VAKIFLAR

VAKIFLAR
Vakıf, Osmanlı Devleti'nin ilk kuruluş yıllarından itibaren uygulanagelen bir İslâm kurumudur. Şer'i hukuk açısından "menfaatinden yararlanılmak üzere bir mülkü Tanrinm mülkü sayma" anlamına gelmektedir. Vakıflar "tetnük(başkasına mülk olarak verme] ve temellükten [sahiplenme] uzak tutulur, ancak vakfeden kişinin dile-diği şarta göre" kullanılırlardı.
Ne var ki vakıf kurumu bir süre sonra, mirî (devlete ait) toprakların "hile-i şer'iye" yoluyla bir tür dokunulmaz mülk edinilme-sinin aracı durumuna getirilmişti. Şöyle ki:
"Devlet lıizmetinde olan kişiler, yaptık¬ları görevleri karşılığında gelirlerinden yararlandıkları dirliklerini oluşturan beylik toprakları şeriata aykırı olarak sultanın bağışı ile malikâne ediniyor, daha soma ken¬di mülkleri imiş gibi bir süre tasamıfJarın-da tutuyor; ardından kendi öz canından ve malından ayırdığını kadı huzurunda açıklayarak sevapları için yaptırdıkları vakıf ku-mmlarına bağışlamaları" biçiminde bir süreç işletiliyordu. Bu mirî topraklar, görü¬nürde ne kendi çocuklarına, ama ne de asıl onu kopardıkları yer olan hazineye döndürülebiliyordu.
Böylece Osmanlı hazinesi, temel gelir kaynağından giderek yoksun bırakılmak¬taydı. Bu durumu fark eden Mehmet II Fatih, ataları tarafından bağışı yapılan vakıf¬lara ait toprakları geri almış, onun bu davranışı hoşnutsuzluklara ve yakınmalara neden olmuştu. Ardılı Bayezit II ise, babası döneminde bir arazi tahriri (toprak yazımı) yaptırarak mensuh (geçersiz) kılınan yerleri, vakıf kurumlarına yeniden geri verdi itmişti.
Osmanlı tarihyazarı Aşıkpaşazâde'nin aktarımlarından anlaşıldığına göre, ilk sultan olan Osman Gazi'nin vakfedecek toprakları bulunmamaktaydı: "Osman'ın malı var mı yok mu diye sordular. Teftiş ittiler kim miras oluna bu iki kardeş arasında. Hemin bu fetholunan vilâyet var, ancak akça ve altım hiç yoh. Osman Gazi'nün bir sırtlak tekelüsi var yenice ve bir yencuğu dahi var. Duzluğu dahi var. Bir sokman edügi dahi var. Ve birkaç eyüce atları dahi var. Ve birkaç eyüce süre koyum dahi var. Şimdiki zaman da Bursa nevahisünde yürüyen beglik koyun andandın:"
Oysa ki Orhan Gazi, babasının ölümün¬den sonra kardeşi Alaattin ile yönetim konusunda anlaşırken, ilk temliki de yapmıştı. Orhan Gazi, kardeşine "İmdi sen bana paşa ol" demiş. "Alauddin kabul etmedi eyitti: Kite ovasında Fudure dirler bir köy vardın: Anı bana vir didi. Orhan kabul et¬ti. Ol köyü ana virdü."
Aşıkpaşazâde'nin anlatımından, devltin kuruluşu sürecinde ilk temlikin Orhan Gazi tarafından yapıldığı anlaşılıyor.
Sonraki dönemlerde Bursa ve çevresin¬de üç tür vakıf oluşuyordu.
1-    "Evkaf-ı selâtin" denilen sultan vakıfları.
2-    Medrese, imaret, tekke, zaviye, cAmi gibi kurumların yaşaması ve işlerliğini sürdürmesi için kumlan vakıflar.
3-    Bir kişinin, ailesinin geleceğini güvence altına almak için sağladığı bağış yolu ile oluşturulan "evlatlık vakıflar".
Evkaf-ı selâtinden olan Murat H'nin Bursa'daki "hayrat'inın 17 Şubat 1528'de iltizama verilmesiyle, bir yılda 1 335 000 ve ertesi yıl 1 440 000 akça gelir getirdiği bilinmektedir. Bursa, Kite, Mihalıç, Manyas ve Yenişehir kadılıklarında bulunan "Me-dine-i Münevvere" vakıflarından, aynı dönemde, üç yıl için 382 643 akça gelir sağ-lanmakta idi. Yine aynı dönemde, Bayezit Fin Bursa'daki imaretinin vakıfları arasında bulunan Gebze'de deniz kıyısındaki bir köyün üç yıllık gelirinin ise 137 000 akça tuttuğu bilinmektedir.
