIX. yüzyılın sonlarında ve XX. yüzyılın başlarında Bursa'nın merkez sancağı olduğu Hudavendigâr Vilâyeti'nde nüfusun yüzde 75'inden çoğunu Müslüman Osmanlı yurttaşları oluşturmaktaydı. Buna karşılık yaklaşık yüzde 25 dolaylarında olan gayrimüslim uyrukların önemli bölümü de Rum ve Ermeni kökenli idiler Ayaca az sayıda Yahudi, kıptî (Mısırlı) ve levantenler de bulunuyordu.
Özellikle Bursa merkezinde, temelinde islâm inanç ve geleneği varlığını duyumsattığı "Osmanlı kültürü"nün etkilerini belirgin biçimde görebilmek olanaklıydı. Osmanlı Devleti'nin ilk başkenti sayılan ve kurucusu Osman Gazi ile ardılı beş sultanın türbelerinin bulunduğu bu kent, Osmanlı kültür bireşiminin oluşum ve gelişim evrelerinde özgün bir konuma sahipti.
Bursa, kuruluş döneminde özellikle Murat II ile oğlu Mehmet I (Fatih) arasında bir iktidar savaşımı niteliğini kazanan "ümera - ulemâ - kapıkulu" çatışmalarına sahne olmuştur. Mehmet I'den sonra da Bayezit H'yle Cem Sultan'ın taht kavgası bir ara yeniden ön plana çıkmasına yol açmışsa da, Bursa, istanbul'un fethinden sonra ekonomik ve siyasal üstünlüğünü yeni başkente kaptırmıştır. Bu dönüşüm ve XVI. yüzyılın ortalarından itibaren imparatorluğu etkilemeye başlayan ekonomik sıkıntıların neden olduğu karamsarlıkla, Bursa, giderek mistisizmin ve boşinanların yaygınlık kazandığı yazgıcı bir tutum benimsemiş görünmektedir.
Bu süreç boyunca yavaş yavaş oluşarak kökleşen bazı boşinanların tümünün de İslâm kökenli ve karakterli olduğu öne sürülemez. Gerek söylencelerde, gerekse toplumca benimsenen birtakım boşinanlarda, Müslüman/Türk döneminden önce de yörede var olan bazı geleneksel tutumların etkisi olduğu yadsınamaz.
Öte yandan imparatorluğun gerileme ve çöküş sürecinde, Balkanlardan "Evlâd-ı Fatihan'ın geriye göçü yanında, Kafkasya'daki yurtlarından dinsel inançları nedeniyle kopmak zorunda kalan topluluklar, önemli bölümüyle Bursa ve çevresinde yerleştirilmişlerdir. Bunların anılarında getirdikleri gelenek, görenek, inanç ve boşinanlaıia da, yörede mistisizm ve yazgıcılığın etkileri daha ağırlaşmıştır.
Bursa, Türkiye'de sanayileşme sonucu başlayan iç göçlerden de yoğun biçimde etkilenmiştir.
Bütün bu nedenlerle Bursa ve çevresinde, yüzyıllar boyunca kendi iç devinimini sürdürerek bir bakıma özgün nitelik kazanan gelenekler, görenekler, inançlar ve boşinanların oluşması kaçınılmazdır.
Günümüzde her ne denli eski etkilerini yitirmiş bulunsa da, kökeni bir bakıma çok gerilerde olmasına ve farklı mekânlarda doğmasına karşın, bileşimini bu yörede gerçekleştirmiş birtakım ortak değer yargıları ve bunların içinde etkisini günümüzde de sürdüren birtakım boşinanlar vardır.
XX. yüzyılın ilk çeyreğinde, dinsellik ve bununla bağlantılı yaygın boşinanlar, imparatorluğun çöküş yıllarında ve savaşlar dolayısıyla oluşan karamsarlık ortamında daha da etkin konuma yükselmişti. Cumhuriyet devriminin gerçekleşmesinden sonra, laik ve bilimsel yöneliş nedeniyle, bu etki giderek törpülenmiş, ama kuşkusuz tam anlamıyla silinememiştir. I960'lı yıllarda başlayan ve 1970'lerde hızlı bir gelişim sürecine giren sanayileşme sonucu yörenin toplumsal yapısında meydana gelen dönüşümler, dinselliğin yeniden siyasallaşması ve boşinanların (her ne kadar eski güç ve nitelikleriyle değilse de) yenilenerek gündeme gelmesine yol açmış bulunmaktadır. Denilebilir ki, Bursa ve çevresinde eski boşinanlar, inandırıcı olma özelliklerini önemli ölçüde yitirmiş olsalar da; bunların, ekonomik bakımdan yeterince güçlenememiş kesimlerde, aynen veya yenilenerek etkilerini sürdürmekte oldukları bir gerçektir.
Eski metinlerden ve güncel bazı kaynaklardan derlenerek aşağıda sıralanan boşinanların çoğunluğunun, XX. yüzyıldan XXI. yüzyıla geçiş evresindeki Bursa ve çevresinde var olan toplumsal yapı özelliklerini yansıtmaktan oldukça uzaktır. Bunlardan etkilerini sürdürenler olduğu gibi (örneğin yatır ziyaretleri, mum yakmak, bez bağlamak gibi), bazıları da ya unutulmuş, ya genç kuşakların gündeminden çıkmış, ya da yerlerini yenileri almıştır.
Bursa ve çevresinde, çeşitli derleme çalışmalarıyla saptanmış boşinanlardan bazıları, değişik umut gruplarına göre şunlardır:
Evlenmek isteyen kızlar/ Murada ermek isteyen kız ve kadınlar Yakın zamanlara değin, evlenme çağı gelip de evlenememiş ya da sevdiğine kavuşamamış, muradına erememiş kız ve kadınlar, genellikle kendilerinden mucizeler beklenen "yatır"lara bel bağlamakta idiler. Kadının toplumdaki yerinin ikincil kabul edildiği dönemlerin ürünü olan bu tür davranışlardan bir bölümü, günümüzde de bazı kesimlerde etkinliğini sürdürmektedir. Bu geleneklerin başlıcaları şunlardır:
Yıldırım llçesi'nde Gökdere Bulvarı kavşağında bulunan Oyun Dedeye üç kez göbek atmak.
Özellikle sevdiğine kavuşmak isteyen kızlar için, kimseciklere görünmeden "Tezveren Sultan"ın lahdinin bulunduğu binanın duvarındaki bir oyuğa değnek sokmak, bu değneğin evleninceye veya muradına erinceye değin orada durmasını sağlamak için gözetmek.
Cuma günü sala vakti "Piremir Camisi"nin minaresine çıkarak oradan donunu atmak. Aktarımlara göre, genç kızlar aşağıda bekleşenlerin üzerine atarlarmış donlarını. Orada bekleyenlerden biri bu donu kapar ve açık artırmaya çıkarırmış. Ancak bu açık artırma sonunda, don yine sahibi tarafından alınırmış. Kızın ailesinin varsıllığına göre, açık artırma kimi zaman beş bin veya on bin kuruşa değin yükselir; elde edilen gelir Pir Emir'in cami ve türbe onarımında kullanılırmış.
Fazıl Yenisey'in 1955 basımlı Bursa Folkloru adlı yapıtında bu boşinanla ilgili şöyle bir not var: "Bursalılardan dinlediğime göre, minareden atılan donu bazan mahallenin çocukları kapıp kaçar ve bir miktar bahşiş almadan iade etme/dermiş. Bahşişi verip donunu alan kız, bundan sonra Pir Emiı'in cami yanındaki mezarına gider, ayak ucundaki mezar taşının deliğinden üç tane ufak taş parçası alıp mendiline bağlar ve evine dönermiş. Evde bu taşları bir çömleğin içine koyup üzerine su doldunır, soma bu sudan içerse kısmeti açılınnış. Murat hâsıl olup kısmet açıldıktan sonra da adak yerine getirilirmiş."
Kısmetinin açılması istenen kızlar için, cuma günü "Yeşil'de kısmet açtırmak" adı verilen bir yöntem uygulanırdı. Kısmetinin açılması istenen kız ve yakınları, türbedara bir miktar bahşiş vererek türbe içine girer, türbe kapısı üstlerine kapanır ve kızla arkadaşları içeride duâ etmeye başlarmış. Bir süre sonra, türbedar dışarıdan türbenin kapısını açarmış. Böylelikle kızın kısmetinin açılacağına inanılırmış.
"Yeşil'de kısmet açtırma'nm bir başka yöntemi de şöyle: Kısmeti açılacak kız, anahtarı ile bir asma kilit alarak Yeşil Cami'ye gidermiş. Burada, herhangi birine biraz para vererek asma kilit açtırılırsa kızın kısmetinin açılacağına inanılırmış.
Şehreküstüdeki "Pars Bey" türbesine bir cumartesi günü gün doğarken gidilerek, evlenmek isteyen kızın veya muradının olmasını isteyen kadının don, gömlek ya da başka bir iç çamaşırı lahit üzerine konulur ve duâ edilirmiş. Bu türbede, hasta olan kişilerin de cumartesi günleri ortalık ağarırken namaz kılacak olurlarsa iyileşeceklerine inanılırmış.
Yıldırım dolaylarında bulunan "Dürt Dedenin mezarının duvarına değnek sokulurmuş (Fazıl Yenisey, Bursa Folkloru'nân bu değnekler yüzünden mezarın kirpiye döndüğünü belirtiyor).
Evlenme çağındaki genç kızın kısmetinin açılması için, cuma günleri "Emir Sultan" ziyaret edilir; cami avlusundaki şadırvanın çevresinde birkaç kez dolaşılır ve çeşmelerden bir miktar su içilirmiş.
"Abdal Murat"ın mezarını ziyaret ederek delikli taşa el sürmenin de, kız veya kadının kısmetini açacağına inanılırmış.
Yine cuma günleri Süleyman Çelebi'nin mezarı ziyaret ettikten sonra "Emir Sultan"da mevlit okutup şeker dağıtılırmış. Bunun gibi, helva yapıp "Helvacı Baba "nın mezarı başında dağıtılırmış.
"Somuncu Baba"nın türbesinde namaz kılıp tespih çekmek, yerden toprak alıp yüze sürülürmüş.
"Hatırhoş Sultan"ın mezarından toprak satın almak, mezarında mum yakmak, buradaki şeftali ağacına ip bağlanırmış. Hatırhoş Sultan'ın mezarından genç kız ve kadınlardan ayrı olarak, sıtma hastalığına tutulanlar, taşınabilir veya taşınmaz mal edinmek isteyenler de bu mezardan kiremit parçası veya taş satın alır, dilekleri olunca gelirler geri bırakırlarmış...
Bursa ve çevresinde, özellikle eski Türkmen geleneklerinin etkinliğini sürdürdüğü yörelerde, evlenme çağındaki genç kızların kısmetinin açılması için uygulanan yöntemlerden bazıları da, evlenme törenlerinde görülmekte idi.
Örneğin "kına gecesi"nde gelinin duvağı, kısmeti gecikmiş kızların başına atılır; "nişan tepsisi", evlenme çağı gelmiş kızların başı üstünde açılır; böylelikle evliliğin bekar kızlara da bulaşılacağım inanılırmış.

Kırk karışması
Yeni doğan çocukların doğum günlerinin birbirlerine kırk gün yakınlıkta olması. Bu gibi çocuklar, herhangi bir yerde birbiri üzerine getirilmemeye çalışılır. Eğer böyle bir karşılaşma olursa, "kırk basması" yakılır. Bu şöyle olur:
Anneleri çocukları kucaklarına alarak ayağa kalkarlar. Çocukların ikisi de aynı yükseklikte arka arkaya getirilir, aralarına bir bardak su atılır. Eğer biri ayakta iken öteki yatar durumdaysa, o çocuğun büyümeyeceğine inanılır. Örneğin rastlantı sonucu o çocuk hastalanacak olursa, iyileştirmek için, sabah ezanı saatinde bir kadın tarafından mezarlığa götürülür. Bir başka kadın da, onu alır evine geri getirir. Daha sonra da "aydaş" [birbirine çok yakın tarihlerde doğan çocuklara "aydaş" denilir] kaynatılır. Bursa'da aydaş kaynatılması şöyle olur: Sabah gün doğmadan bahçeye bir büyük kazan konulur. Bir kadın karşıdan gelerek sorar:
- Ne yapıyorsun? Çocuğun annesi yanıt verir:
- Aydaş kaynatıyorum
Kadın bu kez,  Allah şifalar versin" eler. Bu soru, ya üç ayrı kişi tarafından sorulur, ya da bir kişi tarafından üç kez yinelenir. Sonra kırk basan çocuk kazanın içine oturtulur, yıkanmadan kurulanıp kaldırılır (Bak. AYDAŞ).

Loğusalık üzerine
Loğusa ziyaretine gelen emzikli kadın, loğusanın ayak ucuna oturtulmaz. Eğer ayak ucuna oturacak olursa, loğusanın sütünün kesileceğine inanılır.
Loğusa, kırkı çıkıncaya değin yalnız bırakılmaz. Eğer yalnız bırakma zorunluluğu doğarsa, loğusanın bulunduğu odaya süpürge veya mushaf konulur.
Kırk günlük olan çocuğu kırklama şöyle yapılır: Anadan babadan, dededen nineden miras kalmış bir altın, sıcak suya kırk bir kez batırılıp çıkarılır. Sonra bu su ile çocuk ve annesi yıkanır.

Tanrı'ya istida (dilekçe)
Bir zamanlar Bursa'da etkin bir boşinana göre, önemli ve büyük bir işin olması için, Tanrı'ya dilekçe verme makamı ünlü Osmanlı bilgini Molla Fenâri'nin türbesi imiş. Bu amaçla türbedar efendiden mühürlü bir dilekçe kâğıdı alınır, bunun üzerine Tanrı katına istida (dilekçe) yazılır ve türbenin baş tarafındaki künkten içeri atılırmış.
Bir başka dilekçe makamı da, Şekerhoca mahallesindeki Yakup Efendi'nin mezarı imiş.

