Demokratik Açılımda Sanat
Halil Ergün “Aydınlarla Yüz Yüze”nin konuğu oldu.
Başbakan'ın sanatçıları bir toplantıya çağırması oportünize bir
davranış
olarak nitelendirildi. Ben öyle bakmadım. Bir ülkenin
başbakanının, o
ülkenin sanatçılarının, yazarlarının, müzisyenlerinin
görüşünü merak etmesi,
öğrenmek istemesi çok doğaldır. "Ne
düşünüyorsun şu konuda, arkadaş?" demeye
hakkı da olmalıdır. Bunu
protesto edilecek bir davranış olarak göremem,
görmüyorum...
-Şimdiye kadar Çingeneleri adam yerine koyup düşüncelerini
soran oldu
mu? Bakıyorsun kimi arkadaşlar diyor ki: "Evet, olmadı,
ama
Başbakan'ın partisi de para vererek topladı onları!..
Konuşmasını
başkası hazırladı!.. Bu bakış açısını, bu eleştirileri çok
gülünç
buluyorum. Açılım toplantısına katılmadım, ama böyle düşündüğüm
için
değil ...
Bursa Gazeteciler Cemiyeti ile Nillüfer Belediyesi'nin
birlikte
düzenlediği Aydınlarla Yüz Yüze Söyleşileri, sinema ve
tiyatro
oyuncusu Halil Ergün'ün "Demokratik Açılım ve Sanat"
başlıklı
söyleşisi ile sürdü.
Basın Kültür Sarayı Uğur Mumcu Etkinlik
Salonu'nda yapılan söyleşide
Halil Ergün, "Türkiye'nin her alanda bir 'Fetret
Devri'ni yaşamakta
olduğu günümüz koşullarında, 'Demokratik Açılımda Sanat'
teması
çerçevesinde bir tartışma yürütmenin hayli iddialı bir işe
kalkışmak
anlamına geldiğini" söyledi. Sanatın insanın insan olmasında ve
insan
duyarlıklarını ve vicdanını geliştirmesindeki payının çok
önemli
olduğunu vurgulayan Ergün, tiyatroda oynamaya Bursa Atatürk
Lisesi'nde
öğrenciyken başladığını hatırlattı. "Demokratik
Açılım"
tartışmalarına da değinen Ergün, "Başbakan Recep Tayyip
Erdoğan'ın
sanatçıları bir toplantıya çağırması kimi çevrelerde oportünize
bir
davranış olarak nitelendirildi. Ben öyle bakmadım, bakmıyorum.
Bir
ülkenin başbakanının, o ülkenin sanatçılarının,
yazarlarının,
müzisyenlerinin görüşünü merak etmesi, öğrenmek istemesi çok
doğaldır.
'Ne düşünüyorsun şu ve şu konuda, arkadaş?' demeye hakkı da
olmalıdır.
Bunu protesto edilecek bir davranış olarak göremem, görmüyorum"
dedi...
Halil Ergün, Başbakan Erdoğan'ın "Çingene Açılımı"ndan söz eden
ve
Başbakan'ın aslında demokrasi arzusu ile davranmadığını öne süren
bir
dinleyicinin sorusuna yanıt verirken de şunları söyledi:
"Şimdiye
kadar Çingeneleri adam yerine koyup düşüncelerini soran oldu
mu?
Bakıyorsun kimi arkadaşlar diyor ki: 'Evet, olmadı, ama
Başbakan'ın
partisi de para vererek topladı onları!.. Konuşmasını
başkası
hazırladı!.. Bu bakış açısını, bu eleştirileri çok gülünç
buluyorum.
Açılım toplantısına katılmadım, ama böyle düşündüğüm için
değil..."
Söyleşinin başında, Türkiye'nin yakın geçmişine
ilişkin
değerlendirmelerde bulunan ve olaylar ile siyasal durumu, üzerinde
hiç
düşünmeden "yaftalar" yolu ile açıklamaya çalışan
yaklaşımları
eleştirdi. Ergün, tiyatro başladığı yılları da özetleyerek
sözlerini
şöyle sürdürdü:
"Taşradan gelmiş bir çocuk Bursa'da tiyatro ile,
edebiyatla tanışıyor.
