Aydınlarla Yüz Yüze Söyleşileri’nde hak ve özgürlükler tartışıldı

Bu sayfa 2011-03-24 16:52:47 tarihinde yayınlandı ve 3571 kez okundu.

Aydınlarla Yüz Yüze Söyleşileri’ne Yargıtay Onursal Başkanı Sabih Kanadoğlu, Eski İstanbul Barosu Başkanı Prof. Dr. Yücel Sayman, Avukat Turgut Kazan ve Prof. Dr. Ersan Şen konuk oldular.


- YARGITAY ONURSAL BAŞKANI KANADOĞLU: 

"TÜSİAD DURUP DURURKEN ANAYASA TARTIŞMASI BAŞLATARAK ‘BİTARAF OLAN BERTARAF OLUR’ SÖZÜNÜN GEREĞİNİ YERİNE GETİRMİŞTİR. TÜSİAD ARTAK ‘TARAF’TIR VE ANAYASA TARTIŞMASI İLE HÜKÜMETE EN BÜYÜK DESTEĞİ VERMİŞTİR”

-YÜCEL SAYMAN: 

ELİMİZDE TEK ŞEYİMİZ VAR: ÖZGÜRLÜKLERİMİZ! O SINIRLANDIĞI ZAMAN ÜZERİMİZDE GÜÇ TE, ŞİDDET DE KULLANILACAKTIR. ÇÜNKÜ ÖZGÜRLÜK YİTİMİ, ÖZGÜRLÜKLERİN GASPI BASKIYI DA ZORUNLU KILAR”

TURGUT KAZAN:

ÖZEL YETKİLİ SAVCILAR, ÖZEL YETKİLİ MAHKEMELER DURDUKÇA TÜRKİYE’DE HİÇ KİMSE İÇİN, HİÇBİRİMİZ İÇİN DEMOKRATİK GÜVENCELERDEN SÖZ EDİLEMEZ.

ERSAN ŞEN:

“ANAYASADAKİ ‘TÜRK MİLLETİ’ TANIMI IRKÇI BİR TANIM DEĞİLDİR. BU ÜLKEDE IRKÇILIK YOKTUR. BU ÜLKEDE DOĞUDAKİ İNSANIN NE SORUNU VARSA, BATIDAKİNİN DE O SORUNU VARDIR.

Bursa Gazeteciler Cemiyeti ve Nilüfer Belediyesinin ortaklaşa düzenlediği, Basın Kültür Sarayı Uğur Mumcu Etkinlik Salonu’nda gerçekleşen Aydınlarla Yüz Yüze Söyleşileri’ne  Yargıtay Onursal Başkanı Sabih Kanadoğlu,  Eski İstanbul Barosu Başkanı Prof. Dr. Yücel Sayman, Avukat Turgut Kazan ve Prof. Dr. Ersan Şen konuk oldular.

Yargıtay Onursal Başkanı Sabih Kanadoğlu, kolaylaştırıcılığını da üstlendiği söyleşideki konuşmasına, demokrasinin en başta bir uzlaşı ve hoşgörü kültürünü gereksindiğini; uzlaşmayı bilmeyen ve düşünmeyenlerin demokrasiyi de anlayamayacaklarını ve içselleştiremeyeceklerini söyleyerek başladı.

Kanadoğlu, söyleşi öncesinde, konukların tanıtımı sırasında hiçbir neden yokken bir kişinin bağırıp çağırmasına atıfta bulunarak şöyle konuştu:

“Demokrasi bir ülkeye ne ithal edilebilir, ne de dışarıdan birilerinin gayretiyle bir sistem olarak yerleştirilebilir.  Afganistan’a, Irak’a demokrasi götürülmek istendiği söylendi. Şimdi de Libya’ya, Mısır’a, Tunus’a güya demokrasi için müdahalede bulunuluyor. Açıktır ki, niyet ne olursa olsun, dışarıdan yapılan müdahalelerle bir ülkede demokrasinin yerleşmesi düşünülemez. Çok iyi biliyoruz ki, “Biz artık demokrat olduk” demeyle de demokrat olunmuyor. Az önce burada bunun bir yansımasını gördük. İnsan, bağırıp çağırmadan önce dinlemeli değil mi? Demokrasi siyasi olgunluğun, siyasi gelişmişliğin, sorunları birlikte çözme alışkanlığının sonucu olarak şekillenip gelişir.  Bunun için, önce karşıdakini dinlemeyi bilmek;  karşıdakinin ne söylediğini anlamak gerekir.”