Çocuğu olmayan kadınlar
Çocuğu olmayan kadın "Karamustafa Kaplıcasına gider, burada havuzun deliğine elini sokarak avucuna doldurduğu su ile birlikte ne çıkarsa bakmadan yutacak olursa, kısa sürede gebe kalırmış. Adak sahibi kadın, çocuk doğurup anne olduktan sonra, hamamı kapatır, İnsini ve tanıdık kadınları hamama çağırır, şenlikli hamam alemi ve halvet düzenlermiş.
Başvurulan bir başka yol "Emir Sultan'a adak adamak, buradan okunmuş pamuk ipliği alarak bele sarmak imiş.
Mudanya ile Gemlik arasında, Mudanya'ya yarım saat uzaklıktaki "Ebe Kaya" da (b. bak), çokça gidilen yerler arasındaymış. Çocuğu olmayan kadınlar, bu kayanın dibindeki toprağı kazar ve oradan çıkardıkları böceği yerlerse çocukları olurmuş. Doğan çocuğa da erkekse "Kayaali", kızsa "Kaya" adı verilirmiş.
Ebe Kaya'ya değgin bir başka anlatıma göreyse, çocuğu olmayan kadının boynuna bir yular takılarak kayanın çevresinde üç kez dolaştırılır, üç "lhlas" bir de "Fatiha" okunurmuş.
Orhangazi ile Yalova arasında Bursa-Yalova il sınırını ayıran derenin kenarında yer alan "Ebe Çeşmesi"nin suyundan içen kadının da gebe kalacağına inanılırmış.
İnegöl'ün Sırnaz köyü yakınındaki "Gencali Tepesi" de, çocuğu olmayan kadınların uğrak yeri imiş. Bu tepede "Genç Ali" adlı bir yatır varmış. Çocuğu olmayan kadınlar, Hıdırellez günleri bu tepedeki türbeye giderler, dedenin lâhitteki sarığını sıra ile alıp başlarına geçirdikten sonra, dedenin çevresini yedi kez dolaşırlarmış. İnanca göre, hemen o gece gebe kalırlarmış.

Hastalıkları iyileştirmek için
Yürüyemeyen çocuklar, cuma günleri sala vakti Ulucami'nin havuzu çevresinde; ya da bir zamanlar Ulucami'nin güneyinde günümüzdeki Atatürk Caddesi'nin geçtiği yerde olan "Yürüyen Dede" mezarı çevresinde dolaştırılırlarmış. Yürüyen Dede'nin mezarından birkaç defne dalı kopardır, ateşte yakılmak suretiyle tütsü yapılırsa, sıtma hastalığına iyi gelirmiş. Bu Yürüyen Dede'nin mezarı, yol açımı sırasında Ahmet Vefik Paşa (b. bak) tarafından kaldırılmıştır. Bu olayın da gerek Paşa'nın zekâsını, gerekse o dönemdeki bağnazlık ortamını açıklayan ince bir öyküsü vardır, anlatılır durulur.
Zor doğum yapan kadınlara Abdal Türbesi'nde bulundurulan eski bir pabuçtan SU içirilir, ya da Emir Sultan'ın asası, yatağının yanına konulursa doğumun kolay olacağına inanılırmış (bu anlatım oldukça bulanıktır).
Sıtma hastalığının iyileştirilmesi için Şehreküstü'ndeki Ahî Şemsettin Türbesi'ne adakta bulunulurmuş.
Ayrıca İnegöl'de Kasım Efendi Türbesi'nin içindeki mezarının baş ucunda yaklaşık bir tas su alabilecek büyüklükte taş oyukta, eskiden tuzlu bir su birikirmiş. Sıtmalılar, bu sudan bir fincan içerlerse iyileşirlermiş.
Yine İnegöl'de Şibali köyündeki Şıp Ali adlı yatırın, fıtığı iyileştirdiğine inanılırmış. Bir zamanlar çevre köylerden, kasabalardan, hatta uzak yerlerden hasta kişiler akın akın buraya gelirlermiş.
Sürekli kabızlık çekenlerin, Abdal Mehmet Camisi'nin helasına giderlerse iyileşeceklerine inanılırmış.
Korku dolayısıyla aklını yitirenlerin düzelmesi için Karaca Ahmet Sultan'a adak adanırmış.
Akıl hastalıkları için başvurulan bir başka yer de Emir Sultan Türbesi imiş. Hastanın gömleği, Emir'in sandukasına bırakılır, böylelikle düzeleceğine inanılırmış.
Sinirli ve hırçın çocukların düzene girmesi için, çocuğun annesi Akbıyık Türbesi'ndeki deliğe yenecek bir şey koyar ve çocuğun bunu alıp yemesini sağlarmış. Böylelikle sakinleşeceğine, yaramazlığının kalmayacağına inanılırmış.
Deri hastalıklarının iyileştirilmesi için Atpazarı Mahallesi'nin kuzeyindeki bahçeler içinde bulunan (günümüzde artık bahçe yoktur) Ali Mest Edhemî'nin türbesine gün doğmadan gidilir, orada biraz çamur alındıktan sonra arkaya bakmadan geri dönülür ve bu çamurdan yaraların üzerine sürülürmüş.
Çok hasta olup da ölmeyen yada bir türlü iyileşemeyen hastalar, Çekirge Hamamı'na götürülerek bir gece yalnız bırakılırlarmış. Eğer hasta davul sesi duyarsa iyi olacağına, kazan-bakıaç sesi duyarsa öleceğine belirti sayılırmış.

Çeşitli türden boşinanlar
Yukarıda ayrı gruplar halinde sayılanların dışında, Bursa ve çevresinde günümüzde geçerliğini pek de koruyamamış, hatta bir bölümü tümüyle unutulmuş pek çok boşinan bulunmaktadır. Bunların başlıcaları aşağıda verilmiştir:
Herhangi bir dileğin olması için Miskinler Tekkesine (mum), Kediler Tekkesi Yıdeki Mir- Budala (Mir-i Büdelâ) mezarına (ciğer), Pınarbaşı'nda İzzettin Bey Camisi arkasındaki Zerde Dede'ye (zerde), Tahtakale'den Pınarbaşı'na giderken yolun solundaki Hacı Sevinç Türbesi'ne (helva) adamak...
Satılması istenen bir taşınmaz malın kolayca satılmasını sağlamak inancıyla, Kuruçeşme'deki Seyyit Usûl Tekkesi'nden bir kiremit alarak, bunu satılması düşünülen taşınmaz malın üstüne koymak.
Çekirge Sultan Hamamı, hem çok uğurlu, hem de uğursuz sayılırmış. Memur eşleri giderlerse, kocaları görevlerinden alınır, açıkta bir memurun ailesi gidecek olursa kocası bir göreve atanırmış.
Hocaalizade Camisi'nin mezarlığını çevreleyen demir parlaklıklardan birkaçında takılı kalmış demir parçaları bulunmakta idi. Bu demir parçaları, parmakla hızla vurularak çevrildiğinde, demirin sivri ucu yukarı gelirse kişinin muradının olacağına inanılırmış.
Emir Sultan ve Üftade, toplumun önemli bir kesimince adak adanan, çare ve yardım umulan birer yatır olma özelliğini günümüzde de sürdürmektedirler. Emir Sultan, bir bakıma İstanbul'daki Eyüp Sultan'a eş bir konum kazanmış bulunmaktadır. Üftade ise, değişik kişilerin, değişik dileklerle kapısına yüz sürdüğü bir ermiş sayılır.

Aile yaşamı ve çocuklarla ilgili boşinanlar
Gebeliği boyunca bir kadının yüzünü leke basarsa veya ekşi yerse, doğacak çocuğun kız olacağına inanılırmış. Yine çocuğun kız mı, erkek mi olacağını anlamak için kurşun dökülür, ateşe şap atılır, oluşan biçimlerden bir sonuca ulaşılmaya çalışılırmış bu işin bilicilerince.
Kem gözlerden ve kötülüklerden korunması için, loğusanın baş ucuna bir korkuluk konurmuş. Loğusa "kırk hamamda giderken, bu korkuluğu sokak kapısının eşiğinde ezermiş. "Albasma" denilen loğusa hummasının kötü ruhlarla ve nazarla ilintili olduğuna inanılır, bu hastalığa karşı loğusanın yatağı boş bırakılmaz zorunlu ise, yatağa bir süpürge konulurmuş.
Kem gözlerden ve hastalıklardan sakınması için, çocuğa mavi boncuk, şap ve çörekotundan yapılmış nazarlık takılması günümüzde de uygulanmaktadır. Çocuğun ve loğusanın hastalıklardan komnması için bir başka tinsel davranış da baş ucuna Kur'an asmak ve sıcak su koymaktır.
Yörede, doğan çocuklara verilen adların bir bölümü, görenek ve inançlarla ilgilidir. Anadolu'nun pek çok yerlerinde de görüldüğü gibi, Bursa yöresinde de, çocukları yaşamayan aileler, bir çocuk sahibi olduklarında ona Dursun, Yaşar, Kaya gibi kalımlılık ve dayanıklılık anlatan adlar vermektedirler.
Yörede, özellikle kırsal kesimde, adla ilgili inanmalardan biri de, çocuğun adının değiştirilmesidir. Eğer yeni doğan çocuk, adı konulduktan sonra hastalanır ve bir hafta içinde iyileşemezse, adını kaldıramadığı sonucuna varılarak, bir kurban kesilir ve adı değiştirilir.
Kurbağacık hastalığı görülen bebeğin iyileşmesi için, kimi yerlerde ince gümüşten bir erkek ve bir de dişi kurbağa yapılarak kundağa takılırmış.
"Sanlık" hastalığına yakalanan çocuğun, içinde kırk anahtar bulunan, altın sarılık tasından su içirilirse ve yüzü bu su ile yıkanırsa, hastalığının geçeceğine inanılmaktadır. Bu sarılık tasından, Bursa'daki birkaç ailede bulunduğu ve isteyenlere "Allah rızası için" verildiği bilinmektedir.
Geceleri uyuyamayan çocuklara, günümüzde de uyku muskası takılmaktadır. Bir zamanlar yaramazlığı bezdirici olan çocuklar, eğer esmer iseler Feyzullah Paşa, sarışın iseler Arap Dede ve Taşkın Dede mezarlarına götürülürlermiş; böylece uslanacaklarına inanılırmış.
Genç kızlar, yeni ayı ilk gördüklerinde, ayın ondördünde ve Mart'ta ayı ilk görüşlerinde çeşitli dileklerde bulunurlar.
Kimi kişilerce iki sevgiliyi ya da iki kardeşi birbirinden soğutmak için de aydan yardım umulur. Ayın onbeşinci gecesi, filizlenmiş bir soğan alınarak bunun bir yanına kızın, öbür yanına da erkeğin adı iğne ucuyla kırkbir kez yazılır. Sonra aya bakılarak soğan iki parçaya bölünür. Ya da bu tür dileğin gerçekleşmesi için toprağa tuz gömülür. Tuz toprakta eridikçe, sevgililerin birbirlerine karşı duydukları sevgi de bitermiş.
Bir başka boşinana göre, ayın yüzü kızıllaştığında, yangın çıkması kaçınılmazdır. Bir başkasına göre de, insan ayın ışığı azaldığında yüksekçe bir yere çıkarak gölgesine bakar ve gövdesinin üst yanını göre-mezse, o yıl öleceğinin belirtisi sayılırmış bu durum.