Halkevleri ortadan kaldırılmış, ama ondan doğan boşluğu
Halk Eğitim
Merkezleri doldurma uğraşında. Orada amatör tiyatro, müzik
gurupları
oluşuyor. Edebiyat heveslisi, resim heveslisi çocuklar orada
biraraya
geliyor... Dünyada da esen çok güçlü bir rüzgar var. Yalnız
yoksul
ülkelerin işçileri, köylüleri , işsizleri, gençleri değil,
yarı
sömürge ve sömürge ülkelerin halkları da haklı taleplerini
yükseltiyor
ve bu hakları için mücadeleye atılıyor. Türkiye, o zamanın
'Türkiye
İşçi Partisi' üzerinden Sosyalizmle tanışıyor. Meclis'te
sosyalist
milletvekilleri var. Oradaki her konuşmaları 'olay' oluyor,
her
konuşmaları toplumda yankı buluyor. Şimdiki durumla hiçbir alakası
yok
anlayacağınız... Bursa'da Balaban'ın resimlerini keşfediyorum.
Nazım
Hikmet'in şiiri ile tanışıyorum. İznik'ten gelmişim buraya,
ama
Gogol'u, Puşkin'i, Tolstoy'u okuyorum. Bir şeyler yapmak lazım,
çünkü
dolup taşıyorsun, tiyatro kurduk. Şinasi'nin Şair
Evlenmesi'ni,
ardından Tom Sawier'i oynadık. Mehmet Çelebi Lisesi'nin güzel
bir
tiyatro salonu vardı, orada sahneledik. Başka bir gurup
'Karaların
Mehmet'ini, bir diğeri Karl Çapek'i oynadı... Sonraki yıllarda
ben
Ankara'da, diğer arkadaşların çoğu İstanbul'da, bir kısmı da
Bursa'da
devam etti tiyatroya. Siyasal Bilgiler Fakültesi'ne girdiğim
sene,
Bursa'dakinden de farklı bir dünya açıldı önümde. Çünkü Ankara
bir
üniversite kentiydi. Üç seans oynardınız, üçünde de tek boş
koltuk
olmazdı örneğin. Bu arada Brecht'çi tiyatroyu, karşıtlarını,
yeni
yorumcularını okuyup tartışıyorduk. Slogancı tiyatronun, coşku
yaratsa
da tiyatro olarak zayıf kaldığını düşünüyorduk.
Tiyatronun,
izleyicisinin günlük siyasal görüşüne, günlük heyecanlarına
hitap
ederek belki popüler olabileceğini, ama böylece sanattan
da
uzaklaşacağını; esasında tiyatronun seyircinin heyecanını
boşaltmak
gibi bir görevinin de olamayacağı kanısındaydık. Ankara
Birliği
Sahnesi, 1969 yılında bu görüşler temelinde kuruldu.
Oynadığı
oyunlarla da çok önemli bir işlevi yerine getirdi. Daha
çocukluktan
çıkmamış Halil Ergün de, yirmisinde filanken 'tiyatro patronu'
oldu...
Belki hatırlayanlar olacaktır aranızda, 'Asiye Nasıl
Kurtulur?'u
oynadık, baya cesaret göstererek... Çünkü alışılagelen
oyunlardan
değildi. Tiyatro seyircisi, az önce vurguladığım
biçime
alıştırılmıştı. Tepkisinin ne olacağı belli değildi, ama sonuç
müthiş
oldu. İyi tiyatroyu seyirci sevdi. Ondan sonra da herkes o
yolda
yürümeye çalıştı. Bu arada Hacı'daki (Hacı Tonak) özgeçmişimdeki
bir
hatayı da düzelteyim. Sinemaya "Yolda" filimiyle değil, İzin
filmiyle
başladım. Sonrasında da sayısını karıştırabileceğim kadar çok
filimde
oynadım. Bunların bir kısmı çok güzel filmlerdi, bir kısmı da o
kadar
güzel değildi doğrusu...