Türkiye’nin “çok özel bir ülke” olduğunu da vurgulayan Kanadoğlu, beklenmedik zamanlarda, beklenmedik  konuların Türkiye’de gündemin birinci maddesi haline gelebildiğini belirtti. Buna TÜSİAD’ın ilan ettiği anayasa taslağını ve bu çevredeki tartışmaları örnek gösteren Kanadoğlu, şöyle devam etti:

“Durup dururken bir anayasa önermesi ile ortaya çıktılar. ‘Bizim anayasa taslağımız, herkesin anayasasından, herkesin önermesinden daha demokratiktir’ iddiasındalar. Neden “başka bir zaman değil de bugün’ diye sormak gerekiyor.  Sanıyorum, sayın Başbakan’ın ‘Bitaraf olan bertaraf olur’ sözünün gereğini yerine getiriyorlar. Seçimlere iki buçuk ay kala, anayasa tartışmasını siyasi gündemin başına geçirmenin açıklanabilir hiçbir tarafı yoktur.  Hükümetin hazırlattığı bir taslak var zaten ortada. Hükümet seçimlerden sonra bunu gündeme alacağını da açıklamış. Şimdi gündemde seçim var. Gündemde seçimin olması tartışılacak konuları da belirliyor. Türkiye’de işsizliğe, ekonomik sıkıntılara, yoksulluğa, insan hak ve özgürlüklerine ilişkin kimin hangi önermeleri var; hangi parti hangi çözüm yöntemlerini sunuyor? Seçim ortamında tartışılacak olan ve tartışılması gerekenler bunlardır. Bunlar tartışılmalı ki yurttaş, sandık başına tercihini gerçek olaylara ve gerçek olgulara göre oluşturmuş ve belirlemiş olarak gidebilsin…

TÜSİAD, bugün artık bir ‘taraf’tır. Bazı bilim adamlarına hazırlattığı anayasa taslağını siyasi gündemin önüne çıkararak ne denli ‘taraf’ olduğunu kanıtlamıştır. Ayrıca bunu yapmakla hükümete de, olabilecek en büyük desteği sunmuştur.”

Seçimlerin demokrasi ile ilişkisi üzerinde de duran Kanadoğlu, sözlerini şöyle tamamladı:

“Seçimler, kuşkusuz demokrasinin ön koşuludur. Fakat demokrasi yalnızca seçimlerin yapılmasından ibaret değildir. Maalesef siyasi partiler seçimlere eşit koşullar ve eşit olanaklarla girmiyor. Devletin siyasi partilere sağladığı seçim yardımı çok oransız. Bunun yanında, devlet gücünün iktidar tarafından seçimde sonuç almaya dönük olarak kullanılması da söz konusu.  Basın özgür değilse, yargı bağımsız değilse, hak ve özgürlükler kısıtlanmışsa seçim Güvenliği, veya sandık güvenliği de olmaz. Anayasa, seçimlerin yönetim ve denetimini yargıya bırakmıştır. Bundan,  seçim kütükleri başta olmak üzere seçime ilişkin her tür çalışmanın bağımsız yargı makamları tarafından yürütüleceğini anlamak gerekir.  Günümüzde bu işi bağımsız yargı değil İçişleri Bakanlığı’na bağlı Nüfus İdaresi yerine getirmektedir.  Yüksek Seçim Kurulu da Adalet Bakanlığı’na bağlı bir kuruma dönüşmüştür. Bu bakımdan güven verici bir seçim ortamından söz edemiyoruz. Onun için seçmen kütüğünü denetlemek, orada adımız yoksa oy kullanmamızı sağlayacak işlemleri yapmak gerekiyor. Ayrıca sandığa sahip çıkmak, sandıkta gözlemci olmak ve sonuçların doğru yere doğru şekilde ulaştırılıp ulaştırılmadığını da iş edinip denetlemek gerekiyor. Çünkü seçim güvenliği esas olarak yurttaşların çabalarına, sorumluluk duygularına kalmıştır…”

Söyleşide, Kanadoğlu’nun ardından söz alan Yücel Sayman, hak ve özgürlükler konusunun temel önemde olduğunu hatırlatarak başladığı konuşmasında,  konunun felsefi, hukuksal ve siyasal bağıntıları üzerinde durdu. Sayman şöyle konuştu:

 “İkinci Dünya Savaşının ardından kurulan Birleşmiş Milletler, insan onurunun korunmasını temel ilke  ilan etti.  İnsan onuru, insanın en değerli şeyi; insanı insan yapan varlığıdır. Evrensel Beyanname, bütün insanların onur ve haklar bakımından eşit doğduğunun ve bütün insanların özgür olduğunun açıklamasıyla başlar.  Kendimize soralım: Nedir insan onuru? Anlamı nedir? Neyi ifade etmektedir?  İnsan türünü, yani türümüzü öteki canlı türlerinden ayıran gerçekliğimizdir onur. Kendi maddi ve manevi varlığını geliştirme yetisi, kendi kaderini tayin etme yetisi canlılar içinde yalnızca insanda var. İnsan onuru bu yetinin temelindedir.  Hak ve özgürlükler olsun, hak ve özgürlükler için uğraşı olsun, hak ve özgürlüklere güvenceler sağlayan yasa metinleri olsun onunla anlam kazanır. Nazi ideolojisi,  tam da bu noktada onuru yok etmeye çalışıyordu.  Çünkü bütün insanlar özgür, onur ve haklar bakımından eşit doğarlar. Akıl ve vicdana sahiptirler, birbirlerine karşı kardeşlik anlayışıyla davranırlar. Amaçlarına erişmek için bunu yıkmaları gerekiyordu Nazilerin…

Bütün bu değerler bende doğuştan var. Benimle münbecit olan bu değerler, bakalım devlet  düzeninde, toplumsallaşma düzeyinde ne oluyor? Ben toplumsallaşıyorum, fakat egemenliğim, emek gücüm benimle birlikte toplumsallaşamıyor. Orada bir çatışma başlıyor. Ben özgürlüklerin sınırlandırılmasına karşı çıkıyorum, ama sizin özgürlüğünüzün sınırlandırılmasına da karşıyım. Çünkü sizin sınırlandırılmanız, mutlaka baskı uygulanmasını gerektiren bir durum olacaktır. Baskı ve güç kullanımı da, her durumda insan olarak maddi ve manevi varlığımı geliştirmemin, yetilerimi geliştirmemin, yaşamı değerlendirmemin sınırlandırılması anlamına gelir. Bu da insan onurunun çiğnenmesidir.

Devlet düzeninde ne oluyor demiştim. Bir devlet tanımlanıyor yasa ile. O devlet tanımının içine toplumun birlikte yaşama koşulları ve ilkeleri konuluyor. Bu topluma doğarak katılan ve ölerek çıkan bireyin maddi ve manevi olarak kendini nasıl zenginleştireceğinin sınırı baştan tarif ediliyor. Burada despotik ve otoriter bir devlet yapılanması söz konusudur. Bu yapıyı ortadan kaldırmadan, devlet biçimi olarak demokrasiye ulaşılamayacağını düşünüyorum.  Sonuç olarak şunları söyleyebilirim: Elimizde tek şeyimiz var: Özgürlüklerimiz! O sınırlandığı zaman üzerimizde güç te, şiddet te kullanılacaktır. Çünkü özgürlüklerin yitirilmesi, özgürlüklerin gaspı baskıyı da, güç kullanılmasını da zorunlu kılar.”

Turgut Kazan, insanların hak ve özgürlükler için mücadelesinin yüzyıllar boyu süren ve yüzyılların mirasına sahip bir mücedele olduğunu hatırlatarak başladı.

Demokrasinin insanların korkusuzca yaşama hakkı anlamına geldiğini ifade eden Kazan,”Demokrasi, geceleyin, sabaha karşı kapınız çaldığında ‘gelen sütçüdür’ diyebilmenizdir! Yani her şey o kadar iyi düzenlenmiştir ki, o saatte aklınıza asla kapınızın polis tarafından veya bir yer altı örgütünün adamları tarafından çalınıyor olabileceği gelmeyecektir” diye konuştu.

TBMM’nin gündeminde bulunan “Torba Yasa Tasarısı”nı çeşitli açılardan değerlendiren Turgut Kazan, sözlerini şöyle sürdürdü:

“Bu taslakta veya Meclis’te daha sonra yapılacak değişikliklerde son derece mükemmel metinler, son derece iyi ifade edilmiş, iyi düzenlenmiş yasa maddeleri olabilir. Kaldı ki örnekleri var elinizde, yani Amerika’yı yeniden keşfetmiyoruz! Ceza Kanunu da, baştan sona yeniden ve çok iyi şekilde yazılmış olabilir. O kadar iyi yazılmış olabilir ki, hiçbir maddesine, hiçbir fıkrasına itiraz edemeyebilirsiniz. Fakat, mesele yalnızca yasa metni değildir. Mükemmel yasalarınız var, ama koruma mekanizmalarınız nedir? 