Ne var ki Mehmet H'nin ölümünden soma, Bursa ve çevresindeki vakıflar, artık birer hayır kurumu olma niteliğini kaybetmişlerdi. Yapılan incelemelere göre, 1561 yılında Bursa kentinde 159 evlatlık vakıf bulunuyordu. Bu vakıfların elinde 3 350 000 akça toplanmakta ve bunun yıllık faizi 333 000 akça tutmaktaydı. Bursa Sancağı'nın kent dışındaki köylük yerlerinde, 1580'e doğru, faizle işletilmek üzere terk olunmuş paralarla kurulmuş 609 vakıf var¬dı ve bu vakıfların elinde 2 716 480 akça-lık bir sermaye birikimi bulunmaktaydı.
Vakıfların bir tür bankacılık olan "para ticareti"ne yönelmeleri, Yükseliş Döne-mi'nde Bursa ve çevresindeki ticaretin can¬lılığının belirtisi sayılabilir. Buna karşın kent dışı faizci vakıflar, gerileyen tarımsal yapı¬ların finansmanım sağlamaya yönelik gibi görünseler de; sonraki dönemlerde ortaya çıkacak olan mirîye (devlete) ait olan toprakların mukataa'sının ele geçirilmesi yo¬luyla mülk edinilmesi sürecini hızlandıran olumsuz etkiler sağlayacaklardır.
Bursa'da ortakçı kullar
Osmanlı Devleti'nde çalışanlar kesiminin bir bölümünü oluşturan "ortakçı kullar", savaş tutsakları arasından seçilmekte idiler. Bunlar, resmen azat edilmedikçe sa-
hiplerinin köleleri sayılıyorlardı. Ortakçı kullar, her yıl birer mu d (yaklaşık 600 ki¬logram) buğday ile yarımşar mud arpa ve yulaf ekip biçmekle yükümlü tutuluyorlardı. Böylece elde edilen üründen, tohum¬luk ayırt edildikten sonra, kalanı has ile ortakçı (sahip ile köle) arasında paylaşılıyor¬du. Ancak ortakçı kulların eline geçen pay¬dan, ayrıca bir de "salarlık" alınmakta idi.
Kanunî Süleyman döneminde yaptırılan arazi tahririne (yazım) göre, Bursa'nın da içinde bulunduğu Anadolu Eyaletinde¬ki toplam 550 139 nefer vergi mükellefi çağındaki sağlam ve yetişkin erkek kişiden; 810ü vakıf oğlanı (gulman), 7ö0'ı vakıf bağcı, 9'10'u ortakçı ve 270'i azade olmak üze¬re 2 74l'i köle soyundan idi. Bunun çok büyük kısmı, Bursa Sancagı'nda toplanmış bulunuyordu. Bundan da Bursa ve çevresindeki toprakların hemen çok önemli bölümünün, XVI. ve XVII. yüzyıllarda, saltAnat soyu ile vezir ve beylerbeyi gibi devletin en önde gelen yöneticilerine vakıf ve mülk olarak verilmiş bulunduğu anlaşılmaktadır.
Dönem boyunca Bursa kentinde, Müs¬lüman olmayan, ancak ortakçı kul sayılma¬yan Rum, Ermeni ve Yahudilerin yaşadıkları ve ekonomik bakımdan etkin konumda oldukları bilinmektedir.
Toplumsal çalkantılar
XV. yüzyılın sonlarından itibaren baş gösteren ekonomik bunalım, imparatorluğun en gelişmiş bölgelerinden olan Bursa çevresinde de etkisini göstermekte gecikmemiştir. Bayezit H'nin son yıllarından baş¬layarak "çiftbozanlık" (köylünün toprağı terketmesi) olayları artmış; sefersiz geçen yıllarda hareketsiz beklemek zorunda bırakılan "levenfler, timarlı sipahiler, kapı¬kulu askerleri, hatta beylerbeyleri ile san-cakbeylerinin kapıkulu halkı, ülkenin bu varsıl bölgesine akın akın toplanarak dü¬zeni ve güvenliği tehdit edici gruplar oluş¬turmuşlardır.
1495'te bunlardan birçokları, günlük na-fakalarını çıkarabilmek için Bursa'nın ma¬halle aralarında gezgin satıcılığa başlamışLardı. Çoğu bekâr ve toplum kurallarını hi¬çe sayar olan bu gezgin satıcılar, mahallelerde alışveriş yaparlarken, özellikle kadın¬ları rahatsız etmekte ve bu durumları ya-kınmalara neden olmaktaydı. 3 Nisan 1508 tarihli, Bursa Sancak Beyi Mehmet'e gön-derilen bir fermanda, içki, fuhuş ve türlü ahlâksızlıkların alıp yürüdüğü, sefahat âlemlerinin açığa döküldüğü belirtilerek, bunların kesinlikle önlenmesi istenmektey¬di. 1510'cla gönderilen bir başka ferman ile de, kentte can ve mal güvenliğinin kalma-yışından bizzat sancak beyinin ve kadının sorumlu tutulacakları duyuruluyordu.
Yavuz Selim döneminde, görünüşte ba¬şarılı birçok seferler yapılmış olmasına kar-
 