DEMOKRATİK AÇILIMI ANLAMAK
"Niçin
anlatıyorum bunları? Çünkü bunlar anlatılmazsa 'demokratik
açılım' filan da
anlaşılamaz. 1960 askeri hareketinden sonra
Türkiye'de bir siyasal ve sosyal
uyanış süreci yaşanmıştır. Bunun
tiyatroda, sinemada, edebiyatta, genel
olarak sanat alanında sonuçları
olduğu gibi, demokrasinin gelişimi anlamında
siyaset üzerinde de
önemli etkileri olmuştur.
Bu arada, 27 Mayıs'a
'devrim' demiyorum ben; 'askeri hareket' diyorum...
İyi şeyleri getirmiştir,
inkar etmiyorum, ama ondan sonra gelen başka
bir askeri hareket de, onun
getirdiği ne varsa silip süpürmüştür. 12
Mart askeri darbesi sonrasında
gözaltına alınıp işkence görenlerdenim
ben de. Bazı arkadaşlarıma bakıyorum,
bir dönem aynı anlayışta
olduğumuza, aynı idealler için birlikte mücadele
ettiğimize inanmakta
güçlük çekiyorum. 12 Mart'ın ve 12 Eylül'ün
işkencecilerini bile mazur
gösterecek kuramlar, söylemler üretme peşindeler.
Bir kısmı
faşistleşmiş neredeyse!..
Nihat'ın (Nihat Behramoğlu) o güzel
adlandırmasıyla "Üç Fidan"dı
Denizler... Ne demek fidan? Daha taze demek!
Meyve vermemiş demek! Onlar
idam edilmeyi hak etmişlerse, kim masum kalır bu
dünyada? Üç Fidan'ın
idamı için, Meclis'te tüm grubunu canla başla
yönlendiren eski
Başbakan, eski Cumhurbaşkanı, "Yüreğim sızladı, ama kanun da
var"
diyor. Bunu çok rahat söyleyebiliyor. Biliyor ki, toplum
unutur!
Haksız da sayılmaz: 12 Mart'ta, 12 Eylül'de işkence
görenler,
zindanlarda yıllarını geçirenler bile unutuyorsa!
Demokratik
açılımdan ne anlamalı?
İnsanın özgürlük içinde olmasını talep etmeyi
anlamalı! Bu bir insan
hakkıdır! İnsanlar bunu, yani özgürlük içinde yaşamayı
talep
etmelidir. Özgürlüklerini kullanırken başlarına bir bela
gelmemesini
talep etmelidir! Bunun için her şekilde örgütlenmelidir!
Özgürlüğü
güvenceye alan bir anayasayı ve yasaları talep etmelidir!
Demokratik
açılım, bir kişinin, bir partinin, bir grubun bir başına
yürüyeceği
yol değil! Çünkü demokrasi bu değil. Kimse demokrasi vermez,
demokrasi
birlikte yaratılır. Demokrasi bir kültürdür. Yasa demokrasiye
güvence
getirse bile, toplum demokrasi kültürünü içselleştirmiş
değilse,
hiçbir faydası olmaz! Biri gelir, o yasayı tekmeleyip
atar!
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın sanatçıları bir toplantıya
çağırması
kimi çevrelerde oportünize bir davranış olarak nitelendirildi.
Ben
öyle bakmadım, bakmıyorum. Bir ülkenin başbakanının, o
ülkenin
sanatçılarının, yazarlarının, müzisyenlerinin görüşünü merak
etmesi,
öğrenmek istemesi çok doğaldır. 'Ne düşünüyorsun şu ve şu
konuda,
arkadaş?' demeye hakkı da olmalıdır. Bunu protesto edilecek
bir
davranış olarak göremem, görmüyorum..."
BİLGİ VE VİCDAN
MESELESİ
Sanatın, insanoğlunun yaşamında ekmek kadar, su kadar yaşamsal
önemde
bir gereksinim olduğunu vurgulayan Halil Ergün, "Sanat, her
şeyden
önce insan olmamızı sağlayan tüm dinamiklerin bir bileşeni
olarak
görülmeli. Sanat, her şeyden önce insanın insan olma
bilincini
sürekli besleyen, insan vicdanını besleyen bir kaynak.
