“Göç”tüler “İnsan” Çıktılar

Bu sayfa 2011-02-11 12:01:01 tarihinde yayınlandı ve 3441 kez okundu.

50 yılında Avrupa’da göç


SODEV Onursal Başkanı, Eski Kültür Bakanı Siyaset Bilimci Yazar Ercan Karakaş, Türk Alman Bilimsel Eğitim ve Araştırma Vakfı  Başkanı Prof. Dr Faruk Şen, Belçika Parlamentosu Sosyalist Milletvekili Fatma Pehlivan, Danimarka Parlamentosu Sosyal Demokrat Milletvekili Hüseyin Araç ve Almanya Hür Demokrat Parti Aşağı Saksonya Delmenhorst Milletvekili Murat Kalmış “Aydınlarla Yüz Yüze”de Türkiye’den Avrupa’ya işgücü göçünün 50 yılını ve bugünkü sonuçlarını değerlendirdiler.

Basın Kültür Sarayı Uğur Mumcu Etkinlik Salonu’nda gerçekleşen söyleşiyi eski Kültür Bakanı Ercan Karakaş yönetti. 

BGC Başkanı Nuri Kolaylı söyleşinin başlangıcında konuklarını selamladı. Kolaylı, kısa konuşmasında bir göç kenti kabul edilebilecek Bursa’da, Avrupa’ya işgücü göçünün elli yılının Avrupa’da yaşayan Türk milletvekillerince değerlendirilmesinin ilginç ve öğretici olacağını umduğunu söyledi. Kolaylı, söyleşilerin Nilüfer Belediyesi ile birlikte düzenlendiğini de hatırlatarak, Nilüfer Belediye Başkanı Mustafa Bozbey’e ve söyleşilere katkıda bulunan sponsor kuruluşlara teşekkür etti.

Eski Kültür Bakanı Siyaset Bilimci Yazar Ercan Karakaş söyleşinin giriş konuşmasına, “Avrupa’ya göç” ün ilk sürecini, ilk yıllarını karakterize eden kimi olayları hatırlatarak başladı. Karakaş, Bülent Ecevit’in Çalışma Bakanlığı döneminde Almanya ile yapılan bir anlaşmanın yürürlük kazanmasıyla başlayan göçün, başlangıçta gerek Avrupa ülkeleri için, gerekse Türkiye için yalnızca “ekonomik” bir anlam taşıdığını söyledi.  Göçün insani ve sosyal taraflarının bu aşamada yeterince görülemediğini, buna ilişkin önlemlerin de alınamadığını belirten Karakaş, sözlerini şöyle sürdürdü:

 “Buna karşılık Türkiye’den Almanya’ya ve öteki ülkelere göçenler de, durumlarını  ‘geçici’ bir hal olarak görüyorlardı; ‘Gurbete’ çıkmışlardı, ‘birkaç yıl çalışıp biraz para biriktirip memlekete döneceklerdi’! Ne var ki, dönemediler ve sorunlar başladı. Çünkü yalnızca işgücü değillerdi; diliyle, kültürüyle, geleneğiyle, yaşam biçimiyle insandılar! Türkiye’nın daha elektrik bile götüremediği köylerinden kalkıp gelmiş çağdaş sanayi toplumunun içine düşmüşlerdi ve dört kuşaktır oradalar. Almanlar, ‘artık gitsinler’ demeye çoktan başlamışlardı.  Uyum yasaları ve özellikle Sosyal Demokrat hükümetlerin kimi uygulamalarıyla önemli adımlar atılmış olsa da, sorunlar sürmektedir. Çünkü kabul etmeli onların da sorunları var. Ekonomik refahın her şeyi daha kolaylaştırdığı bir zamanda değiller. Sağcı politikaların, milliyetçiliğin sömürdüğü işsizlik gibi, ekonomik durgunluk gibi sorunları var… Türkiye’nin daha aktif bir tutumla yurttaşlarına sahip çıkması gerekirdi. Ne yazık ki onları yalnızca döviz kaynağı ve lobi gücü olarak gördü Türkiye. Öyle de görmeye devam ediyor…”

SODEV Onursal Başkanı Ercan Karakaş, Prof. Dr. Şen’in uzun yıllardır Almanya’da ve Avrupa’da Türklerin sorunlarıyla ilgili çok sayıda araştırma yaptığını; bu sorunların çözümü için de çok ciddi çaba harcadığını hatırlatarak, söyleşide ilk sözü Prof. Dr. Şen’e verdi.