şın; ekonomik bunalımın doğurduğu toplumsal olaylarda baş döndürücü bir yük¬selme görülmekte idi. Yavuz'un son yıllarında, Bursa ve dolaylarında güvenlikten öylesine yoksun bulunmaktaydı ki, hemen her gün birçok insan ıssız yerlerde ve köy yollarında pusuya düşürülerek soyuluyor, direnenler öldürülüyordu.
Bu arada devletin görevlileri arasında da yasa dışına çıkma olaylarına rastlanmakaydı. Hatta, 1517 tarihli bir sarhoşluk ve eve girme olayının sanığı, doğrudan doğruya Bursa Subaşısı Pirî ve onun asesleri idiler. Dönemin Yeğenoğlu Medresesi müderrisi Ali Çelebi, bu durumdan duyulan hoşnutsuzluğu şöyle dile getirmektedir: "Kentin düzeni nasıl sağlansın ki. her fesatçı ya kadı yanında muhzır (mübaşir), ya muhtesip (kent yöneticisi) yanında asestir."
Öte yandan saltanat kavgaları görünü¬mü altında ortaya çıkan olayların temelinde de ekonomik nedenler bulunmaktaydı. Öreğin şehzade Ahmet'in saltanat iddiası sırasında, onun ordusunu oluşturanların hemen tamamı işsiz ve parasız kalan Ana¬dolu leventleri idi. Buna karşılık Yavuz Se-lim'in askerleri de başıbozuklukta aşağı kal-mayacak ölçüde yağmalar yapmaktaydılar. Şehzade Ahmet'in bir süre Bursa'yı ele geçiren oğlu Alaattin'in adamları '"azep için avarız akçası" (ordu için geçici vergi) toplarlarken, kentte gerçek bir darlık doğmuş, hazine akçalarına el konulmuş, geniş yağ¬malar yapılmıştı. Alaattin'in, Padişah ordu¬sunun Bursa üzerine yürüyüşü üzerine kenti terk etmesinin ardından, halktan bazıla¬rı arkalarından gidip, kondukları yerde basarak yağmaya girişmişlerdi.
1500 yılında Müslüman-Hıristiyan ayrımı gözetmeksizin bir araya toplanmış bir grup işsiz-güçsüz levent, Bursa Sancak Beyi'nin Mihalıç kadılığındaki evini basarak dört adamını öldürmüş ve yağmalamışlardı.
1543 dolaylarında Bursa ve çevresindeki çalkantılar öylesine üst boyutlara varmış bulunuyordu ki, Bursa Sancak Beyi'ne İstanbul'dan gönderilen bir fermanda, böl-gedeki güven yokluğundan kendisinin ve düzeni sağlamakla görevli öteki devlet memurlarının sorumlu oldukları belirtiliyor; bu kişiler, rüşvet almak veya alanları görmezden gelmek suretiyle bu tür olaylara neden olmakla suçlanıyordu.
1548 yılında İznik kadısı İstanbul'a ilettiği bir yakınmasında, çevre dağların levent bölükleriyle tutulduğunu bildiriyordu. Bunun üzerine Yahya Subaşı yönetiminde yirmi kişilik bir yeniçeri bölüğü bölgeye gön-derilmiş, Bursa ve Kite (Ürünlü) kadılarına da yazılan bir buyrukla, yardımcı olma¬ları istenmişti.
Kısacası XV. yüzyılın sonlarından itibaren Bursa ve çevresinde genel ekonomik bunalımın neden olduğu yoğun toplumsal  çalkantılar ortaya çıkmaya başlamış bulu¬nuyordu.
Bayındırlık etkinlikleri
1453 yılında İstanbul'un fethinden son¬ra, imparatorluğun bilim, sanat ve bayın¬dırlık merkezi bu yeni başkent olmuştur. Bursa'da artık Osmanlı sultanları adına yap¬tırılan bayındırlık eserlerine pek rastlan¬maz. Ne var ki kent zengin bir ticaret, ta¬rım ve zanaat merkezi olduğu için, çeşitli bayındırlık eserleriyle süslenmeye devam edilecek; bu alandaki gelişim sürdürüle¬cektir.
Yükseliş Dönemi'nde Bursa ve çevresinde yaptırılan bayındırlık eserlerinin bel¬li başlıları şunlardır:


ÜYELERİMİZE İNDİRİM YAPAN FİRMALAR

BGC üyelerine indirim yapan sağlık ve eğitim kurumları ile yapılan sözleşmeler yenilendi. devamı

BGC ÖDÜLLERİ SAHİPLERİNİ BULDU...

Bursa Gazeteciler Cemiyeti tarafından geleneksel olarak organize edilen “BGC Başarı Ödülleri Yarışması”... devamı

BİK GENEL MÜDÜRÜ DURAN: “BASINIMIZA KATKI İÇİN VARIZ”

Basın İlan Kurumu Genel Müdürü Rıdvan Duran, BGC Başkanı Nuri Kolaylı’yı Basın Kültür Sarayı’ndak... devamı

BGC ÖDÜL SÜRECİ BAŞLADI

Bursa Gazeteciler Cemiyeti tarafından her yıl geleneksel olarak organize edilen Gazetecilik Başarı Ödülleri Y... devamı

Marmara Bayram’ın konusu “Bursa turizmi”

Marmara Bayram Gazetesi’nde ana konu olarak “Bursa turizmi ve Bursa’nın bilinmeyen yöreleri” ele alınaca... devamı