Yöresel Dil Özellikleri
Ağız özellikleri: Bursa'da, özellikle çağdaş dönemde bir "yerel ağız"ın varlığından söz edilemez. Bursa ve çevresinin XIX. yüzyılın son çeyreğinden başlayarak göçler almış bulunması, Bursa'ya özgü bir yerel ağız'ın saptanmasını büyük ölçüde olanaksız kılmıştır.
Ne var ki gerek Bursa merkezinde, gerekse başla Keleş ve Orhaneli dağlıkları olmak üzere kırsal alanda, en eski yerel ağız kalıntılarına rastlanabilir. Bunlardan Bursa merkezindeki ağız özelliğinin oluşumunda, kentin, Osmanlı başkenti olmasından doğan etkilerle Arapça ve Farsça sözcük karışmaları görülmektedir. Keleş, Orhaneli ve öteki kırsal alanlarda ise, çokçası aşağıda sıralanan ağız özellikleri yaygın durumdadır.
Ünlülerin dönüşümü: Bölgede sık sık "O" ünlüsünün, "I", "E", "U" ünlülerine dönüştüğü görülmektedir. Örneğin; sıfra (sofra), urdan (ordun), görünnıeyer (görünmüyor), patis (polis) gibi. Zaman zaman "U" ünlüsünün "O'ya (bordan / burdan, doman / duman..), ya da "I", "Ö" ve "Ü"ye dönüşümlerine rastlanmaktadır. Örneğin: böyön (bugün), süçüme (suçuma), çıval (çuval) gibi. Kimi zaman "U" ünlüsünün düştüğü görülmektedir, otsekiz (otuz sekiz) örneğinde olduğu gibi. Öte yandan "O" ve "Ü"sesinin "Ö", "E", "O" ve "U"seslerine dönüştüğü de olmaktadır. Örneğin: görünnıeyer (görünmüyor), gözel (güzel), sovari (süvari) gibi.
Ünsüz düşmeleri: Bazı sözcüklerin söylenişinde ünsüz düşmeleri görülmektedir; örneğin: aramie (aramaya), âcı (ağacı), çocua (çocuğa), mâle (mahalle), padşa (padişah) veya bazı ünlülerin düşmesine örnek olarak başın (başını), çıkarcek (çıkaracak) gibi.
Ünlü eklemeleri ve ses türetmeleri: Kimi sözcüklerde de, fazladan ünlü eklendiği olmaktadır. Örneğin: Isıcaklığı (sıcaklığı), ürüzgârdan (rüzgârdan) gibi.
Zaman zaman sözcüklerin orta ve sonlarında ses türetmeleri de ortaya çıkmaktadır. Bunlar genellikle "I", "I" ve "E" sesleriyle okunurlar. Örneğin çivit (çift), sıtarmış (satarmış). varısa (varsa)...
Ünlü düşmeleri: Sonu ünlüyle biten bir sözcüğe, yine ünlüyle başlayan bir sözcük eklenecek olduğunda, bu ünlülerden birinin düştüğü görülmektedir. Örneğin: n'o (neo), del'eden (deli eden), ince'lek (ince elek) gibi.
Ünlü düşmesi, sözcüklerin ilk ve orta hecelerinde de görülebilir; Elfi (Elif'i), gardşi (kardeşi), geyyo (giyiyor), veryo (veriyor) örneklerinde olduğu gibi. Genellikle düsen ünlüler "İ", "E", "U" ve "A" sesleridir.
Ünlü sırasının değişimi: Kimi sözcüklerde, ünlülerde bir değişim, kalın ünlüden ince ünlüye, ya da ince ünlüden kalın ünlüye bir dönüşüm gözlenmektedir. Fadme (Fatma), merdiman (merdiven), kaçme (kaçma) örneklerinde olduğu gibi.
Ünsüzlerin dönüşümü: Yöredeki değişik ağızlarda, ünsüzlerin dönüşümüne sık sık rastlanmaktadır. Bunların örnekleri:
"B" ünsüzü, "P" veya "Y" ünsüzüne dönüşmektedir. Yozulmaz (bozulmaz), peslemiş (beslemiş) gibi; ya da bazan "P" se¬si "B"ye dönüşmektedir, bekmez (pekmez) sözcüğünde olduğu gibi...
"D" ünsüzünün "C", "T" ve "Z"ye dö-nüşmesiyle de sıkça karşılaşılmaktadır. Hincik (simdik), toktur (doktor), yanzırdı (yandırdı) vb.
"T" ünsüzü çoğunlukla "D"ye dönüşmektedir, depe (tepe) ve duz (tuz) gibi. Bazen de "T", "S"ye dönüşmektedir. Yassı (yatsı) gibi.
"K" ünsüzü, zaman zaman "G", "H", "V", "Z" ünsüzleriyle yer değiştirmektedir; galdım (kaldım) yohuş (yokuş), pomag (pomak), avşama (akşama) ve olussaz (olursak) örneklerinde olduğu gibi. "K" ünsüzü kimi zaman da tümüyle düşebilmektedir, asam (akşam) gibi.
"Ğ" ünsüzü de "H", "N", "V", "G" seslerine dönüşebilmektedir. Örneğin ciher (ciğer), yinit (yiğit), gavşa (kovuşa), sagsagan (saksağan) gibi. Ya da "G" sesi, ulu (oğlu) sözcüğünde olduğu gibi tümüyle düşebilmektedir.
"G" sesinin de "K'' veya "Y" sesine dönüşümüyle karşılaşılmaktadır: küleşme (güreşme), yavur (gavur) gibi.
"H" ünsüzü de zaman zaman "F", "N", "R", "Y" ünsüzleriyle yer değiştirmekte veya düşmektedir. Firma (hurma), Nalime (Halime), sarnoş (serhoş), gabayet (kabahat), ya da anım (hanım), meramet (merhamet) gibi.
"Y" ünsüzünün, "K", "L", "V", ünsüzlerine dönüşmesine sıkça rastlanmaktadır. Alak (alay), lengeç (yengeç), könden (köyden) gibi. Bazan da "Y" sesi tamamen düşmektedir: gomuş (koymuş), sölüye (söylüyor) gibi.
Yörenin çeşitli yerlerinde "V* sesi, "F", "H", "M", "P", "Y" ve "U" seslerine dönüşebilmektedir. Furuldum (vuruldum), hurarız (vururuz), mar (var) pampur (vapur), öyendire (övendire), gauga (kavga) gibi. "V" sesinin tümüyle düştüğü de olur, yânım (yavrum) gibi.
"F" ünsüzü ise, arada "V" ünsüzüne dönüşmektedir. Şavıka (Şefika), savak (şafak) gibi.
"Z" ve "S" ünsüzleri karşılıklı olarak birbirlerine; bazen de "Z"nin "D" ünsüzüne dönüştüğüne rastlanmaktadır. Zedefkar (sedefkâr) naslı (nazlı), Hıdır (Hızır) gibi. "Z"
ünsüzü, otsekiz (otuzsekiz) örneğinde olduğu gibi kimi kez tümüyle yok olmaktadır. "M" ünsüzü, bazen "N" ünsüzüne dönüşür. Nektup (mektup) örneğinde olduğu gibi. "N" sesi ise "M" veya "I," seslerine dönüşmekte, ya da düşmektedir Meşter (neşter), çömel (çimen) ve tülbet (tülbent) gibi.
"L" sesi, kimi zaman "G", "N" ve "R"ye dönüşebilmektedir. Argadın mı (anladın mı), yannadı (yanları) gibi. Ya da bu ses düşmektedir: Gak (kalk) gibi.
"C" ve "Ç" sesleri de birbirlerine dönüş¬mektedir: çingene (çingene) sözcüğünde olduğu gibi.
"R" ünsüzünün de "L" ve N" seslerine dönüşmüş biçimlen görülmektedir: yolgan (yorgan), gadan (kadar) gibi. Bicik (biricik) örneğinde olduğu gibi, bu sesin düştüğü de olmaktadır.
Sözcük yapılarında kökten değişiklik: Bursa ve çevresinde, komşu bölgelerle az veya çok benzerlikler gösteren bazı sözcük değişikliklerine de rastlanmaktadır. Örneğin işaret sıfatları, şu biçimleri almaktadır: bu, şo (şu), u (o) burma (bunlar), şunna (şunlar), unna (onlar).
Soru sıfatları olarak da nakı (hangi), n'acap (ne acep, nasıl anlamında) kullanılmaktadır.
Son çekim edatı olarak da cazım veya billah gibi takılar kullanılmaktadır. Ondan cazım, yollar açılıp billeh gibi. Dek (kadar) anlamına da "cek" takısı sözcüğün yapısına girmektedir. Öleycek (öğleye dek) gibi.
Yörenin belirgin ağız özelliklerinden biri de sözcük yinelemeleridir. Durup duru, gaç gaçamaz mısın, galik-geli, giş-gişliye, ha bahalım de bahalım vb. pek çok yinelemeler vardır...
Bursa yöresinde kullanılan bazı sözcükler: Günümüzde Bursa ve çevresinde kullanılmakta olan sözcüklerle bazı ağız özellikleri, önceden de belirtildiği gibi, sürekli iç ve dış göçler dolayısıyla karmaşık bir gölünüm kazanmıştır. Bu bakımdan kimi araştırmacılar, yöreye özgü olmadığı saptanabildi bazı sözcükleri ayıklamaktan yanadırlar. Ne var ki günümüzde "Bursalı" olmanın tanımı oldukça değişmiş bulunmaktadır. Balkanlar'dan Karadeniz kıyılarına Doğu ve Güneydoğu Anadolu'ya değin pek çok yerden gelen göçmenler, yepyeni bir "Bursalı" tanımının doğmasına neden olmuşlardır.
Bu tanıma girenlerin birlikte getirdikleri ağız özellikleri ve kullandıkları bazı sözcükler zamanla daha da çok karışmakta, Çağdaş Bursalıların dil ve ağız özellikleri, bu karışma ile yavaş yavaş oluşmaktadır. Bu yeniden oluşum sürecinde, kentsel merkezlerden başlayarak yörenin eski dil ve ağız özellikleri giderek kaybolmaktadır.
Aşağıda, 1932 yılından itibaren sürdürülen derleme çalışmalarında, Bursa ve çevresinden derlenen bazı sözcüklerle anlamları verilmiştir. Bu sözcüklerin önemli bölümü eski Türkmen geleneklerinin sürdürüldüğü Keleş ve Orhaneli yörelerinde derlenmiştir. Ne var ki sözcüklerden pek azı Anadolu'nun başka yerlerinde kullanılmakta, büyük çoğunluğu derlenildiği yöre dışında bilinmemektedir.
Yerel sözcüklerden bazı örnekler:
adısa: oysa, halbuki.
akgözlü: hain, sinsi.
angıç: çift arabasında demet taşımak için arabanın iki tarafına takılan parmaklıklar.
aralık: sokak.
avkırmak: yoğrulmuş hamuru, yapışmaması için una Sulayarak yumak yumak hazırlamak.
aynartmak: görmezden gelerek sayışmak; "Aynarttı geçti" gibi.
bıdır: söylenme, homurdanma, "Bıdır bıdır söylenip durma".
bıkın: insanın kaburgaları, iskeleti, kavsara; "Belim bikinim ağrıyor".
bıldır: geçen yıl.
bıllık bıllık: çok etli olma hali, bıngıl bıngıl.
bıntmak: surat asmak, somurtmak, "Bırıttı durdu".
böktürmek veya börttürmek: kokmasın diye eti biraz kavurmak.
bucuk: köşe.
burma: sıkıntı, usanç.
burma: musluk.
cazarakh: edepsiz, eli maşalı (kadın).
cımbırt: küçük üzüm salkımı.
cuni: katı olmayan sulu, yumuşak olan şey.
çaşıt: iftira, asılsız suçlama.
çaşıtçi: nıüzevir, dedikoducu, laf taşıyan.
çekel: çekiç.
çepiç: besili oğlak.
dağar veya taar: büyük saksı yarını küp.
demmiir: çaydan 11k.
domşak veya domuşak: durgun, mahzun, somurtkan, yüzü asık, kibirli.
döngel: muşmula.
emme: ama, fakat.
endelemek: incelemek.
enson: muhakkak, kesin olarak.
enleri: entari.
epteslik: çeşme tezgâhı.
ereklemc: yabani semizotu.
esbap: çamaşır.
eyseren veya ey sıran: ekmek teknesini kazımak için kullanılan yassı demir aygıt, mangal eşelemeye yarayan yassı demir parçası.
gadan: kadar, kez, denli..
garip: uslu, yaramaz olmayan..
gaymna: kaynana.
gevilcen: yanaktaki elma gibi kızarıklığın içindeki menevişler.
gezek: arkadaşlar arasında gece sazlı-sözlü gezi.
gıynaşık: aralık (kapı ve pencere için).
ablık: çok şişman (insan)..
ıhınnak: insan öldürmek veya yatırmak.
ılgım: damla.
ınp veya ığrıp: hile, balık ağı "irip etmek-hile yapmak".
ivil ivil: içli dışlı, samimi "ivil ivil görüşmek.".
iliş: sözlü.
imirtmek: gırtlak.
iyinti: dert, hicran.
kalkıni: yazın giyilen bir çeşit kürk.
ka\naz: taneyi örten kabuk kısmı.
kelem: lahana.
kemişmek: yaşlılıktan kemikleri sayılır hale gelmek.
kıclalamak: kusur bulmak, zor beğenir olmak.
kısık: derbent, küçük kale, geçit yeri.
kıvanmak: onur duymak, haz duymak.
kıynaşık: çarpık, eğri, şaşı.
kıynık: ufak tahta parçası, kıymık.
kişilik: konuk önünde giyilen elbise, yabanlık.
kotarmak: yemeği tabağa koymak, hazırlamak, dağıtmak.
kötek: süt çocuğuna hazırlanan badem ezmesi.
mazla: kiler.
mezir: çıranın yağlı kısmı.
mana: pınar, kaynak.
naki: hangi.
münasıpsız: uygunsuz, saçma-sapan, terbiyesiz.
parpıllamak veya paıpılamak: bir şeyi ateşe göstermek, hafifçe kızartmak.
pinmek: binmek.
pülçümek: (kumaş için) erimek, tiftiklenmek.
sanlık: raf.
sarpın veya sarpım: kilerde duvar kenarına konan bir tür erzak sandığı, göz göz yapılmış mutfak ambarı.
seyitmek: koşmak, varıp yetişmek.
sıvarmak: sulamak.
siğin siğin: yavaş yavaş (yamanın yağması veya ağlamak gibi).
südaşi: sütlaç.
tehin: sincap.
tehinsiz: sahte vakarlı, "Sen de az tehinsiz değilsin".
tımsırık: yemek konusunda mızmız, kendi yaptığından başkasını yemeyen.
tottıır: doktor.
töfe: lâtife, şaka.
tutarga: sinirsel hastalık nöbeti, sara.
üşük: soğuk algınlığı.
yağri: nasır
yalazı: alev
yasılmak: hızlanmak, atı dörtnala koşturmak.
yepelemek: okşamak
yeygi: erzak, kışlık erzak, "Kış yeygisini daha düzemedi, zavallının bir sokum yiyeceği yok".
zırıncamak: mecalsiz mecalsiz ağlamak (çocuk için).

Deyimler, atasözleri
Yöreye özgü bazı deyimler: Konuşmada söze güç katan deyimlere, Bursa ve çevresinde sıkça rastlanmaktadır. Bunlardan bir bölümü aşağıda verilmiştir:
Abayı harlatmak: Âşık olmak.
Canıma com com. Canıma minnet.
Necep cümbüş olur!: Kimbilir ne eğlenceli olur! (Buradaki necep, "ne acep"in kısaltılmışıdır).
Yeri göğü yuladı: Ortalığı toza dumana kattı, bulunduğu yeri kırdı geçildi.
Saçanaklı derviş: Üstü başı dökülen, pasaklı kişiler için kullanılan bir deyim.
Akıl Selanik, fikir gaydırak: Aklı bir karış havada, tutarlı olmayan kişiyi belirtmek için.
Bir gulağın at bazarı, bir gulağın bit bazarı: Kendisine söylenenleri dinlemeyen, lâftan-sözden anlamaz kişi için kullanılır.
Sarı saman altından sarı sular yûrödür: Saman altından su yürütür; çevresine belli etmeden ortalığı karıştıran kişi için kullanılır.
Garı gumtmak: İnsanı canından bezdirmek, çok üzmek, örneğin "Yeter gali, ganimi guruttun" veya "Bu sevda ganimi guruttu".
Ermeyveresice!: Keleş yöresine özgü olan bu deyim, yöre kadınlarının yaramazlık yapan çocukları için kullandığı bir ilenmedir.
Densizlik etmek: Yersiz davranışlarda bulunmak, huysuzluk etmek yerine.
Gapıyı ayırmak: Kapıyı açık bırakmak yerine kullanılan deyim.
Atık!; Sesi çıkmaz olmak, söyleyecek şey bulamamak.
Yamı bayram sandı: Bir şeyler umdu ama umduğunu bulamadı.
Din din etmek: İleri-geri konuşarak kafa şişirmek.
Gem almaz: Dik kafalı, aksi kişileri tanımlamak için kullanılır.
Kîsa kes de sobalık olsun: Lafı boş yere uzatma derdini kısadan anlat anlamında kullanılır.
Atasözleri: Yöre insanının dünya olaylarına bakış ve yaşamı algılayış özelliklerini betimleyen "atasözleri" bakımından, Bursa ve çevresi pek zengin sayılmaz. Daha çok İstanbul'a yakın oluşu ve pek çok göçmen yurttaşı barındırmasının neden olduğu karışımlar dolayısıyla, yörede kullanılan atasözleri, büyük bölümüyle özgün değildir.
Bursa ve çevresinin dil ve ağız özelliklerini taşıyan özgün atasözlerinden bazıları şunlardır:
Bin işçi, bir başçı: Bir işin olumlu sonuç verebilmesi için, kaç kişi çalışırsa çalışsın, bir baş'a gereksinim duyulacağını belirtmek üzere.
Ahmak göppeyi (köpeği) yol gocadır (kocatır): İş bilmez, yol yordam tanımaz kişinin bir sonuç elde edemeden boşuna yorulacağını; doğru dürüst planlanmadan bir işe kalkışmanın boşuna zaman kaybı olacağını belirtmek amacıyla.
İnsan bi gemi, ahıl yelkeni, fikir dümeni, gullan gendini, göreyim seni: İnsanoğlunun yeteneklerini, iyi kullanması gerektiği konusunda.
Aksar şeker, soydur çeker veya bohtıır kokar, soydur çeker: İnsan kişiliğinin biçimlenmesinde, soyaçekim öneminin belirtilmesi üzerine.
Vunırsan duyar, yedirirsen doyur: Bir işin hakkını vermek, ya da bir iyilik yapılacaksa tam yapılmak gerektiği konusunda.
Donsuzun göynünde günde gırk arşın bez geçer: Kişinin yoksul bulunduğu şeyden edinme güdüsünün güçlü olduğuna değgin.
Al gaşağıyı gir ahu a, yağrı olan gıcınsın: Anadolu'nun hemen her yöresinde kullanılagelen "yarası olan gocunur" atasözü karşılığı olarak.
Bunlardan başka şu atasözleri de, Bursa yöresinin ağız ve dil özelliklerini yansıtmaktadır:
Bezir bardağına zambah yakışmaz.
Nargileye ateşin küllüsü, erkeğe garının dillisi.
Ak göpeğin (köpeğin) pambuh tarlasına zararı olur.