Roman,
tiyatro, şiir, müzik insan vicdanının nasıl besler? İnsanın kendi
iç
macerasına ait bir durumdur bu... O macerada, o süreçte
eksiklik,
insanı insanlıktan uzaklaştıran sonuçlar verir. O insan kendini
ortaya
koyamaz, başkalarının ayırımına ve bilgisine ulaşamaz,
başkasının
haklarını kendi meselesi olarak göremez. Bu bakımdan insan
olma
halini, bilgi ve vicdan sahibi olmak olarak özetlemek mümkündür
"
dedi.
Söyleşi sırasında soruları da yanıtlayan Halil Ergün;
Başbakan
Erdoğan'ın "Çingene Açılımı"ndan söz eden ve Başbakan'ın
aslında
demokrasi arzusu ile değil, 'cahillerden daha fazla oy almak'
amacıyla
hareket ettiğini öne süren bir dinleyicinin sorusunu şöyle
yanıtladı:
"Şimdiye kadar Çingeneleri adam yerine koyup düşüncelerini
soran,
onlara elleriyle dokunan bir başbakan oldu mu? Ama başbakan
Erdoğan
onlara dokundu!.. Bakıyorsun, kimi arkadaşlar diyor ki:
'Evet,
şimdiye kadar bir başbakan çıkıp da Çingene yurttaşlarla
konuşmadı,
ama Başbakan'ın partisi de onları para vererek topladı o
meydana!..
Konuşmasını başkası hazırladı!.. Bu bakış açısını, bu eleştirileri
çok
gülünç buluyorum arkadaşlar. Açılım toplantısına katılmadım, ama
böyle
düşündüğüm için değil...
Müzik grubunun toplantısının gazetelere
yansıyan bir fotoğrafı
olmuştu. Biliyorsunuz, özlük hakları öne çıkmıştı
biraz... Sonra
pasaport, vize gibi, VİP salonu gibi, biraz kişisel
sorunlar...
Bunların da olması gerekebilir elbette... Bizim gruba baktığımda,
bundan
biraz daha farklı olacağını kestirebiliyordum, ama
Başbakan'ın
Türkiye'deki Ermenilerin ülkelerine gönderilebileceği
yolundaki
açıklaması düşündürdü beni... Bu açıklamaya bir protesto olsun
diye
gitmedim o toplantıya...
Şunu açıklıkla söylüyorum: Artık bakış
açınızda, bakış açımızda bir
şeylerin değişmesi gerek!.. 'Bunları cahil halk
seçti' dersen, orada
sınıfta kalmışsın demektir. İnsanlık dersinde, vicdan
dersinde,
bilgide, akılda, merhamette kaybetmişsin demektir!.. Sizin,
'cahil
insanlar' dedikleriniz kimin insanı? Sizin insanınız değil mi?
Siz,
iktidara gelmek için kimden oy alacaksınız? Başbakan, şu kadar
oy
alarak seçildi. Siz oy vermediniz diye, niye cahiller seçmiş
olsun?
Başbakan'ın avukatı değilim, ama biraz objektif olmak
lazım...
Türkiye'de toplumun, insanlarımızın ağır, derin sorunları var.
Ama
aynı zamanda çocuklarını daha iyi okullarda yetiştirmek gibi
talepler
de var. Bu talebe adam gibi bir yanıt verebiliyor musun? Bugün
ortada
bir kaset hikayesi var. Çirkin! Tamam, ama ne koyuyorsun
karşısına?
Hırsızın hiç mi suçu yok! Skandalı şiddetle protesto edeceğiz
elbette,
ama ne ağlamalar, sızlamalar? Koskoca adamlar, yaşı başı
yerinde
adamlar salya sümük! Gitme sayın genel başkanım, diyorlar.
İstismar
onların tasarrufu! Bu başka bir şeydir. Yükselen adama
çelme
takmışlar, mağdur etmişler!.. Böyle bakmak çok başka bir şey...
