Demokratik Açılımda Sanat

Bu sayfa 2010-05-18 13:12:47 tarihinde yayınlandı ve 3398 kez okundu.

Halil Ergün “Aydınlarla Yüz Yüze”nin konuğu oldu.


Başbakan'ın sanatçıları bir toplantıya çağırması oportünize bir
davranış olarak nitelendirildi. Ben öyle bakmadım. Bir ülkenin
başbakanının,  o ülkenin sanatçılarının, yazarlarının, müzisyenlerinin
görüşünü merak etmesi, öğrenmek istemesi çok doğaldır. "Ne
düşünüyorsun şu konuda, arkadaş?" demeye hakkı da olmalıdır. Bunu
protesto edilecek bir davranış olarak göremem, görmüyorum...
-Şimdiye kadar Çingeneleri adam yerine koyup düşüncelerini soran oldu
mu? Bakıyorsun kimi arkadaşlar diyor ki: "Evet, olmadı, ama
Başbakan'ın partisi de para vererek topladı onları!.. Konuşmasını
başkası hazırladı!.. Bu bakış açısını, bu eleştirileri çok gülünç
buluyorum. Açılım toplantısına katılmadım, ama böyle düşündüğüm için
değil ...
Bursa Gazeteciler Cemiyeti ile Nillüfer Belediyesi'nin birlikte
düzenlediği Aydınlarla Yüz Yüze Söyleşileri,  sinema ve tiyatro
oyuncusu Halil Ergün'ün "Demokratik Açılım ve Sanat" başlıklı
söyleşisi ile sürdü.
Basın Kültür Sarayı Uğur Mumcu Etkinlik Salonu'nda yapılan söyleşide
Halil Ergün, "Türkiye'nin her alanda bir 'Fetret Devri'ni  yaşamakta
olduğu günümüz koşullarında,  'Demokratik Açılımda Sanat' teması
çerçevesinde bir tartışma yürütmenin hayli iddialı bir işe kalkışmak
anlamına geldiğini" söyledi. Sanatın insanın insan olmasında ve insan
duyarlıklarını ve vicdanını geliştirmesindeki payının çok önemli
olduğunu vurgulayan Ergün, tiyatroda oynamaya Bursa Atatürk Lisesi'nde
öğrenciyken başladığını hatırlattı.  "Demokratik Açılım"
tartışmalarına da değinen Ergün, "Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın
sanatçıları bir toplantıya çağırması kimi çevrelerde oportünize bir
davranış olarak nitelendirildi. Ben öyle bakmadım, bakmıyorum. Bir
ülkenin başbakanının,  o ülkenin sanatçılarının, yazarlarının,
müzisyenlerinin görüşünü merak etmesi, öğrenmek istemesi çok doğaldır.
'Ne düşünüyorsun şu ve şu konuda, arkadaş?' demeye hakkı da olmalıdır.
Bunu protesto edilecek bir davranış olarak göremem, görmüyorum" dedi...
Halil Ergün, Başbakan Erdoğan'ın "Çingene Açılımı"ndan söz eden ve
Başbakan'ın  aslında demokrasi arzusu ile davranmadığını öne süren bir
dinleyicinin sorusuna yanıt verirken de şunları söyledi: "Şimdiye
kadar Çingeneleri adam yerine koyup düşüncelerini soran oldu mu?
Bakıyorsun kimi arkadaşlar diyor ki: 'Evet, olmadı, ama Başbakan'ın
partisi de para vererek topladı onları!.. Konuşmasını başkası
hazırladı!.. Bu bakış açısını, bu eleştirileri çok gülünç buluyorum.
Açılım toplantısına katılmadım, ama böyle düşündüğüm için değil..."
Söyleşinin başında, Türkiye'nin yakın geçmişine ilişkin
değerlendirmelerde bulunan ve olaylar ile siyasal durumu, üzerinde hiç
düşünmeden "yaftalar" yolu ile açıklamaya çalışan yaklaşımları
eleştirdi. Ergün, tiyatro başladığı yılları da özetleyerek sözlerini
şöyle sürdürdü:
"Taşradan gelmiş bir çocuk Bursa'da tiyatro ile, edebiyatla tanışıyor.