Tekerlemeler, bilmeceler
Yerel dilin özelliklerini, yöre insanının, yaşam felsefesini, tekerlemelerde ve bilmecelerde de görebilmek olanaklıdır. Bunların bazıları şöyle:
Tekerlemeler: Çocuk oyunlarında ebenin saptanması, ya da ayrılacak kişinin belirlenmesi için söylenen yaygın bir tekerleme:
Eveleme, develeme Taze tüze Navkıt gedin? Yazın gedik. Yazılalım bi tahtaya Dizilelim encik mencik Giz sana gedi, çık!
Yörede kız çocukları arasında söylenmekte olan bir tekerleme:
 
Yağlı bide e e... (pide)
Özlü bide e e
Yiyem seni
Dide dide e e
Didem gaymak getimiş
Hazır loop yudem

Kolaycılıkla kaderciliğin birbirine karıştığı bir başka tekerleme:
Dürt dede
Dürten dede
Beni köye
Gönder dede

Özellikle Bursa merkezinde olmak üzere, yörede, kandil akşamları irili ufaklı, renk renk mumlar satılmaktadır. Çocuklar bu mumlardan alırlar ve çok eskilerden kalma bir kandil geleneğini yaşatırlar. Akşam saatlerinde, sokak ve caddelerde ip gererek geçişi engeller ve şu tekerlemeyi söylerler:
Yaaaa mum ya para
Hiç olmazsa on para
Yağ parası, mum parası
Akşama kandil parası

Parayı alacak olurlarsa şöyle bir övgü ve iyi dilek nakaratı tuttururlar:
Berekâttır berekât
Kesesine berekât

Çocuklar, daha sonra da evlerin kapılarını çalar, hep bir ağızdan şu tekerlemeyi söyleyerek bahşiş toplarlar:
Sıran sıran şişler
İşte de geldi dervişler
Dervişlerin karnı aç
Bir parçacık un (yağ) ister.

Uludağ'da hayvancılıkla geçimini sağlayan Türkmen oymaklarının son zamanlara değin söyleyegeldikleri şu tekerlemede ise, yerleşikliğe karşı çıkışın kendilerine özgü gerekçelerini görebilmek olanaklı:
Ekme bağ, bağlanırsın
Ekme ekin eğlenirsin
Çek deveyi, güt koyamu
Bir gün olur beylenirsin

Bazı bilmece örnekleri:
Bursa ve çevresine özgü bilmeceler de, yörenin dil ve ağız özelliklerini yansıtmaktadır. Bunlardan bazı örnekler şunlar:
Alu gedi, vahi gedi: Sofra yaygısı..
Dört ayaklı şahı gedi: Kasnak.
Dümdüz meydan gedi: Sini.
Server Sultan gedi: Çorba.
Kuzu babası gedi: Et yemeği.
Bohçalı galibe gedi: Dolma.
Saçanaklı orospu gedi: Kadayıf.
Az duudu (durdu) koptu bi velvele: El yıkama.
Yemen aası (ağası) gedi, bastıdı (bastırdı): Kahve.
Denizin ortasında bi ığıç (ağaç) bitmiş, dalsız budaksız, üzerine bi guş konmuş, golsüz ganatsız. Ben o guşu vudum, topsuz tüfeksiz. Ben o guşu bişidim (pişirdim) odsuz ocaksız. Ben o guşu yedim, duzsuz bibesiz (bibersiz): Gönül.
Duvar dibi çer çop. îki serçenin gözü dört, orak eğri, gan gırmızi: Uydurma, uyduruk şey.
Bir oğlum var fettan. Bayağı vardır etten. Şimdi gelir görürsün. Güle güle ölürsün (Horoz)
İğnem iğnem iğnesi. Emine kadın düğmesi. Bilenler bilesi. Bilmeyenler onyedi köy veresi
(Kiraz)
Kat kat içinde. Kat kitap içinde. Ne molla bilir. Ne kitap içinde (Alın yazısı)
Fildir fiştir. Kayadır taştır. Bunu bilmeyenin Avradı boştur (Elmas)
Fildiri fildiri. Dağdan domuz indiri (bit ve tarak)
Yeşil iken al olur Zerre zerre bal olur Meyi edince siyaha Lezzet verir damağa Varma sakın yanına On parmağın bal olur. Tutar isen yavaş tut îki elin kan olur. (Dut-karadut)
Bekçi değil düdüğü var, Hanım değil göbeği var (Düdüklü tencere)
Başı yeşil emir değil Üstü kara kömür değil İçi beyaz beynir değil Kuyruğu var, fara değil (Turp)
Bilmece bildirmece Resim yapar gündüz gece Resim siliniverir İnsan çekilince (Ayna)
Dağ gibi gelir hor Kuyruğunun ucu mor Sekil sökül ayaklı Seksen bin dayaklı (Tren)
Yük üstünde yarım kömber (Ay)
Dağdan gelir hız ile yetmişbin yıldız ile Ayağında bengi var her tarafta cengi ar
(Ezrail)
Anne dersen değmez Baba dersen değer Değer dersen değmez Değmez dersen değer (Dudak)
Ol hanım geldi Sel hanım geldi Balaban bakışlı Keklik sekişli Narin turuncu Mısır pirinci Öldüm bayıldım Güldüm ayıldım Eller alası Berber aynası Bel tabancası Kulluk soası Dere karpuzu Gül gülistanda Afaroz hanını (Kurbağa)
Bir atım mihriban Yel estikçe eğileni Var git paça köpeği Ben hercai değilem (Sarımsak)
Marmaracık yer daracık Dört öküzcük bir malacık (Ceviz)

Halk müziği (türküler, ninniler) ve halk oyunları
Bursa yöresinden derlenmiş halk müziği (türküler ve ninniler) ve halk oyunları:

BURSALI TÜRKÜSÜ
Hey Bursalı Bursalı
Beli İpek Korsalı
Onbeşine basalı
Senin oldum Bursalı

Çıkalım Uludağ'a
Biz çamlardan uzağa
Verelim dudak dudağa
Senin ile Bursalı

Yeşil Bursa'nm gülüsün
Gönlümün bülbülüsün
Seni candan severim
Sen benimsin, ömıiimsün

Aman canım Bursalı
Gel kaçalım bu salı
Yeniyol'un güzeli
Kaçma benden gel beri

Aşkınla ben yanarım
Seni sevdim seveli
Aman canım Bursalı
Gel kaçalım bu salı

Gelme üzme artık beni
Bekler gönlüm hep seni
Güzelsin sen aminisin
Bursa'mın tek gülüsün

Aman canım Bursalı
Gel kaçalım bu salı

İLİMON (LİMON) TÜRKÜSÜ
Rafta altın sini
Billahi sevdim seni
Her kuyunu değişmem
Dünyaya değişmem seni

Limon limon ilmon
Aşkından kibrit oldum
Üfürseler yanıyom

Beyaz giyme söz olur
Siyah giyme toz olur
Hep yeşiller giyelim
Muradımız tez olur

Limon limon ilmon
Aşkından kibrit oldum
Üfürseler yanıyom

Allar giyme üşürsün
Beyaz giyme menşursun
Her huyun iyi amma
Ellerle görüşürsün

Limon limon ilmon
Aşkından kibrit oldum
Üfürseler yanıyom

KADİFELİ GELİN TÜRKÜSÜ
Bursalı mısın kadifeli gelin çaydan mı geçtin?
Yanakların al al olmuş konyak mı içtin?
İçtiğimiz konyak mezemiz kaymak
Sen kimin yarisin yavrum her yanın oynak

Arabaya sen bin paytona ben
Anasını sen al kızını da ben

Bir su içtim testiden
Yavrum sensin beni mesteden
Cennet makamı olsun
Yavrum seni bana dost eden

BURSA'NIN UFAK TEFEK TAŞLARI
Meşeli sağlar meşeli
Dibinde halı döşeli
Kül oldum aşka düşeli

Al beni esmer güzelim
Yarimle kol kola gezelim

Bursa'nın ufak tefek taşları
Hilal olmuş o yarimin kaşları
Bir omuzdan bir omuza saçları

Al beni esmer güzelim
Yarimle kol kola gezelim

Hamamın üçtür kurnası
Üçünde üç kız yunası
Üç kızın benim olması

Al beni esmer güzelim
Yarimle kol kola gezelim

YEMENİ TÜRKÜSÜ
Ben yemenimi aman aman al isterim
Ortasında oğlan oğlan dal isterim
Bir cilveli yar isterim
Al gel oğlan yemenimi
Ellere vermem ben yarimi

BURSA'NIN IŞIKLARI
Bursa'nın ışıkları
Gümüştür kaşıkları
Yavrusunu kaybetmiş
Ağlıyor uşakları
Haydin di Bursalı Bursalı
Geliver de her salı her salı
Eyer de sırmalı sırmalı
Gelmezsen bil ki başın sevdalı

SARI MUSTAFA TÜRKÜSÜ
Fese bak fese ne kadar da al
Ne güzel belindeki şal
Demedim mi ben sana hurda kal
Kalamaz ne çare eli şanlıdır
Burma bıyıklı delikanlıdır
Entarisi ala benziyor
Şeftalisi bala benziyor
Benim yarim sana benziyor
Olamaz ne çare eli şanlıdır
Burma bıyıklı delikanlıdır
Sol böğründe kurşun yarası
Annesinin bir tanesi
Kuzkunluk'un merdanesi
Olamaz ne çare eli şanlıdır
Burma bıyıklı delikanlıdır

SETBAŞI TÜRKÜSÜ
Setbaşının lambaları harlıyor
Cerrah gelmiş yaralarım bağlıyor
Anam babam başucumda ağlıyor
Kıyma bana merhamet et ey peri
Ben değil alem sana hep müşteri

Setbaşından ine çıka yoruldum
Ben Saffet'in hançeriyle vuruldum
Vuruldum da alemlere duyuldum
Kıyma bana merhamet et ey peri
Ben değil alem sana hep müşteri

DÜĞÜN HAVASI
Nar ağacı nar veriyor
Gül ağacı gül veriyor
Benim yarim el veriyor
Alı bağlan da gel gel aman
Şalı kuşan da gel gel

Nar ağacı narsız olmaz
Gül ağacı gülsüz olmaz
Benim yarim bensiz olmaz
Alı bağlan da gel gel aman
Şalı kusan da gel gel

Ne dedim de sevdim seni
Dillere düşürdün beni
Keşke görmeseydim seni
Alı bağlan da gel gel aman
Şalı kuşan da gel gel

AŞALIM
Aşalım aşalım dağlar aşalım
Coşalım coşalım ovaya düşelim
Kader de böyleymiş helallaşalım
Ölürüm ayrılmam bir tanem senden
Ölürüm vazgeçmem sevdiğim senden.

MELEK TÜRKÜSÜ
Aygın baygın meleğim
Saat kaçta geleyim
Senin de edana ben yandım
Oyna da bir yol göreyim

Ay doğar yaşmak ister
Al yanak yaşmak ister
O benim deli gönlüm
Yare kavuşmak ister

Küp dibinde un eler
Tombul tombul memeler
Memeler baş göstermiş
İlik tutmaz düğmeler

Küp dibinde bulgurum
Ben Meleğe vurgunum
Melek benim olmazsa
Kendimi öldürürüm

Küp içinde pastırma
Kız saçın kestirme
Kestirirsen az kestir
Arap kızını küstürme

HARMAN TÜRKÜSÜ
Harmana Aruja; kazdım
Hem okudum hem yazdım
Baktım yardan vefa yok
Alnına vakıf yazdım

Laden suyu kum suyu meleğim aman
Ben sallayım sen uyu gıdı gıdı

Harman yeri baş yeri
Yavaş yavaş hoş yürü
Laden suyu kum suyu
Ben sallayım sen uyu

Harman yeri yarılır
Annem bana darılır
Ay annem darılırsa
El oğludur sarılır.

PUHU TÜRKÜSÜ
İki puhu bir derede su içer
İçer içer dertlilere dert açar
Puhum senin gönlünden kimler geçer
Zalim avcı nasıl kıydın bu cana
Kıyılır mı bu yaşta tatlı cana
 
İki puhu bir derede ötüşür
İki puhu bir derede ötüşür
İki hasret birbirine kavuşur
Zalim avcı nasıl kıydın bu cana
Kıyılır mı bu yaşta tatlı cana

MENDİLİM TÜRKÜSÜ
Mendilim mavi dallı
Ucunda lira bağlı
İşittim yarim hasta
Acıdım vah zavallı

Canım yelelellim çillenmiş
Çınarlar çiçeklenmiş
Aşk olsun yarim aşk olsun
Mendilim mavi dallı

HACI ARİF TÜRKÜSÜ
Şu dereyi geçelim
Atlara yonca biçelim
Aman aman
Hallerim yaman

Dam üstünde gezerim
Al kiremidin ezerim
Ben Hacı Arifin kızıyım
Sere serpe gezerim

Aman aman
Hallerim yaman

Bugün hava yağmurluk
Alı ayağında çamurluk
Kızın gönlü var ama
Anasında gavurluk

Aman aman
Hallerim yaman

Küp dibinde bulgunun
Ben mollaya vurgunum
Verirsen mollaya ver
Ben cahilden yılgınım

Aman aman
Hallerim yaman

Sarı pabuç giyelim
Has bahçeye gidelim
Hacı babam duyarsa
Tay boşanmış diyelim

Aman aman
Hallerim yaman

Kara inek yoğurdu
Fadimem oğlan doğurdu
Oğlan da yere düşmeden
Vay baba diye bağırdı

Aman aman
Hallerim yaman

Hacı Arifin katırı
Yükledikçe götürü
A benim hacı babam
Fadime de seni batırı

Aman aman
Hallerim yaman

KEKLİK TÜRKÜSÜ
Tarlada keklik kovarım
Düştüm de dizimi ovarım
Kaybettim eşimi ararım
Ah yavrum alaydım seni
Bağrıma saraydım ben seni

Ağalar kervan geliyor
Dertlere de derman geliyor

Tarlada alıç ağacı
Dibinde keklik pilici
Geliyor canlar alıcı
Ah yavrum alaydım seni
Bağrıma saraydım ben seni

Ağalar kervan geliyor
Dertlere de derman geliyor

Tarlada keklik dolaşır
Kakması da al kana bulaşır
Herkes yarine dolaşır
Ah yavrum alaydım seni
Bağrıma saraydım ben seni

Ağalar kervan geliyor
Dertlere de derman geliyor

Ben bir keklik olaydım
Yol üstüne konaydım
Gelen geçen yolculara kara gözlüm
Ben yarimi soraydım

Ak taşı kaldırsakır
Yıkını öldürseler
Yari güzel olanı
Cennete gönderseler

Karanfil katar oldu
Ayrılık beter oldu
Sürmeli gözlü hanımım
Gözümde tüter oldu

Keten gömleğim ensiz
Naile'm olamıyom sensiz
Koynuma yılan girsin
Nasıl yatiyon bensiz.