Hukuk Fakültesi’nde şunu öğrendik: Ceza yasaları suçlular için, yargılama usulü ise masumlar içindir! Suç işleyen bireye hangi yaptırımın uygulanacağını ceza yasası gösterir, masumun nasıl korunacağını da yargılama usulü. Yargılama usulünüz berbatsa, masumu korumuyor, kollamıyorsa ceza yasanızın pek güzel olması hiçbir şeyi değiştirmez!”

Yargılama usulüne ilişkin kimi yaşanmışlıkları değerlendiren ve somut örnekler veren Turgut Kazan, konuya ilişkin görüşlerini Cumhurbaşkanı ile ve Meclis Adalet Komisyonu ile de paylaştığını söyledi. Kazan sözlerini şöyle tamamladı:

“Özel yetkili savcılar, özel yetkili mahkemeler durdukça Türkiye’de hiç kimse için, hiçbirimiz için demokrasinin sağladığı güvencelerden söz edilemez. Özel yetkiler karşısında hiç kimsenin güvencesi yoktur!”

Söyleşide son konuşmayı yapan Prof. Dr. Ersan Şen, yaşanılan ve tartışılan hukuk sorunlarının Türkiye için “yeni” olmadığını hatırlatarak, buna Yassıada yargılamaları ile 12 Mart ve I2 Eylül dönemlerindeki sıkıyönetim mahkemelerinin uygulamalarını örnek gösterdi.

İnsan hak ve hürriyetlerine ne oranda sahip olduğumuzun yasa maddelerinin ötesinde, devlet karşısında, toplum içinde yaşadıklarımız ve duyumsadıklarımızla ölçülebileceğini ifade eden Şen, dinleyicilere, “Otorite ile bir sorun yaşadığınızda, bu sorunun haklıdan yana ve en çabuk şekilde çözümleneceğini düşünür müsünüz?” sorusunu yöneltti. Sorusuna olumlu yanıt verilemediğini anladığını ifade eden Şen, “İşte mesele budur! Yasa maddesi insan hak ve hürriyetleri bakımından, dünyanın en iyi yasaları ile boy ölçüşüyor olabilir, ama size bu güveni ve güvenceyi vermiyorsa olmamış demektir” diye konuştu.

Şen, TÜSİAD’ın tartışmaya açtığı anayasa taslağını da eleştirerek, “insan hak ve özgürlüklerinin devletin kendisinden de, devletin bölünüp parçalanmasından da daha önemli olduğunu söyleyenler, insan haklarının sömürgelerde değil bağımsız devletlerde uygulama şansı bulduğunu unutmuş görünüyorlar” dedi.

Şen, sözlerini şöyle tamamladı.

“ANAYASADAKİ ‘TÜRK MİLLETİ’ TANIMI IRKÇI BİR TANIM DEĞİLDİR. BU ÜLKEDE IRKÇILIK YOKTUR. BU ÜLKEDE DOĞUDAKİ İNSANIN NE SORUNU VARSA, BATIDAKİNİN DE O SORUNU VARDIR.”

ÜYELERİMİZE İNDİRİM YAPAN FİRMALAR

BGC üyelerine indirim yapan sağlık ve eğitim kurumları ile yapılan sözleşmeler yenilendi. devamı

BGC ÖDÜLLERİ SAHİPLERİNİ BULDU...

Bursa Gazeteciler Cemiyeti tarafından geleneksel olarak organize edilen “BGC Başarı Ödülleri Yarışması”... devamı

BİK GENEL MÜDÜRÜ DURAN: “BASINIMIZA KATKI İÇİN VARIZ”

Basın İlan Kurumu Genel Müdürü Rıdvan Duran, BGC Başkanı Nuri Kolaylı’yı Basın Kültür Sarayı’ndak... devamı

BGC ÖDÜL SÜRECİ BAŞLADI

Bursa Gazeteciler Cemiyeti tarafından her yıl geleneksel olarak organize edilen Gazetecilik Başarı Ödülleri Y... devamı

Marmara Bayram’ın konusu “Bursa turizmi”

Marmara Bayram Gazetesi’nde ana konu olarak “Bursa turizmi ve Bursa’nın bilinmeyen yöreleri” ele alınaca... devamı