Halkevleri ortadan kaldırılmış, ama ondan doğan boşluğu Halk Eğitim
Merkezleri doldurma uğraşında. Orada amatör tiyatro, müzik  gurupları
oluşuyor. Edebiyat heveslisi, resim heveslisi çocuklar orada biraraya
geliyor... Dünyada da esen çok güçlü bir rüzgar var. Yalnız yoksul
ülkelerin işçileri, köylüleri , işsizleri, gençleri değil,  yarı
sömürge ve sömürge ülkelerin halkları da haklı taleplerini yükseltiyor
ve bu hakları için mücadeleye atılıyor. Türkiye, o zamanın 'Türkiye
İşçi Partisi' üzerinden Sosyalizmle tanışıyor. Meclis'te sosyalist
milletvekilleri var. Oradaki her konuşmaları 'olay' oluyor, her
konuşmaları toplumda yankı buluyor. Şimdiki durumla hiçbir alakası yok
anlayacağınız... Bursa'da Balaban'ın resimlerini keşfediyorum. Nazım
Hikmet'in şiiri ile tanışıyorum.  İznik'ten gelmişim buraya, ama
Gogol'u, Puşkin'i, Tolstoy'u okuyorum.  Bir şeyler yapmak lazım, çünkü
dolup taşıyorsun, tiyatro kurduk. Şinasi'nin Şair Evlenmesi'ni,
ardından Tom Sawier'i oynadık. Mehmet Çelebi Lisesi'nin güzel bir
tiyatro salonu vardı, orada sahneledik.  Başka bir gurup 'Karaların
Mehmet'ini, bir diğeri Karl Çapek'i oynadı... Sonraki yıllarda ben
Ankara'da, diğer arkadaşların çoğu İstanbul'da, bir kısmı da Bursa'da
devam etti tiyatroya.  Siyasal Bilgiler Fakültesi'ne girdiğim sene,
Bursa'dakinden de farklı bir dünya açıldı önümde.  Çünkü Ankara bir
üniversite kentiydi. Üç seans oynardınız, üçünde de tek boş koltuk
olmazdı örneğin. Bu arada Brecht'çi tiyatroyu, karşıtlarını, yeni
yorumcularını okuyup tartışıyorduk. Slogancı tiyatronun, coşku yaratsa
da tiyatro olarak zayıf kaldığını düşünüyorduk. Tiyatronun,
izleyicisinin günlük siyasal görüşüne, günlük heyecanlarına hitap
ederek belki popüler olabileceğini, ama böylece sanattan da
uzaklaşacağını; esasında tiyatronun seyircinin heyecanını boşaltmak
gibi bir görevinin de olamayacağı kanısındaydık. Ankara Birliği
Sahnesi, 1969 yılında bu görüşler temelinde kuruldu.  Oynadığı
oyunlarla da çok önemli bir işlevi yerine getirdi. Daha çocukluktan
çıkmamış Halil Ergün de, yirmisinde filanken 'tiyatro patronu' oldu...
Belki hatırlayanlar olacaktır aranızda, 'Asiye Nasıl Kurtulur?'u
oynadık, baya cesaret göstererek...  Çünkü alışılagelen oyunlardan
değildi. Tiyatro seyircisi, az önce vurguladığım biçime
alıştırılmıştı. Tepkisinin ne olacağı belli değildi, ama sonuç müthiş
oldu. İyi tiyatroyu seyirci sevdi. Ondan sonra da herkes o yolda
yürümeye çalıştı. Bu arada Hacı'daki  (Hacı Tonak) özgeçmişimdeki bir
hatayı da düzelteyim. Sinemaya "Yolda" filimiyle değil, İzin filmiyle
başladım. Sonrasında da sayısını karıştırabileceğim kadar çok filimde
oynadım. Bunların bir kısmı çok güzel filmlerdi, bir kısmı da o kadar
güzel değildi doğrusu...
DEMOKRATİK AÇILIMI ANLAMAK
"Niçin anlatıyorum bunları? Çünkü bunlar anlatılmazsa 'demokratik
açılım' filan da anlaşılamaz. 1960 askeri hareketinden sonra
Türkiye'de bir siyasal ve sosyal uyanış süreci yaşanmıştır. Bunun
tiyatroda, sinemada, edebiyatta, genel olarak sanat alanında sonuçları