YASAK TÜRKÜSÜ
Ben giderim ardına
Cihan derler adına
Derelerim çay oldu
Doyamadım tadına

Yalan mıydı Yaşar
Karakolda doğru söyler
Mahkemede şaşar

Pencerenden kar geldi,
Ben de sandım yar geldi,
Terzi, gözün kör olsun
Yelek yare dar geldi

Yalan mıydı...

Karşıdan gelen atlı
Altında kilim katlı
Ananı babam sağ olsun
Hepsinden yar tatlı

Yalan mıydı...
 
ŞATNER TÜRKÜSÜ
Şible'nin önünde çeşme
Çeşmenin taşları geçme
Tosun Mehmet, peşime düşme
Vur vuralim kana boyansın
Salıver uykudan uyansın

Şible'nin önünde cami
Caminin taşları mavi
Tosun Mehmet sözüne kavi
Vur vuralım kana boyansın
Salıver uykudan uyansın

DÖNÜDÖNÜVER TÜRKÜSÜ
Var gel çantası elinde
Altın saat belinde
Yolladığım mendili
Göremedim elinde

Haydi yarim dönüdönüver yarim
Sofada çöküçöküver yarim

Bağa girdim üzüme
Üzüm attım ağzıma
Yar aklıma gelince
Dizildi boğazıma

Haydi yarim   

Bağa girdim üzüm yok
El yarinde sözüm yok
Ben yarimi bulmuşum
Başkasında gözüm yok

Haydi yarim...

CİCİ BABUCUM CİCİ
Cici babucum cici
Gezdiğim çimen içi
Benim de yediceğim
Kavrulmuş badem içi

Ya lelli ya lelli, ya lelli ya lelli
Amman aman civanım pek yandım

Gidin bulutlar gidin
Yarime selam edin
Yarim tatlı uykuda
Uykusun haram edin

Kaleden indim aşağı
Topladım arpa başağı
Yar mevlam seversen
İn merdivenden aşağı

KASAP MEHMET TÜRKÜSÜ
Mehmed'im Memmed'im gel yat dizime
Sürmeler çekeyim ela gözüne
Uyma dedim uydun eller sözüne
Yandım kasap Mehmet yandım elinden
Kader de böyleymiş ne gelir elden

Hastane önünde bir yeşil çadır
Çadırın içinde Mehnıed'im yatır
Şimdiki ahbablar saymıyor hatır
Yandım kasap Mehmet yandım elinden
Kader de böyleymiş ne gelir elden

Kaplıca'da havuz etrafı yavuz
Önümüzde kara şişe mezemiz karpuz
Yeniyol'dan yetişti eniştem Hafız
Yandım kasap Mehmet yandım elinden
Kader de böyleymiş ne gelir elden

DİVİDİl VAR
Dividi var kalemi var yazı yazarlar
Bir eline sünger almış yazı bozarlar
Şimdi zamane kızları kol kola gezerler
Ah ağlarım da ağlarım karalar bağlarım
Tabibimsin a sevdiğim, yanar yanar döner ağlarım.

TURNA TÜRKÜSÜ
İki de turnam geliyor aklı karalı
Birini şahin vurmuş göğsü yaralı
O hanımın bilmem aslı nereli
Kol kol olmuş geliyor çifte kumrular
Kol kol olmuş geliyor garip turnalar

İnme turnam inme sen bu pınara
Avcı tuzak kurmuş var yolunu ara
Bizini işimizi allah onara
Kol kol olmuş geliyor garip kumrular
Kol kol olmuş geliyor çifte turnalar

DAĞ TÜRKÜSÜ
Beyler bahçesinden armut sallanır
Yağmur yağar silahlarım ıslanır
Bir gün gelir deli gönül uzatır

Aşırdılar karlı dağdan Keşiş'ten hey
Ayırdılar akranımdan eşimden hey

Yılana bak yılana înce bele dolana
Ben yarimi kaybettim Beşibirlik bulana
Yılan aktı kazele Meyil verme güzele
Vallah billah kan ederim Yarim ile gezene.

ŞEKERİM TÜRKÜSÜ
Suya gider su testisi kırılır
Eve gelir gül benzini soldurur
Bu dert beni iflah etmez öldürür
Şekerim şekerim ben şekerimden isterim
Şeker hanımı kaymak ile beslerim

Suya gider bir elinde tası var
Tasının içinde üç elması var
Benim yarim benden gayri nesi var
Şekerim şekerim ben şekerimden isterim
Şeker hanımı kaymak ile beslerim

Bizim evde yüksek bina bulunmaz
Yolla selamımı bizde zayolmaz
Vann söylen annem evde razolmaz
Şekerim şekerim ben şekerimden isterim
Şeker hanımı kaymak ile beslerim

Varın bakın sandığında nesi var
Sırmalı yemeni al püsküllü fesi var
O yarin benden başka nesi var
Şekerim şekerim ben şekerimden isterim
Şeker hanımı kaymak ile beslerim
 
SANİYE TÜRKÜSÜ
Karşıdan karşıya aman aman olur mu a yarim
Ellerim koynumda aman merhamet eyle
Sen kimin yarisin gel doğm söyle

Kalemdir kaşların eğmeli değil mi
Eladır gözlerin sürmeli değil mi
A kız da annen seni bana vermeli değil mi

Karşıdan geliyor binbeşyüz atlı
İçinizde yok mu Saniye adlı
Meyvalar içinde şeftali tatlı

Kalemdir kaşların eğmeli değil mi
Eladır gözlerin sürmeli değil mi
A kız da annen seni bana vermeli değil mi

EFE TÜRKÜSÜ
Alıverin martinimi destime efem
Bine idim kır atımın üstüne
Beşyüz atlı gelemedi üstüme

Tatlı uykulardan uyanamadım
Top zülüflüm, çakmm senden ayrılamadım

Bir incecik yol gidiyor Yemen'e
Ilgın ılgın al kanım akıyor çimene
Selam söyle benim nazlı yarime

Tatlı uykulardan uyanamadım
Top zülüflüm, çakırım senden aynlamadım

Efeleri Çamlıca'da hastılar
Cepkenini çam dalına astılar
İkimizi bir tahtada kestiler

Tatlı uykulardan uyanamadım
Top zülüflüm, çakmm senden ayrılamadım

Ninniler
Yusuf Ziya Demirci tarafından derlenmiş Bursa ninnilerinden örnekler:
Kız çocuklar için:
Yağmur yağar daşta kurur ninni
Altın saat beşte varur ninni
Benim yavrum geç de uyanır ninni
Benim yavrum bin develidir ninni
Kapusu altın sürmelidir ninni
Benim yavrum çift kölelidi; ninni
Ak kasenin yoğurdu ninni
Seni kimler doğurdu ninni
Seni doğuran ana ninni
Kaymakla mı yoğurdu ninni
Bahçeye kurdum salıncak ninni
Uyumadı yumurcak ninni
Seni gidi yaramaz ninni
Şimdi annen gelecek ninni
Sana meme verecek ninni
Dağda tavşan izi var ninni
Tavşan beyin kızı var ninni
Atayım desem halim yok ninni
Alırlar diye canım yok.
Ninni kızıma ninni
Ak dandilli dandilli
Medreseler kandilli
Yaksın kızım otursun
Görsün oğlanlar kudursun
Ninni kızıma ninni

Erkek çocuklar için:
Ayda oğluma aydası ninni
Ne zaman değer faydası ninni
Yaz değmezse güz değer ninni
Acele etmesin babası ninni
Ninni ninniden gelir ninni
Oğlan mektepten gelir ninni
Cuz kesesi boynunda ninni
Okuya okuya gelir ninni
Hu çeker, hu çeker ninni
îki çeker bir bakar ninni
Oğlum yürekler yakar ninni
Destini sal destini sal ninni
Git bakaldan fıstık al ninni
Fıstığı kır da ye ninni
Havana koy döv de ye ninni
Uyu gözün süzülsün
Kapına kullar dizilsin
Alnına hayır yazılsın
Hayırlıdır yavrum ninni
Ninni oğluma ninni
Ay ay desem yaraşır
Gül bahçeler dolaşır
Gül bahçenin içinde
Ninni ninni yakışır
Ninni oğluma ninni
Ninni ninni ninnisine
Ninniler derim kendisine
Almış oğlum kalemini
Mektup yazar teyzesine
Dandini dandini dan ister
Annesinden don ister
Ketenlerden beğenmez
Kumaşlardan don ister
Ninni
Dandini dandini danalı bebek
On parmağı kınalı bebek
Hem huridir hem melek
İki kollu sıvalı bebek
Ninni
Dandini dandini danadan
Bağışlasın yeni yaradan
Kayıp etmesin aradan
Ninni
Ay dede ay dede
Külahın nerede
Teknede kaldı teknede
Birisini bana versene
Allahtan istesene
Ninni

Halk oyunları
Uludağ Türkmen oyunları:
Geleneksel nitelikteki bu halkoyunları canlı ve ritmik yapıdadır, iki veya daha çok kişiyle karşılama ve halka biçimiyle oynanır. Ekip oyunu özelliği taşır.
Yöreye özgü oyunlarda el, kol bağlantıları yoktur. Ellerde genellikle zil ya da kaşık gibi ritm araçları bulunur.
Bu oyunlar "Güvende", "Sekme (Yüksek Hava)", "Düz Oyun", "Büyük Oyun (Alçak Hava)" ve "Cezayir (CezaYeri)" adlarıyla bilinir.
Güvende: Bölge Türkmen köylerinde bilinip oynanan bu oyunun dans ve ezgi yönünden birden fazla çeşidi vardır. Bunlardan bazıları şöyledir:
"Oğlan adın İsmail", "Usul Usul" ve "Kıyıdan".
Ritm, dört dörtlüktür. Canlı ve kıvrakça çalınıp oynanır. Ezgileri iki bölümdür. Birinci bölümü giriş, ikinci bölümü oyun bölümüdür. Sözlü ve sözsüz oynanabilir.
Güvende (Güvendi), bir oyuncunun kendine en yakın saydığı ve inandığı diğer bir oyuncuyu oyuna kaldırarak, birlikte oynamalarıdır. Cebel, Güney, Sefer, Işıklar köylerinde bu oyunun iki ya da daha fazla kişi tarafından oynandığı da görülmektedir.
Sekme (yüksek hava): Yüksek hava denilen bu oyun 8/9'luk ölçülü aksak tartımlıdır. İki ya da daha fazla oyuncu tarafından oynanır. Ezgileri üç bölümden oluşmuştur. Birinci bölümü güvende de olduğu gibi giriş adı verilen oyunun giriş bölümüdür. ikinci bölümü ezginin sözlü bölümüdür. Oyun bu bölümde karşılıklı varma-gelme biçiminde devam eder. Daha sonra oyunun üçüncü ve son bölümüne meyanla geçilir. Yeniden giriş ezgisi ile son bulur. Oyun ritm yönünden aynı hızlılıkla devam eder. Canlı coşkulu bir oyundur. Son bölümde sekmeye geçilir. Oyunda sekme hareketi olduğundan bu oyuna "sekme" adı verilmiştir.
Keleş'te oynanan çeşidine Keleş Sekmesi adı verilir. En çok bilinen ezgileri "Aşalım aşalım" ve "Merdivenim Kırkayak"tır.
1940 Ağustos ayında Bursa Halkevi'nin Ar Komitesi'ne bağlı bir "Halk sazı, halk türküsü ve oyunları kolu" oluşturularak faaliyete geçilmiş ve Bursa'ya ait türkülerden bir bölümü derlenerek notaya alınmıştır. Özellikle Bursa'nın öz malı olan "Güvende" oyunu ve kadınların da oynadıkları "Sekme" oyunu böylece unutulmuş durumdan kurtarılmıştır.
Düz Oyun: Yörede erkeklerin oynadığı 2/4 ya da 4/4'lük ölçülü ezgisi çiftetelliyi andıran sözsüz oyunlar ile kadınlar tarafından oynanan 4.5 zamanlı 8/9'luk aksak tartımlı ezgilerinde düz bir yapıya sahip oyunlar için "Dar oyun" terimi kullanılmaktadır. Ancak kadınların oynadığı "Menevşesi tutam tutam" (Menekşeli Gelin) adlı oyuna kız oyunu adı verilmiştir. Değişik ezgi, dans ve ritm yapısına sahip düz oyunlara rastlanmaktadır. "A Fadimem", "Bursa'nın Ufak Tefek Taşları", "Dereler Doldu Taşınan", "Tren Yolunda Çiçek" gibi...
Büyük Oyun: Keleş, Harmancık, Domaniç, Tavşanlı Türkmen köylerinde bu oyunun diğer bir adı da "Domaniç Oyunu "dur. Aksak ve değişik bir ritm yapısına sahiptir. 8/9'luk havalarla grupça halka biçiminde oynanır. Oyunun son bölümünde yere diz vurma figürü vardır. "Derelerle doldu tüfek yankısı, Azimem, Çıkma dışarılara gün vurur seni" gibi türkülerle davul, zurna ve kudüm eşiğinde oynanır, Çok etkileyici bir görünümü vardır.
Cezayir (Cezayeri): Bu parça anayurttan ayrılırken ulusun duyduğu üzüntü ve acılan, müzik ve jestlerle anlatmaktadır. Cezayir, uzun yıllar Osmanlı İmparatorluğunun himayesinde kalmıştır. Cezayir'in 1892'de Fransızlar'ın işgali sırasında Müslümanların katledilmeleri üzerine yakılmış bir ağıt olduğu sanılmaktadır. Bu bölgede ezgisi uzun hava ve kırık hava olarak çalınmaktadır.
Ritmi ağır ve acılıdır. Hemen her kınada geline oynatılmaktadır. Köylere gelin almaya gidilirken davul, zurnayla çalınır, gençler de at yarıştırırlar. Bu yüzden "At koşturma havası" da denilmektedir.Kaşık ve bakır çalınarak ritm tutulur.
Oyunların özellikleri: Oyunlar en az iki ve daha çok kişi tarafından, karşılama ve halka biçiminde oynanır. Yöre oyunları türkülü ve türküsüz olmak üzere iki önemli özellik gösterir. Toplumsal ve dinsel nitelikteki bazı katı töreler ve nedenler yüzünden Uludağ'ın çoğu Türkmen köylerinde kadın ve erkek bir arada eğlenmezler. Bu nedenle erkek çalgıcılar kadınların eğlence toplantılarına katılmazlar. Çalgı çalan kadınlara da iyi gözle bakılmadığından kadınlar oynadıkları oyunlara kendileri bakır çalıp türkü söyleyerek eşlik ederler. İşte bunun için kadın oyunları mutlaka sözlüdür.
Eşlik eden çalgılar:
a- Nefesle çalınanlar: Kaval, zurna, gırnata (klarnet).
b- Yayla sürtülerek çalınan telli çalgılar: Kemane, keman.
c- Mızrap (terene) ile çalınan telli çalgılar: Bağlama, (cura), üçtelli, yapak, divan (cümbüş, Bulgari)
d- El ve çanakla ya da birbirine vurularak çalınan ritm çalgıları: Davul, kudüm, darbuka, bakır, kaşık, zil, zilli maşa.
Yörede iki türlü çalgı topluluğu vardır. Bölgeye Türkmenlerle birlikte gelen davul, zurna ve kudümden oluşan çalgı topluluğu ile, sonradan bunların yerini alan klarnet, keman, cümbüş, darbukadan oluşan çalgı topluluğu.
Keleş ve Harmancık köylerinde çoğunlukla bilinci tip çalgı topluluğu geleneği sürdürülürken, Orhaneli ve yöresinde ise ikinci tip çalgı topluluğuna rastlanmaktadır.
Nesneler: Bunlar genellikle ritm aracı olarak kullanılmaktadır, başlıcalari:
a- Elde bulunanlar: Bölgede oynanan kadın ve erkek oyunlarında oyuncuların birbirlerini tutmaları, el ve kol bağlantıları yoktur. Bunun nedeni de ellerinde kaşıklarla ziller bulunmasıdır.
b- Üzerinde bulunanlar: Kadın oyuncular bellerindeki gümüş kuşaklara "cıngıllı magraması" adını verdikleri bir şey takarlar. Erkek oyuncuların üzerinde böyle bir şey yoktur.
Oyunlarda çıkarılan sesler: Yöredeki erkek oyuncular, oyunun coşkulu anında "Ühü dee... Hc deee... Ühü ûüüüü..."gibi naralar atarak, oyunun kıvraklığını sesle besler, oyunla müziğin uyumunu bir kat daha artırırlar. Oyunun akışı ve coşkulu yanı bu naralarla bütünleşir. Aynı coşkuyu bütün oyuncu ve izleyenlerin paylaşması, tinsel birleşmeyi pekiştirerek oyunun havasını sürükler.
Halk bilimi, bir toplumun benliğinin ve sosyal yapısının aynasıdır. Halkoyunları; töre, örf, gelenek ve görenekleri iyi koruyarak sonraki kuşaklara aktarmakta önemli araç olmuşlardır.
Halk arasında gelenek ve göreneklerin eşdeyişle törelerin birey ve toplum üzerindeki etkisi tartışma götürmez. Gelenek ve göreneklerin zamanında dinin bile yerini alması, bölge oyunlarının "otantik" değerinin yitirilmemesi sağlanmaktadır.
Dayanışma ile dostluk, iyilikseverlik, insana saygı, konukseverlik temalarına hemen hemen her türkü ve oyunda rastlanır. Oyunların pek çoğunun karşılama biçiminde oluşu, (yörede karşılama sözcüğü, konuğa saygı ve sevgi gösterisi olarak konuğa karşı gidilmesi ve konak yerinden daha uzakta buyur edilmesi anlamına gelir) ayrıca oyunlarda yere diz vurarak izleyenleri selamlama, saygının, bağlılığın ve insancıl düşüncenin açığa vurulmasıdır.
Yerli olmayan halkoyunları: Bunlar başlıca "Çiftetelli", "Köroğlu", "Artvin" ve "Rumeli Horonları"dır.
Çiftetelli: İstanbul ve çevreside oynanan bu oyun, yaygın biçimiyle Bursa yöresine gelmiş ve benimsenmiştir.
Köroğlu: Girişin son bölümünü oluşturan ve bıçaklarla oynanan Köroğlu, kahramanlık duygularını coşkulu bir biçimde dile getirir. Ülkemizin birçok yerinde olduğu gibi Bursa yöresinde de oynanmaktadır.
Artvin Horonları: Batum ve Artvin'den gelerek Bursa'nın çeşitli köylerine yerleş¬miş olan Batumlu ve Artvinli yurttaşlarımız tarafından oynanan bir oyundur. Çok çevik hareketleri, özgün figürleri olan horonlar tulum, zurna, gayda eşliğinde oynanmaktadır.
Rumeli Horonları: Makedonya yöresinden gelip Bursa'nın Demirtaş beldesi ve bazı köylerine yerleşen yurttaşlarımızın halk oyunlarıdır. Rumeli'nin Türkler tarafından alınması üzerine atalarımızın, anayurttan götürdükleri çalgı ve bütün özellikleri ile altı yüzyıl süreyle korumayı başardıkları
Cigos" ve "Hora" oyunları, halkbilim açısından değerli oyunlardır.
Kılıç-Kalkan Savaş Oyunu ' Bak. KILIÇ-KALKAN SAVAŞ OYUNU
Bursa'da kaşık ve kaşık oyunu Bak. KAŞIK ve KAŞIK OYUNU