Aslında
bunlar bir birlerini tamamlayan tutumlardır. Nitekim, gayet
iyi
geçiniyorlar. Anayasa değişikliği ile ilgili bir iki madde
olmasa
tartışmaları bile gerekmeyecek. Örneğin yüzde 10 seçim
barajı
konusunda aralarında hiçbir ihtilaf yok. Sistem hükmünü yürütüyor.
Bir
tahterevalli durumu. O gidecek, o gelecek... Soygun sürecek... Ama
Bu
hükümetin şansı var. Bir takım şeyleri aldı götürüyor! Benim
istediğim
gibi, senin istediğin gibi olmayabilir, ama
götürüyor..."
Sivas'ta, Madımak Oteli olayını hatırlatan ve "Kürt
Açılımı"nın
ardından Habur sınır kapısında yaşananları eleştiren bir
dinleyicinin,
"Başbakan Sivas'ta yakılarak öldürülen aydınlarımız,
gençlerimiz için
parmağını oynattı mı?" sorusunu da şöyle
yanıtladı:
"Sivas'ta aydınlarımız yakıldı, insanlarımız
işkencelerde,
darağaçlarında öldü. Sivas'ta Madımak Oteli birden bire, meşale
gibi
tutuşup yanmadı. Bir iki gün süren bir olay var orada.
Otelin
yakılması bile saatler süren bir hadise... Sivas'ın valisi,
emniyet
müdürü, jandarma komutanı neredeydiler? O dönemin
hükümetinin
başbakanı, başbakan yardımcısı neredeydiler?... Şimdi,
orada
arkadaşlarımızı yakmaktan sorumlu tutulup hapse atılan beş on kişi
var
diye mesele bitiyor, öyle mi?... Sivas'ta onları tutuculuk,
kapalılık,
vicdansızlık öldürdü! Bunun ayırımına önce biz varmalıyız ki,
bu
toplumda, bu memlekette benzer başka olaylar olmasın!"
Halil Ergün, bir
siyasi partiye neden katılmadığı yolundaki bir soruyu
da şöyle
yanıtladı:
"SHP Bursa örgütünün isteği ile 1999'da Beyoğlu Belediye
başkanlığına
aday oldum. SHP aklıma yatan politikalar izliyordu. Ne öyle
klasik CHP
gibiydi, ne de slogancı sosyalist gruplar gibi... Benim de,
Beyoğlu'nda
yapılması gerekenlere ilişkin görüşlerim, planlarım vardı.
Kabul
ettim aday olmayı. O sıralarda patlak veren Göknel olayına
rağmen
elimizden geleni yaptık. Ama Beyoğlu Beyoğlu'ndan ibaret
değil.
Kasımpaşa'sı, Sütlüce'si, Dolapdere'si de var. Demek ki,
oralara
meramımızı tam anlatamadık. Kaybettik seçimi. SHP'nin genel
oylarının
çok üzerinde oy aldım başkan adayı olarak, ama kaybettim. Beklerdim
ki
bir eleştiri gelsin. Yahut, 'sağ ol arkadaş, sen elinden geleni
yaptın'
densin. Veya, 'nerede hata yaptık?' diye soran biri çıksın.
Hayır! Sanki ben
bilinmeyen bir ülkede bilinmeyen bir belediyeye
başkan adayı olmuştum. SHP
diye bir parti yoktu, Halil Ergün adında
biri de...
O zaman gördüm ve iman
ettim ki, bu siyasi kültür değişmedikçe hiçbir
anlamı yok. Bir de bu siyasi
kadrolarla birlikte olmak istemem, çokça
tanıdım onları. Ben Türkiye
siyasetinin demokratik olmadığı,
partilerin siyasi çete gibi çalıştığı
düşüncesindeyim. O zaman ben ne
yapacağım orada?..
Bir partide değilsin.
Siyaset yapmayı da düşünmüyorsan kimden yanasın
diye sorulursa,
özgürlüklerden yanayım hümanizmadan, emeğin hakkından
yanayım, barıştan
yanayım, derim..."