olduğu gibi, demokrasinin gelişimi anlamında siyaset üzerinde de
önemli etkileri olmuştur.
Bu arada, 27 Mayıs'a 'devrim' demiyorum ben; 'askeri hareket' diyorum...
İyi şeyleri getirmiştir, inkar etmiyorum,  ama ondan sonra gelen başka
bir askeri hareket de, onun getirdiği ne varsa silip süpürmüştür. 12
Mart askeri darbesi sonrasında gözaltına alınıp işkence görenlerdenim
ben de. Bazı arkadaşlarıma bakıyorum, bir dönem aynı anlayışta
olduğumuza, aynı idealler için birlikte mücadele ettiğimize inanmakta
güçlük çekiyorum. 12 Mart'ın ve 12 Eylül'ün işkencecilerini bile mazur
gösterecek kuramlar, söylemler üretme peşindeler. Bir kısmı
faşistleşmiş neredeyse!..
Nihat'ın (Nihat Behramoğlu) o güzel adlandırmasıyla "Üç  Fidan"dı
Denizler... Ne demek fidan? Daha taze demek! Meyve vermemiş demek! Onlar
idam edilmeyi hak etmişlerse, kim masum kalır bu dünyada? Üç Fidan'ın
idamı için, Meclis'te tüm grubunu canla başla yönlendiren eski
Başbakan, eski Cumhurbaşkanı, "Yüreğim sızladı, ama kanun da var"
diyor. Bunu çok rahat söyleyebiliyor. Biliyor ki, toplum unutur!
Haksız da sayılmaz: 12 Mart'ta, 12 Eylül'de işkence görenler,
zindanlarda yıllarını geçirenler bile unutuyorsa!
Demokratik açılımdan ne anlamalı?
İnsanın özgürlük içinde olmasını talep etmeyi anlamalı! Bu bir insan
hakkıdır! İnsanlar bunu, yani özgürlük içinde yaşamayı talep
etmelidir. Özgürlüklerini kullanırken başlarına bir bela gelmemesini
talep etmelidir! Bunun için her şekilde örgütlenmelidir! Özgürlüğü
güvenceye alan bir anayasayı ve yasaları talep etmelidir! Demokratik
açılım, bir kişinin, bir partinin, bir grubun bir başına yürüyeceği
yol değil! Çünkü demokrasi bu değil. Kimse demokrasi vermez, demokrasi
birlikte yaratılır. Demokrasi bir kültürdür. Yasa demokrasiye güvence
getirse bile, toplum demokrasi kültürünü içselleştirmiş değilse,
hiçbir faydası olmaz! Biri gelir, o yasayı tekmeleyip atar!
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın sanatçıları bir toplantıya çağırması
kimi çevrelerde oportünize bir davranış olarak nitelendirildi. Ben
öyle bakmadım, bakmıyorum. Bir ülkenin başbakanının,  o ülkenin
sanatçılarının, yazarlarının, müzisyenlerinin görüşünü merak etmesi,
öğrenmek istemesi çok doğaldır. 'Ne düşünüyorsun şu ve şu konuda,
arkadaş?' demeye hakkı da olmalıdır. Bunu protesto edilecek bir
davranış olarak göremem, görmüyorum..."
BİLGİ VE VİCDAN MESELESİ
Sanatın, insanoğlunun yaşamında ekmek kadar, su kadar yaşamsal önemde
bir gereksinim olduğunu vurgulayan Halil Ergün, "Sanat, her şeyden
önce insan olmamızı sağlayan tüm dinamiklerin bir bileşeni olarak
görülmeli. Sanat,  her şeyden önce insanın insan olma bilincini
sürekli besleyen, insan vicdanını besleyen bir kaynak.  Roman,
tiyatro, şiir, müzik insan vicdanının nasıl besler? İnsanın kendi iç
macerasına ait bir durumdur bu...  O macerada, o süreçte eksiklik,
insanı insanlıktan uzaklaştıran sonuçlar verir. O insan kendini ortaya
koyamaz, başkalarının ayırımına ve bilgisine ulaşamaz,  başkasının
haklarını kendi meselesi olarak göremez. Bu bakımdan insan olma