Şölenler
Bak. ŞÖLEN

Bursa Ve Uludağ Yöresi Halk Oyunları
Bursa Halk Rakısları
Neşe, elem, aşk ve kahramanlık gibi duyguların milli ruh ve karaktere uygun bir tarzda hareket ile ifadesi olan halk rakısları bize nesilden nesile intikal eden ecdat yadigarı, milî ananelerimizden biridir.
Müstakbel Türk operası, senfonileri ve süitleri için zengin ritim incelikleri taşımakta olan rakıslarımız, genç bestekârlarımıza feyizli bir ilham kaynağı teşkil etmekte olduğu cihetle yurdun her tarafında halk türküleri gibi halk rakısları da derlenerek bunların vasıfları hakkında kitaplar, makaleler neşredilmektedir.
Bursa Halkevi de kendi çevresinde bulunan halk türkü ve rakıslarını derlemek, bunları halka tanıtmak maksadile Ar Komitesi'ne bağlı bir "Halk Sazı ve Halk Rakısları" kolu teşkil etmişti. Bu kolun çalışmalarıyla ben de yakından ilgili bulunduğumdan Bursa halk türkü ve rakısları hakkında şimdiye kadar tespit edebildiğim malumatı neşrediyorum.
Bursa'nın şehir ve köylerinde şu oyunlara tesadüf edilmektedir:
1- Güvende,
2- Sekme,
3- Çiftetelli,
4- Köroğlu,
5- Artvin horonları
6- Rumeli horaları.
Güvende ve sekme, Bursa'ya ait yerli halk rakıslarındandır. Çiftetelli zannedildiğine göre, İstanbul'da; Köroğlu ise, Anadolu'nun birçok yerlerinde oynanılan bir oyun olup Bursa'ya da gelmiş ve halk arasında rağbet bulmuştur.
Artvin horonları, Batum'dan, Artvin'den gelerek bir kısım köylere yerleşmiş olan Batumlu ve Artvinli yurttaşlarımızın oyna-dıkları oyunlardır.
Çok çevik hareketleri, orijinal figürleri olan horonlar tulum, zurna-gayda refakatiyle oynanılmaktadır.
Makedonya havalisinden gelip Demirtaş ve diğer bazı köylerde iskân edilen yurttaşlarımızın davul zurna ile oynadıkları Cigos ve Hora ismindeki oyunlar, üzerinde ehemmiyetle durulmağa layık bir mevzudur. Rumeli'nin fethi üzerine, oralarda yerleşen ecdadımızın anayurttan götürdükleri çalgılarile ve bütün hususiyetleriyle birlikte altı asır kadar muhafazaya muvaffak oldukları bu oyunlar, Folklor bakımından tetkike değer bir kıymet taşımaktadır.
Güvende ve sekme oyunları, bağlama, cura, saz, kemane (köylünün yaptığı bir keman) davul, zurna ile çalınan türkülü oyun havaları olup, iki kişi tarafından karşılıklı olarak oynanılmaktadır.
8/9'luk aksak bir temposu olan sekmeye mahsus birçok oyun havaları vardır. Güvende için ise yalnız "Oğlan adın İsmail" diye başlayan ve 4/4'lük usul ile çalınan bir oyun havasından başkasına rastgelmedim. Güvendenin tespit edebildiğim bir notası güftesiyle birlikte Uludağ'ın 39-40'ıncı nüshasında çıkmıştı.
Güvende oyun havasına ara nağmesiyle başlanırken, oyunu oynayacak olan iki kişi ağır, vakur bir tavırla meydana çıkar. Şöyle bir iki dolaştıktan sonra türkünün ilk mısralarında kollarını yukarı kaldırıp oyuna başlarlar, oyun kendine mahsus tavır ile figürlerle türkünün neşeli musikisine uyarak çevik hareketlerle devam eder. Heyecan arttıkça seyircilerin takdir ve teşvik nidaları oynıyanları bir kat daha coşturmakta, maharetlerini göstermeye sevk etmektedir.
Sekme oyununun, 8/9'luk aksak bir tempo ile ve iki kişi tarafından oynandığını yukarıda arz etmiştim. Aksak olan dördüncü temposunda hafif ve zarif adımlarla yapılan sekme hareketleri bu oyunun bariz vasıflarını teşkil etmektedir.
Evvelce kına, düğün, halvet eğlencelerinde sekme oyunu kadınlar arasında çok muteber bir oyun ise de, son zamanlarda Bursa'nın bu güzel ve karakteristik oyunu unutulmuş gibidir. Şimdi bu eğlencelerde çiftetelli oynanmakta, daha gençler ise, ut, keman, def ve darbukadan mürekkep çalgı takımının çaldığı dans havalarıyla dans etmektedirler.
Bir zaman, ihtiyar, genç birçok Bursalıların oynadıkları güvendenin adını bile işitmemiş 35-40 yaşlarında yerli halktan birçok kimselere esefle tesadüf ettim.
Zengin bir tabiat güzelliği içinde neşe ve saadeti, nefse olan itimadı, asil hareketlerle ifade eden bu rakısların unutulup gitmesine gönül asla razı olmamalı. Bilhassa Bursa gençliğinin dedelerinden yadigar kalan bu güzel oyunlarına karşı sevgi ve alakasını kuvvetlendirecek esaslı tetbirler alınmalıdır.
Her gün bir zerresi kaybolan bu rakısların hakiki şekillerini tespit ve muhafaza için bir an evvel filme alınmasını temenni ederiz.

Güvende oyun havası
Oğlan, adın ismail İsmine oldum mail
Aman aman beyim aman
Bir şeftali versene
Hem sevaptır hem hayır
Bir o yandan, beş hu yandan
Öldüm yare yalvarmaktan
Kemer kaymış ortasından
Ne    ...
Oğlan, adın hem Bekir
Çevreyi doldur gelir
Aman aman   
İstanbul'a gidersen
Çekirdeksiz nar getir
Bir o yandan   
Öyledir, yar öyledir,
Aşkın beni söyletir
Aman aman   
Almış yarı dizine
Bülbül gibi söyletir
Bir o yandan   
Nazından, yar, nazından
Sürmesi gitmez gözünden
Aman aman   
Bursa dilber kızından
Edasına nazma yandığım
Bir o yandan   
(Mart-Nisan 1941 tarih ve 45-46 sayılı Uludağ dergisinden)

