NİZAM-I ÂLEM
Fatih Sultan Mehmet dönemine gelinceye değin, Anadolu'da devlet, Prof. Dr. Mustafa Akdağ'm bir tür "plütokrasi" diye tanımladığı bir siyasal erk karmaşası görünümündedir. Oysa Osmanlılar, kuruluş dönemindeki gelişim süreci sonunda ve ilk kez Fatih Mehmet'in Kanun-u Kadîm (Eski Yasa) adı verilen yazılı kurallar içinde bir "nizam-ı âlem" kavramına yer vermişlerdir. Bir bakıma günümüzdeki "kamu düzeni" kavramının karşılığı olan bu deyim, Osmanlıların devlet örgenliğine kazandırdıkları soyutluğu belirlemesi bakımından ilginçtir.
Bu bile, Osmanlı saltanat soyu ve yönetici sınıflarının, nasıl bir siyaset ve devlet geleneğine sahip olduklarını, bunu geliştirebildiklerini; dolayısıyla bir yarı göçebe aşiret düzeninin temsilcisi sayılamayacaklarını kanıtlamaktadır.
Fa t ili Kanunnâmesi'ndeki şu iki bölüm, devlet anlayışını belirginleştirmesi bakımından önem taşımaktadır:
"Ve her kimesneye evlâdımdan saltanat müyesser ola, karındaşlarını nizam-ı âlem için katletmek münasiptir. Ekser ulema dahi tecviz etmiştir, ânınla âmil olalar...
Ve kızlarını evlâdımdan olanlara beylerbeylik verilmesini, ağır sancak verilsün."
Görüldüğü üzere Fatih, önceden veliaht atama yöntemini koymamakta; bir bakıma saltanatın en güçlü olana, ya da egemen gücün destekleyeceği şehzadeye geçmesi kuralını getirmektedir. Nitekim Fatih'ten sonraki uygulamalar, hep böyle olmuştur.
Ayrıca o, daha babasıyla iktidar savaşımlarını sürdürdüğü şehzadelik yıllarında, siyasal erkin tek elde (imparatorda) toplanması gereğini uzun uzun düşünmüş ve bunun kaçınılmazlığını kabul etmiş olmalıdır. Nitekim tahta geçer geçmez, babası Murat H'nin İsfendiyaroğlu'nun kızından doğma sekiz aylık kardeşi Ahmet'i boğdu rtmuştur.
Kanunnâme'nin ikinci önemli hükmü, nizam-ı âlem için, kız çocuklardan olan erkeklere beylerbeylik verilmemesidir. Böylelikle kız çocukların erkek evlâtlarına, saltanat yolu kapanmış ve bir bakıma taht iddiasında bulunabileceklerin sayıları azaltılmış olmaktadır.