halini, bilgi ve vicdan sahibi olmak olarak özetlemek mümkündür "
dedi.
Söyleşi sırasında soruları da yanıtlayan Halil Ergün; Başbakan
Erdoğan'ın "Çingene Açılımı"ndan söz eden ve Başbakan'ın aslında
demokrasi arzusu ile değil, 'cahillerden daha fazla oy almak' amacıyla
hareket ettiğini öne süren bir dinleyicinin sorusunu şöyle yanıtladı:
"Şimdiye kadar Çingeneleri adam yerine koyup düşüncelerini soran,
onlara elleriyle dokunan bir başbakan oldu mu? Ama başbakan Erdoğan
onlara dokundu!.. Bakıyorsun,  kimi arkadaşlar diyor ki: 'Evet,
şimdiye kadar bir başbakan çıkıp da Çingene yurttaşlarla konuşmadı,
ama Başbakan'ın partisi de onları para vererek topladı o meydana!..
Konuşmasını başkası hazırladı!.. Bu bakış açısını, bu eleştirileri çok
gülünç buluyorum arkadaşlar. Açılım toplantısına katılmadım, ama böyle
düşündüğüm için değil...
Müzik grubunun toplantısının gazetelere yansıyan bir fotoğrafı
olmuştu. Biliyorsunuz, özlük hakları öne çıkmıştı biraz... Sonra
pasaport, vize gibi, VİP salonu gibi, biraz kişisel sorunlar...
Bunların da olması gerekebilir elbette... Bizim gruba baktığımda, bundan
biraz daha farklı olacağını kestirebiliyordum,  ama Başbakan'ın
Türkiye'deki Ermenilerin ülkelerine gönderilebileceği yolundaki
açıklaması düşündürdü beni... Bu açıklamaya bir protesto olsun diye
gitmedim o toplantıya...
Şunu açıklıkla söylüyorum: Artık bakış açınızda, bakış açımızda bir
şeylerin değişmesi gerek!.. 'Bunları cahil halk seçti' dersen, orada
sınıfta kalmışsın demektir. İnsanlık dersinde, vicdan dersinde,
bilgide, akılda, merhamette kaybetmişsin demektir!.. Sizin, 'cahil
insanlar' dedikleriniz kimin insanı? Sizin insanınız değil mi? Siz,
iktidara gelmek için kimden oy alacaksınız? Başbakan, şu kadar oy
alarak seçildi.  Siz oy vermediniz diye, niye cahiller seçmiş olsun?
Başbakan'ın avukatı değilim, ama biraz objektif olmak lazım...
Türkiye'de toplumun, insanlarımızın ağır, derin sorunları var. Ama
aynı zamanda çocuklarını daha iyi okullarda yetiştirmek gibi talepler
de var. Bu talebe adam gibi bir yanıt verebiliyor musun? Bugün ortada
bir kaset hikayesi var. Çirkin! Tamam, ama ne koyuyorsun karşısına?
Hırsızın hiç mi suçu yok! Skandalı şiddetle protesto edeceğiz elbette,
ama ne ağlamalar, sızlamalar? Koskoca adamlar, yaşı başı yerinde
adamlar salya sümük! Gitme sayın genel başkanım, diyorlar. İstismar
onların tasarrufu! Bu başka bir şeydir. Yükselen adama çelme
takmışlar, mağdur etmişler!.. Böyle bakmak çok başka bir şey... Aslında
bunlar bir birlerini tamamlayan tutumlardır.  Nitekim, gayet iyi
geçiniyorlar.  Anayasa değişikliği ile ilgili bir iki madde olmasa
tartışmaları bile gerekmeyecek. Örneğin yüzde 10 seçim barajı
konusunda aralarında hiçbir ihtilaf yok. Sistem hükmünü yürütüyor. Bir
tahterevalli  durumu.  O gidecek, o gelecek... Soygun sürecek... Ama Bu
hükümetin şansı var. Bir takım şeyleri aldı götürüyor! Benim istediğim
gibi, senin istediğin gibi olmayabilir, ama götürüyor..."
Sivas'ta, Madımak Oteli olayını hatırlatan ve "Kürt Açılımı"nın