Uludağ'da halk rakısları
Halkevlerinin onuncu yıldönümünü kutlama töreninde hazır bulunmak üzere, Orhaneli Kazası'nın Pınar köyünden Süleyman Aydın; Karaoğlanlar köyünden zurna ve keman çalan Mehmet Apak, Cebelgüney'den kemancı ve zurnacı Halil İbrahim Ceylan, Halil Bakış, Ahmet Koçlu, Hacıahmetler köyünden Mustafa Teyit'ten müştekkil altı kişilik bir çalgı ve oyun kolu, vaki olan davet üzerine Bursa'ya gelmişti.
Değerli Müze Müdürümüz Ali Rıza Yalgın bu yaz Uludağ'da yaptığı tetkik seyahatinde folklor ve etnografya bakımından elde ettiği intibalarıni Açıkses gazetesinde neşretti. Bu neşriyat ile, Uludağ'da müzik folkloruna ait zengin tetkik mevzuları bulunduğunu meydana koymuş oldu.
Bu sebeple Uludağ'ın halk sanatkârlarını aramızda görmek fırsatından memnun olarak hemen kendilerile tanıştık; Halkevinde bu heyetin Türkülerini dinliyerek oyunlarını seyrettik.
Ali Rıza Yalgın Çukurova'da Türkmenler arasında geçen 20 senelik tecrübeli bilgisine dayanarak eline kalemi aldı; sorularına heyet tarafından verilen cevapları tespite başladı.
Ben de müzik ve rakıs üzerine dikkatimi toplıyarak elde ettiğim intibaları naklediyorum:
Keman ve zurnayı aynı maharetle çalıyorlardı. Daha ziyade zurnayı meydanlarda, kemanı da kapalı yerlerde çalmakta olduklarını söylediler Mehmet Apak, aynı zamanda mükemmel bir okuyucuydu.
Süleyman Aydın, rakıs sahasında başlı başına bir varlık... Köyünde mal, mülk, davar sahibi, vakti hali yerinde olan Süleyman, çocukluğundan beri bu rakıslara büyük bir aşkla bağlanmrş. Yaşı hayli ilerlemiş olmasına rağmen bir delikanlı çevikliğiyle raksetmesi, dikkatleri üzerine çekmekteydi. Diğer arkadaşları oyunda olduğu kadar, türkü söylemekte ve davul çalmakta da mahir kimselerdi. Bilhassa Halil Bakış'tan derlediğim dört türküyü notaya alırken, cümlelerin tekrarında, ritimde en ufak bir değişiklik yapmadığı gibi melodide koma farkı bile göstermeden tekrarları yapmakta idi. Takdirlerimizi beyan ettiğimiz zaman bu heyet, Uludağ'da kendilerine eş olacak daha birçok halk sanatkârları bulunduğunu bize bildirdiler. Bundan memnuniyetimiz bir kat daha arttı.
Bize eserlerini dinletmeden evvel Mehmet Apak, çalacakları havaların ve oynayacakları oyunların bir şemasını verdi. Kendi tabirleri ile (fasıl) adı verilen bu şema iki kısımdan ibaretti:
1- Müzik kısmı
2- Rakıs kısmı,
Müzik kısmı, usullü ve usulsüz havalardan:
A- Fıraklama,
B- Ağır hava,
C- Alaçam yahut Yedibenli.
Fıraklama: Gurbetlik, hasretlik duygularını,
Ağır hava: Kahramanlık, yiğitlik destanlarını,
Yedibenli: Aşk hicranlarını terennüm eden parçalardır.
Dinlediğimiz bu melodiler Asyaî koku ve renkler taşımaktadır. Melodiyi çalan birinci kemana, ikinci keman uzun seslerle refakat etmektedir. Güfte, birinci kemanı, çalan tarafından resitatif şekilde okunmaktadır.
Bugün Balkan radyo merkezlerinden dinlediğimiz armonileştirilmiş Balkan halk havaları, bizim Uludağ halk sanatkârlarının çaldıkları bu melodilerden izler taşıdığı hissini vermektedir.
Rakıs kısmı yedi parçadan ibarettir:
1- Köylü ve şehirli güvendesi,
2- Yüksek oyun,
3- Alçak oyun,
4- Kırık oyun,
5- Kız havası,
6- Cezayir:
A-Yalnız müzik,
B-Müzik ve rakıs,
7- Köroğlu.
Güvende: 2/4'lük tempolu Bursa güvendesinden söz ve müzik itibarile ayrı bir parçadır.
Yüksek oyun: 9/8'lik tempoda, canlı ritimleriyle hareketli ve neşeli karakterde bir
oyundur. Bu oyunda aksak tempodaki sert hoplamalar oyunun bariz vasfını teşkil eder.
Alçak hava (Düz oyun): Erkek ağzından,
Kırık hava: Kız ağzından söylenilen 2/4'lük tempolu, aşk duygularını ifade eden şen ve şakrak oyunlardır. Kırık havanın temposu, alçak havadan daha çabuktur.
Kız havası: 9/8'lik tempoda bir oyun havası olup gaip halinde de oynanılmaktadır.
Cezayir: Bu parça, anayurttan ayrılırken milletin duyduğu elem ve acıları, müzik ve jestlerle ifade etmektedir.
Köroğlu: Faslın final kısmını teşkil eden ve bıçaklarla oynanılan Köroğlu, kahramanlık duygularını heyecanlı bir şekilde gösteren ve yurdun birçok yerlerinde oynanılan bir oyundur.
Köroğlu'ndan maada bütün oyunlar kaşık ve parmaklara takılan zillerle oynanılmaktadır. Bu da gösteriyor ki Uludağ, kaşıklı oyunlar bölgesine dahildir. Bu kaşık ve zillerle oyun havalarının ritim incelikleri çok hisli ve mahirime bir şekilde belirtilmektedir.
Oyuna kalkanların, faslın sonuna kadar bütün oyunları oynaması âdettir. Faslın her havasından, benzeri olan başka parçalara geçilerek oyun uzatılabilir de...
Uludağ'da çalgı olarak davul, zurna ve köylünün kendi yaptığı kemane kullanılmaktadır. Yarım asırdan beri bağlama, yerini bu kemaneye terkettiği, M. Apak ve arkadaşlarının ifadesinden anlaşılıyor. Şimdi daha ziyade Avrupa yapısı kemanlar kullanılmaktadır. Kemanın tutuş tarzı, çenelik kısmı aşağı, sap yukarıdadır.
Keman, normal diapazondan bir ton aşağı ve (mi) teli (re)'ye indirilerek akort edilmektedir.
Davul zurnaya tokmakla, kemana da parmaklarla vurarak eşlik edilir.
Dinlediğimiz havalardan, seyrettiğimiz rakıslardan bilhassa Orhaneli köylerinde zengin müzik folkloru kaynakları bulunduğu anlaşılıyor.
Bursa'nın diğer kaza ve köylerine nazaran Orhaneli köyleri, coğrafi durumu dolayısiyle âdet, anane, düğün, kıyafet, müzik ve rakıslarını bugüne kadar muhafaza etmiş ve onları yaşatmağa muvaffak olmuştur.
Ancak her şeyin süratle değiştiği bir devirde bu bölgenin de bundan müteessir olmaması mümkün değildir. Binaenaleyh bunları bir an evvel derlemek işinde, ilgililerin lâzım gelen tedbirleri ele alması ve bu hususta Bursamızın sayın hemşerileri bulunan Devlet Konservatuvarı Müdür Orhan Saik Gökyay, Devlet Konservatuvarı muallimlerinden Halil Bedii Yönetken ve Mahmut Ragıp Kösemihal gibi zevatın değerli yardımlarının temin edilmesi temenni olunur.
 
KÖYLÜ GÜVENDESİ
Bindim atın birine
Geçtim Ununeli'ne
Ununeli'nin kızları
Çakır ale (ela) gözleri

Alçacık duvardayım
Baş açık hovardayım
Nerede güzel varsa
Bilin ben oradayım

Bahçelerde balkabak
Elimde altın tabak
Beni beğenmez iken
Vardığın adama bak

Dere geliyor dere
Kumunu süre süre
Al götür beni dere
Yarin olduğu yere

KIZ HAVASİ
Menevşesi tutam tutam
Arasına güller katanı
Gel ikimiz bile (bir) ya tam

Sen gel menevşeli gelin
Gelin gelin allı gelin
Al yanağı ballı gelin

Menevşe buldum derede
Sordum evleri nerede
Üç kız bir oğlan arada

Nakarat

Menevşesi boyun eğmiş
Yaprakları suya değmiş
Kız seni seven (oğlan) ölmüş

Nakarat

Giyim-kuşam ve beslenme özellikleri
Yöresel giysiler: Günümüzde Bursa ve çevresinde kentlerde ve kırsal alanın çoğunluğunda, çağdaş erkek giysileri giyilmektedir. Kırsal alanda, kadın giysileri konusunda çağdaş giyim anlayışının egemen olduğu söylenemez.
Keleş ve Orhaneli yöresindeki Türkmen köylerinde, geleneksel Türkmen giysilerinin, çok yavaş bir değişime uğramış bulunmasına karşın, günümüzde de kullanıldığı (özellikle kadınlar tarafından) görülmektedir.
Kentsel merkezlerde eski giyim: Bursa merkezinin ve kentsel alanların, eski giysilerden örneklere artık rastlanmamaktadır. Yörenin eski "erkek giysileri"nin, kesim, süsleme ve çeşitleri bakımından "efe/zeybek giysileri" ile büyük ölçüde benzerliği vardı. Pantolon yerine potur, çakşır veya dizkapağına dek inen kısa şalvar; üste de cepken ve içinde çizgili yakasız gömlek giyilirdi. Altlık, bir kemer aracılığıyla, ama kesin olarak üst üste birkaç kez sarılmış kuşakla tutturulur, kuşağın arasına kuburluk adı verilen ve silâh ya da başka şey taşımakta yararlı olan meşin taşıyıcılar sıkıştırılırdı. Başta fes veya üstüne abani sarık sarılan keçe külah bulunurdu. Ayaklarda ise çarık, mes veya yumuşak meşinden yapılmış, yanları dikişli filar yemeni giyilirdi.
"Kadın giysileri" çok çeşitli olmakla birlikte, genel olarak ayağa yün çorap, tozluk, dizlik ve kundura giyilmekteydi. Kadının asıl giysilerini ipek, sırmalı ipek, her tür kadife, bürümcük vb. kumaşlardan yapılan fistan oluştururdu. Başta genellikle fes bulunur, bunun çevresine altından veya penez adı verilen san madenden taklit süsler dizilirdi. Fesin üstünde özel biçimde yapılmış ipekli bir örtüsü olurdu. Fes süslemesinde ve fistanda boncuk da kullanılırdı. Kadın giysilerinin en çarpıcı süsü, başa takılan tepelik veya ftığ idi; bunların üzerine renkli bir şal tutturulur, bu şalın iki ucu, bele doğru serbest bir biçimde sarkıtılırdı. Ayrıca düz veya işlemeli kadife kumaştan yapılmış, kaftana benzer bir giysi de giyilirdi. Bunun yaka ağızları, önü ve etekleri sırmalarla işlenirdi. Boyu, pabuçların görünmesine engel olacak uzunlukta olurdu. Bu uzun kollu ağır giysinin beli, altın veya gümüşten yapılmış Osmanlı kemeri ile sıkılırdı.
Kentlerde ve özellikle Bursa'da, kadın giyiminin Türkmen kadın giysileriyle çeşitlendirildiği de olurdu.
Kırsal alanda kadın giyimi: Bursa yöresinde, özellikle Keleş ve Orhaneli köylerinde, geleneksel kadın giyimi iki türlüdür: "Üçetekli giyim" ve "Şalvar içlikli giyim". Bu iki giyim biçiminin özellikleri ve parçaları aşağıda verilmiştir.
Üçetekli giyim: Bu giyim, özelliğini "üçetek" ve onun altına giyilen "şalvar"dan almaktadır. "Topdon" veya sadece "ton" adı verilen şalvar, bir tür pantolon gibidir. Ağı yukarıda ve uçkurluğu düşük olduğu için, rahat hareket olanakları sağlar.
Bu giyimin başlıca parçaları şunlardır: Topdon (ton/şalvar): Pamuk-ipek karışımından dokunmuş yaklaşık 10 arşın (1arşın 68 santim) kumaştan yapılır. Paçalarının yanlan nakışlı olur, bunlara "paçalık" denilir. Çeşitli desenlerle işli paçalıklar, üçeteğin yırtmaçlarından görünür.
Gömlek (uzun köynek): Beyaz ipek bürümcükten yapılmıştır. Dize değin iner, bu bakımdan fistanı andırır. Önü pembe gül dallarıyla işlenir. Yaka ve kol ağızları da iğne oyası çiçek motifleriyle süslenmiştir.
Uçkur (yağlık): İnce ipek bürümcükten yapılmış, uçlarına sümbül motifleri işlenmiştir, bele bağlanır.
Üçetek: îpek-pamuklu kumaştan kesilerek yapılır. Üç parçalıdır. Arka parçası, yan parçalarına oranla daha uzuncadır. Yan parçaları bele sokularak giyilir. Kumaşı, türlü renklerde çiçek motifleriyle süslü olur. Yırtmaçları renkli ipek ipliği ile işlenir.
Cepken: Genellikle açık yeşil Bursa kadifesinden, içi astarlı olarak yapılır, üstü sarı bükme simle süslenir.
Şal kuşak: Renkli çizgili, ince yün kumaştan kare biçiminde kesilerek yapılır. Çizgileri arası, iğne ile işlenmiş çiçek desenleriyle süslüdür. Üçgen biçiminde katlanarak bele sıkıca bağlanır.
Gümüş kemer: Altın-gümüş karışımı veya yalnızca gümüştendir. Şal kuşağın üstüne takılır. Önünde çiçek biçimi verilmiş iri bir tokası vardır.
Şalvar içlikli giyim: Yörenin bu tür geleneksel giyimi "şalvar" ve "içlik" olmak üzere başlıca iki parçadan oluşmaktadır. Giyimin öteki parçaları, tamamlayıcı öğelerdir. İçliğin üzerine "cepken" veya pamuklu uzun "hırka" giyilebilir.
Şalvarın ve içliğin kumaşları, düz veya kare desenli ipek, çizgili çitari, alaca, kadife türleri, atlas, yünlü ve pamuklu olabilir.
Bu giyimin başlıca parçalan da şunlardır:
İçlik: Bele değin inen içlik astarlıdır. İçliğin iki ön parçası üst üste getirilerek göğsün sol yanında, yakada düğümlenir, kolları manşetli ve düğmeli olur.
Şalvar: Yaklaşık 10 arşın kumaştan yapılan şalvar, dikdörtgen kesimlidir. Ağzı düz olur ve yere değin iner. Paçaları büzülerek, ancak ayak geçecek biçimde dikilir. Kasık üstüne bağlanır. Yanlarına renkli ipliklerle çiçek motifleri işlenir. Eskiden köylülerin el tezgâhlarında, pamuk veya keten ipliğinden dokudukları bir kumaştan yapılırdı. Şimdilerde pazen veya basmadan yapılmaktadır.
Cepken: Şalvarla içliğin üstüne giyilen cepken, onlarla aynı tür kumaştan yapılmıştır. Kapitonelidir, genellikle içi yeşil astarlı olur. Çevresine yeşil, pembe, sarı ipek kordonla çiçek desenli harç işlenir.
Kadın giyimini tamamlayan parçalar, süsler ve takılar: Yukarıda başlıca iki tür "Türkmen Kadın Giyimi"nin genel olarak özellikleri ve parçaları sıralanmıştır. Ancak
bu özgün giyim kuşam kültürünü tamamlayan, daha başka parçalar, süsler ve takılar da vardır. Bunlar, her iki tür giyim biçiminin de bütünleyicileri olurlar.
Bursa Halk Eğitim Başkanlığı'nın araştırmalarına göre, yöredeki giysi alışkanlıkları köyden köye değişikliklere uğramakla birlikte, temelde aynı özelliği korumaktadır. Ancak eskiden el tezgâhlarında dokunan kumaşların yerini, günümüzde modern teknikle üretilen kumaşlar almıştır. Giysi geleneği, ulaşım olanaklarının geliştiği yerleşim yerlerinde yavaş yavaş terk edilmektedir. Örneğin en güç ulaşım koşullarının bulunduğu Keleş'e bağlı Koca-kavacık, Düvenli ve Sorgun köylerinde, 2000'lere doğru bu gelenek hemen hemen hiç bozulmadan sürdürülmekte idi.
Öte yandan katkısız birer Türkmen köyü olan Keleş'in Kıranışıklar, Alpagut ve Kemaliye köylerinde, ulaşım kolaylıklarının sağlanmasıyla birlikte, geleneklerin etkisini yitirdiği gözlenmektedir. Örneğin Orhaneli merkezinde ve Kozbudaklar, Topuk, Taraklı, Seferiışıklar, Harmanalanı, Cebelgüney ve bazı çevre köylerinde "baş bağlama" geleneği; Harmancık'la Kozağacı, Gelemiç, Avdan, Başak, Uzunöz ve Menteş'de hem "baş bağlama", hem de "kozalı kuşak" geleneği sürdürülmektedir.
Yörede kadın giyimini tamamlayan başlıca parçalar şunlardır:
Fistan (zıbın): Kentli kadının entarisi karşılığıdır. Kırmızı, siyah, bordo, yeşil veya lacivert keten kumaştan yapılır. İçine pamuklu veya basma astar geçirilir. Ön parçaları biraz daha kısadır. Arka paçanın alt tarafına sutaşı, pul, iğne ile örme dantel geçirilir. Ön parçalarına köyün geleneksel motifleri işlenir. Yakası "U" biçimlidir ve kenarlarına sutaşı geçirilir. Kolları, elleri örtecek derecede uzun ve yarıktır. Kocakavacık, Sorgun, Gelemiç ve Düvenli köylerinde giyilmektedir.
Peşkir (önlük): Köy kadınlarının bir zamanlar kendi el tezgâhlarında yün iplikten dokudukları peşkir, gelin olacak kızın özenle çeşitli motifler işlediği bir bütünleyici parçadır. Genç kadınların ve gelinlerin peşkiri süslü, yaşlılarınki ise daha sade olur. Kocakavacık köyünde "ayva göbeği" denilen ve boyama hilesi ile gerçekleştirilen bir motif işlenir. Bazılarının alt taraflarına saçaklar dikilir, ön yüzü pul veya pulvatlarla süslenir.
Güdük: Mavi, patlıcan moru, bordo veya yeşil renklerde divitin kumaştan yapılır. İçine düz veya kareli kumaştan astar dikilir. Ön kenarları ile kol ağızlarına boncuk işlemeli dantel takılarak, sutaşları ile köyün geleneksel motifleri işlenir. Uzunluğu bel hizasına kadardır. Kolları biraz kısa olarak yapılır. Gelin kızlar için pamuksuz ve simli olanına "sarka" adı verilmektedir. Motifi kavak yaprağıdır.
Kozalı kuşak: İki tip olarak yapılan bu kuşağın düz olanı 45-50 santim eninde ve 2.5 metre uzunluğundadır. Her iki ucunda da kozalı püsküller vardır. Bu püsküller, kalçalar üzerine gelecek biçimde bele dolanır.
İkinci tipte kare biçimli olup, dört kenarı da kozalı püsküllerle çevrelenmiştir. Üçgen yapılarak bele bağlanır.
Kuşakların kumaşları, genellikle koyu, hatta siyah renkli olarak yün ipliğinden el tezgâhlarında dokunurdu. Üzerinde, kuş penceresini andıran beyaz noktacıklar ve arada şuadada kırmızı-beyaz çizgiler bulunurdu.
Dizge: Yün iplikten el tezgâhlarında dokunan dizge, 4-5 santim genişliğinde ve 2.5 metre uzunluğundadır. Uçlarına tiftik veya keçi kılı tongurdaklarla mavi boncuklar takılır. Mavi boncukların (gök boncuk), kadını nazardan koruduğuna inanılır. Dizge bele dolanır, tongurdaklı kısmı arka tarafta üçetek boyunca sarkıtılır. Böylelikle hem kuşağı, hem de peşkiri tutar. Ayrıca gerektiğinde, herhangi bir şeyi bağlamakta kullanılır. Köyler arasında renk ve motif ayrılıkları vardır.
Başlık: Yörede genç kızların ve kadınların taktıkları başlık ayrıdır. Başlığın ana parçası, "al fes" adı verilen keçe yününden veya kadifeden yapılmış olan "fes"tir. Fesin tepesine kalın bir tel geçirilir, içine kadife bezler dikilerek başın büyüklüğüne göre ayarlanır. Alt kenarına da boncuk oya işleri yapılır. Fesin çevresine "penez" geçirilir. Ancak son zamanlarda penezin yerini "çatık" almıştır. Fesin iki yanından, zülüflerin üzerine boncuk ve pullardan yapılmış "sarkıtma" adı verilen süsler sarkıtılır.
Çatık: Altın veya penez denilen sarı madenden fes çevresi süsü yerine kullanılmak için yapılan, 10 santim eninde, üzeri işlemeli veya boncuklarla süslenmiş düz bir kumaştır. İşlemeleri öne gelecek biçimde, gelin telleri veya renkli ipliklerle fese bağlanır. Bunun üzerine de "oyalı yazma" örtülür. Genç kızlar evlenince, fesin üstünden "çatık" çıkarılır, bunun yerine "almalı" adı verilen bir tür yazma sarılır. Bunun üzerine de, başından nikâh geçmiş kadınlarca, ketenden yapılma ve "al" denilen bir yemeni alınır. İki cins olan al'ın gelinlik
olanına "ağır al" gündelik olanına ise "hafif al" denilir.
Ferace: Gerek üçetekli, gerekse şalvar içlikli giysiyle sokağa çıkılırken, üste uzun bir ferace giyilir, başa da ak yaşmak örtülürdü. Bursa'da kullanılan feracelerin özel bk kesimi olurdu. Feracenin yakası, arkadan bele değin inerdi. Feraceler genellikle kırmızı çuhadan dikilir, içi yeşil kumaşla astarlanıldı.
Eski Bursa'da, özellikle kent kadınları feraceli ve yaşmaklı olarak sokağa çıkarlardı. Ellerinde herhangi bir şey taşımaları gerektiğinde, bunu bohçaya sararak taşırlardı.
Çorap: ince ak yünden beş şişle örülür, genellikle pembe gül desenleriyle süslenir. Beyaz ve düz de giyilmektedir. Uzunluğu, şalvarın içine girecek kadardır.
Çedik: Ayağa giyilir, yumuşak sarı deriden yapılır. Taban astarına karanfil motifleri, sırmayla işlenir. Yörede ayrıca iki tür çarık kullanılır. Bunlarm birincisi tüylü deriden, ikincisi de dabaklanmış deridendir.
Süs ve takılar: En ilginç süsleme saçlarda görülür, çok ince olarak örülen saçlar, bir omuzdan bir omuza, boncuklar ve kurdelelerle bağlanır. Saç uzunluğu bele kadardır. Yörede süsleme olarak boncuklardan örülmüş ve adına "gıdık" denilen kolyeler de sıkça kullanılmaktadır. Başlıktaki penez ve beldeki gümüş kemerden başka, "paralık'lar da takılır. Ayrıca aralarında gümüş paralar bulunan iri boncuklarla süslenmiş kolyeler de bulunur. Bunların yanı sıra, hotozlara takılan değerli iğneler, küpeler, yüzük ve bilezikler, yöre kadınlarının takılarını oluştururlar.

Beslenme özellikleri ve yemek/tatlı kültürü
Bursa ve çevresi, sebzeden meyveye, büyük ve küçükbaş hayvan etinden balığa kadar her türlü yiyecek maddesinin bol olarak bulunduğu ve üretildiği yöreler arasındadır. Bu özelliği dolayısıyla, gerek sebzenin, gerekse hayvansal ürünlerin esasını oluşturduğu ve çeşitli tatlılarla süslenen zengin bir mutfağı bulunmaktadır.
Günümüzde, eskinin yemek kültüm ve gelenekleri büyük ölçüde terk edilmektedir. Ekonomik zorunluluklar, toplumsal değişim ve kadınların çalışma yaşamına giderek daha da çok katılmaları nedeniyle, eskinin yoğun emek ve ustalık gerektiren yemek ve tatlılarının yerini, hazır veya yarı hazır yiyeceklerin aldığı görülmektedir.
Bursa'ya özgü sebze ve meyvelerin başında, hiç kuşkusuz enginar, zeytin, şeftali ve kestane gelmektedir. Sebzelerden çeşitli konserve ve turşular, meyvelerden de komposto ve reçel yapımı, yörede ev ekonomisine önemli katkılar sağlayacak boyutlardadır. Ne var ki tarıma dayalı sanayinin gelişmesiyle, bu alandaki geleneksel üretim yöntemleri de terk edilmeye başlanmıştır.
Bursa ve çevresinin etli yemekleri de ünlüdür. Bunların başında "İnegöl köftesi" ile "İskender kebabı" gelmektedir (Bak. İNEGÖL KÖFTESİ, İSKERDER KEBABI). Yöreye özgü yemek ve tatlıların başlıcaları şunlardır:
Düğün çorbası: Ülkenin hemen her yerinde çeşitli biçimlerde yapılagelmekte olan bu çorba, yörede şöyle hazırlanır: Yoğurt, un ve biraz da su çırpılarak ateşteki et suyuna salınır. İçine hazır pişmiş kuşbaşı et eklenir, üstüne tereyağında kızartılmış domates salçası dökülerek servise sunulur.
Etli erik yemeği: Önce ince ince doğranmış soğan yağda kavrulur. Üzerine parça et konularak pişirilir. Pişmenin tamamlanmasına yakın, içine çekirdekleri alınmış ekşi yeşil erikler atılır. Biraz daha ateşte tutularak, eriğin tadının yemeğe geçmesi sağlanır.
Kereviz yemeği: Kerevizin kökleri doğranarak kuşbaşı etle birlikte pişirilir. Daha sonra limon ve yumurta ile terbiye edilir. Kerevizin zeytinyağlısı da yapılmaktadır. Bunun için zeytinyağında soğan kavrulur, kereviz kökleri ve halka halka havuç doğranarak pişirilir; az miktarda şeker de konulabilir.
Gavata: Gavata, yöreye özgü, yeşil domatese benzeyen bir sebze türüdür. Gavatalar doğranarak haşlanır ve kevgirden geçirilir. Ayrı bir yerde soğan ve yağla kavrulmakta olan koyun etinin içine dökülür. Az su eklenerek pişirilir.
Zeytinyağlı enginar dolması: En kalitelileri Bursa ile Gemlik arasındaki bölgede yetişen enginar, çok özgün nitelikleri ve tadı olan bir sebzedir. Osmanlı Dönemi'nde, burada yetiştirilen enginarlar, saraya gönderilirdi. Zeytinyağlı dolmasını yapmak için, enginarların içi oyularak tuzlu suya atılır ve bir süre bekletilir. Bol zeytinyağında kavrulan soğan, pirinç ve dereotu, bir karışım halinde enginarlara doldurulur. Az miktarda su katılarak pişirilir. Soğuk olarak yenir.
Yörede enginarın etli dolması da yapılmaktadır.
Güvercin bunu: Yağsız kıyma, az pişirilmiş pirinç ve yumurta ile yoğrulan köfteler, yarısına dek su ile dolu bir tencerenin üstüne konulmuş süzgece dizilir. Tencerenin kapağı kapatılarak, köfteler buğu ile pişirilir; daha sonra yumurtaya bulanarak kızartılır.
Gülvarak: Bursa yöresinin geleneksel tatlı türlerindendir. Bir zamanlar özellikle düğünlerde yapılırdı. İnce yufkayla hazırlanır. Yufkalar kıyışız iki tepsiye serilerek fırına verilir. Piştikten sonra, tepsilerden birinin üstüne bolca kaymak yayılır. Öbür tepsi dikkatli bir biçimde, bu kaymak döşenmiş tepsinin üstüne kaydırılarak yerleştirilir. Bolca şerbetlenerek kaşıkla yenilir.
Cennet künkü: Eskiden yapılan tatlı türlerinden biridir. İnce açılmış yufkalar kalınca bir oklavaya sarıldıktan sonra, ortaya doğru bükülerek tepsiye yerleştirilir. Ancak bu arada oklavanın çıkarılmasıyla ortaya çıkan künk biçimindeki boşluğa kaymak, ceviz vb. malzeme konulur. Böylece fırına verilen tepsi, piştikten sonra bolca şerbetlenir.
Peynir tatlısı (Kemalpaşa tatlısı): Daha çok "Kemalpaşa/Mustafakemalpaşa Tatlısı" adıyla bilinen bu tatlının en eski ustası Ahmet Tabak, ilk tatlı yapımevini 1930'da kurduğunu ve bu tatlının yapılışını, kendisine Bandırma'dan gelen bir kişinin öğrettiğini belirtmekteydi. Bilinen bu en eski ustasının anlatımıyla, Mustafakemalpaşa Tatlısı şöyle yapılıyor:
"Tatlı için en uygun süt, koyun sütüdür. Bu süt büyükçe bir kazana konularak 28-30 derece sıcaklıkta mayalanır. Pelte halini aldıktan sonra, bez süzeklerden süzülerek iyice suyu alınır. Bu taze peynir büyükçe bir leğene boşaltılır ve kıyma makinesinden geçirilir. Buna, 1 kilo peynire 75 gram un, 200 gram irmik, 3 veya 4 yumurta ve çok az karbonat hesabıyla gerekli olan malzemeler katılarak; karışım leğende iyice karıştırılır, yoğun hale getirilir. Daha sonra kesme makinelerinde, karışım ceviz büyüklüğünde kesilerek pişirme tavalarına dizilir ve fırına verilir. Fırında nar gibi kızaran tatlılar, naylon torbalar içinde satışa sunulur."
Tatlının haşlanma tarifesi de şöyle: 1.5 litre suya 1.500 gram şeker konularak ateşe vurulur. Şekerin erimesinden sonra, 50 adet peynir tatlısı şerbetin içine atılır. Böylece şerbet koyulaşıncaya değin kaynatılır. Sonra indirilir ve soğumaya bırakılır' (Bak. KEMALPAŞA TATLISI).
Köpük helvası: Yine Mustafakemalpaşa'ya özgü bir tatlı türü de "köpük helvası"dır. Son zamanlarda çok çeşitli tatlıların çıkması nedeniyle yapımı oldukça azalan bu tatlının ana maddeleri yumurta akı, çöven, limontuzu ve şekerdir.
Tatlının yapılışı şöyledir: 2 kilo şekere 15 gram limontuzu eklenerek sulandırıldıktan sonra kaynatılır. Bu şerbet soğutulurken, 5 kilo çöven, 50 adet yumurta akı ile karıştırma makinesinde kıvamına gelinceye değin karıştırılır. Kıvamına gelince üzerine yavaş yavaş şerbet eklenir, bu arada 15 dakika süreyle karıştırmaya devam edilir. Böylece hazırlanan Köpük Helvası servise sunulur.
Höşmerim: Höşmerimin Bursa yöresine özgü bir tatlı olmadığı açıktır. Bununla birlikte Mustafakemalpaşa'da çok yapıldığı için, bu ilçenin tatlıları arasında sayılmaktadır. Ana katkı maddesi günlük taze koyun peyniridir. Bu peynire önce az miktarda irmik ve şeker katılarak bir kap içinde hamur gibi pişirilir. Pişirme şuasında yeniden irmik eklenerek kıvamını bulması sağlanır, daha sonra yeteri kadar şeker eklenerek pişirme işlemi tamamlanır.

Kestane şekeri
Bak. KESTANE ŞEKERİ

Mihaliç (Mağliç) peyniri Buk. MÎHALIÇ PEYNİRİ

Geleneksel el sanatları
Bak. DOKUMA/DOKUMACILIK

ÜYELERİMİZE İNDİRİM YAPAN FİRMALAR

BGC üyelerine indirim yapan sağlık ve eğitim kurumları ile yapılan sözleşmeler yenilendi. devamı

BGC ÖDÜLLERİ SAHİPLERİNİ BULDU...

Bursa Gazeteciler Cemiyeti tarafından geleneksel olarak organize edilen “BGC Başarı Ödülleri Yarışması”... devamı

BİK GENEL MÜDÜRÜ DURAN: “BASINIMIZA KATKI İÇİN VARIZ”

Basın İlan Kurumu Genel Müdürü Rıdvan Duran, BGC Başkanı Nuri Kolaylı’yı Basın Kültür Sarayı’ndak... devamı

BGC ÖDÜL SÜRECİ BAŞLADI

Bursa Gazeteciler Cemiyeti tarafından her yıl geleneksel olarak organize edilen Gazetecilik Başarı Ödülleri Y... devamı

Marmara Bayram’ın konusu “Bursa turizmi”

Marmara Bayram Gazetesi’nde ana konu olarak “Bursa turizmi ve Bursa’nın bilinmeyen yöreleri” ele alınaca... devamı