ardından Habur sınır kapısında yaşananları eleştiren bir dinleyicinin,
"Başbakan Sivas'ta yakılarak öldürülen aydınlarımız, gençlerimiz için
parmağını oynattı mı?" sorusunu da şöyle yanıtladı:
"Sivas'ta aydınlarımız yakıldı, insanlarımız işkencelerde,
darağaçlarında öldü. Sivas'ta Madımak Oteli birden bire, meşale gibi
tutuşup yanmadı. Bir iki gün süren bir olay var orada. Otelin
yakılması bile saatler süren bir hadise... Sivas'ın valisi, emniyet
müdürü, jandarma komutanı neredeydiler? O dönemin hükümetinin
başbakanı, başbakan yardımcısı neredeydiler?...  Şimdi, orada
arkadaşlarımızı yakmaktan sorumlu tutulup hapse atılan beş on kişi var
diye mesele bitiyor, öyle mi?... Sivas'ta onları tutuculuk, kapalılık,
vicdansızlık öldürdü! Bunun ayırımına önce biz varmalıyız ki, bu
toplumda, bu memlekette benzer başka olaylar olmasın!"
Halil Ergün, bir siyasi partiye neden katılmadığı yolundaki bir soruyu
da şöyle yanıtladı:
"SHP Bursa örgütünün isteği ile 1999'da Beyoğlu Belediye başkanlığına
aday oldum. SHP aklıma yatan politikalar izliyordu. Ne öyle klasik CHP
gibiydi, ne de slogancı sosyalist gruplar gibi... Benim de, Beyoğlu'nda
yapılması gerekenlere ilişkin görüşlerim, planlarım vardı.  Kabul
ettim aday olmayı. O sıralarda patlak veren Göknel olayına rağmen
elimizden geleni yaptık. Ama Beyoğlu Beyoğlu'ndan ibaret değil.
Kasımpaşa'sı, Sütlüce'si, Dolapdere'si de var. Demek ki, oralara
meramımızı tam anlatamadık. Kaybettik seçimi. SHP'nin genel oylarının
çok üzerinde oy aldım başkan adayı olarak, ama kaybettim. Beklerdim ki
bir eleştiri gelsin. Yahut, 'sağ ol arkadaş, sen elinden geleni
yaptın' densin.  Veya, 'nerede hata yaptık?' diye soran biri çıksın.
Hayır! Sanki ben bilinmeyen bir ülkede bilinmeyen bir belediyeye
başkan adayı olmuştum. SHP diye bir parti yoktu, Halil Ergün adında
biri de...
O zaman gördüm ve iman ettim ki, bu siyasi kültür değişmedikçe hiçbir
anlamı yok.  Bir de bu siyasi kadrolarla birlikte olmak istemem, çokça
tanıdım onları. Ben Türkiye siyasetinin demokratik olmadığı,
partilerin siyasi çete gibi çalıştığı düşüncesindeyim. O zaman ben ne
yapacağım orada?..
Bir partide değilsin.  Siyaset yapmayı da düşünmüyorsan kimden yanasın
diye sorulursa,  özgürlüklerden yanayım hümanizmadan, emeğin hakkından
yanayım, barıştan yanayım, derim..."

ÜYELERİMİZE İNDİRİM YAPAN FİRMALAR

BGC üyelerine indirim yapan sağlık ve eğitim kurumları ile yapılan sözleşmeler yenilendi. devamı

BGC ÖDÜLLERİ SAHİPLERİNİ BULDU...

Bursa Gazeteciler Cemiyeti tarafından geleneksel olarak organize edilen “BGC Başarı Ödülleri Yarışması”... devamı

BİK GENEL MÜDÜRÜ DURAN: “BASINIMIZA KATKI İÇİN VARIZ”

Basın İlan Kurumu Genel Müdürü Rıdvan Duran, BGC Başkanı Nuri Kolaylı’yı Basın Kültür Sarayı’ndak... devamı

BGC ÖDÜL SÜRECİ BAŞLADI

Bursa Gazeteciler Cemiyeti tarafından her yıl geleneksel olarak organize edilen Gazetecilik Başarı Ödülleri Y... devamı

Marmara Bayram’ın konusu “Bursa turizmi”

Marmara Bayram Gazetesi’nde ana konu olarak “Bursa turizmi ve Bursa’nın bilinmeyen yöreleri” ele alınaca... devamı