AVRUPA’DAKİ TÜRKLER ÖNEMLİ BİR GÜÇ

TAVAK Başkanı Prof. Dr. Şen; Almanya’da, öteki AB ülkelerinde ve genel olarak Avrupa’da yaşayan Türk yurttaşların 50 yıllık süreçte yaşadıklarını özetlediği konuşmasında,  “Bugün Türkiye nüfusunun yüzde 5’i Avrupa Birliği ülkelerinde yaşıyor. Avrupa’daki Türklerin sayısı beş milyon iki yüz bini geçiyor. Amerika, Avustralya, Kanada gibi ülkelerde yaşayanları da eklersek bu sayı, altı milyon beş yüz bine varıyor. Bu Türkiye için çok önemli bir güç, aynı zamanda çok önemli bir fırsat. Ama  Türkiye Avrupa’da çalışan, orada yaşayan bu yurttaşlarımıza seçme ve seçilme hakkını bile vermiyor, sağlamıyor. Bu konuda kimi adımlar atılsa da, maalesef bunlar çok yetersiz. Gümrüklerde oylarını kullanabilenlerin sayısı iki yüz bin, iki yüz elli bini geçmez. Bu, bir ayırımcılıktır” dedi.

Uzun zamandır AB’nin Türkiye’yi,  Türkiye’nin de AB‘yi unutmuş göründüğünü ifade eden Prof, Dr. Şen, Türk kamuoyunda AB’ye “tam üyelik” isteyenlerin oranının yüzde 36ya kadar düşmüş olmasının da bu durumun bir yansıması olduğunu söyledi. Şen, “Çünkü orada da işsizlik var. Serbest dolaşım olsa bile, bir ülkede iş bulup yerleşmek kolay değil. Bunun da sınırları ve koşulları var ayrıca. Bir ülkede üç ay içinde kalıcı bir iş bulabilirsen ancak oturma iznine sahip olabilirsin…

Almanya’da işsizlik oranı yüzde 8 olarak açıklanıyor; Bizim TÜİK’den öğrendiler rakamlarla oynamayı, oynuyorlar!  Aslında bu ülkede işsizlik yüzde 13 düzeyinde. Türkler arasında işsizlik yüzde 30’un üzerinde çıkar. Almanya’da yoksulluk sınırının altında yaşayan Türklerin Türk nüfusa oranı yüzde 44 civarında.  Bütün bunlar AB hevesini söndüren gelişmelerdir.  Türkiye, önemi her geçen gün daha da artan bir ülke. Avrupa’dan dönüşü de iyi değerlendirir ve ayağına baltayı vurmadan büyümesini sürdürürse yine de Avrupa olabilir. Avrupa olmuş bir Türkiye’yi de ne AB reddeder ne de başkası” dedi.

Türk Alman Eğitim ve Bilimsel Araştırmalar Vakfı – TAVAK Başkanı Prof. Dr. Faruk Şen;  Avrupa’daki Türklerin durumuna bir de “Homo Ekonomikos” açısından değerlendirmek istediğini ifade ederek şöyle konuştu:

“Önce döviz gönderiyorlardı. Türkiye’de ekonominin canlanmasına bu yoldan katkıda bulunuyorlardı. Sonra Banker Kastelliler tebelleş oldu başlarına; ardından Sayın Demirel’in yeğeni Yahya Demirel gibi hayali ihracatçılar. Bunların sistemi, ‘paranı bana ver, fazlasıyla geri al’a dayanıyordu.  Yalnız Almanya’daki değil, öteki Avrupa ülkelerindeki yurttaşlarımız da paralarını kaptırdılar bu uyanıklara. Son olarak aynı yöntemi kullanan ‘İslami sermaye’ çıktı sahneye. Anaparaya yüzde 28 fazlasını vaat ederek, hekimler dahil (yani üniversite eğitimi almış Avrupalı Türkler dahil), paralarını topladılar. Bir yıl ödeyip yüzde 28’i, güven kazandılar, daha da palazlandılar, daha da büyüttüler yağmanın ölçeğini! İkinci yıl biraz biraz, ama üçüncü yıl ‘kazan öldü hoca’ dediler ve yattılar o paraların üstüne!

Eski usulde Türk ekonomisine katkıları böyle idi işte: Aldatılarak, kandırılarak, paralarının üstüne yatılarak ve yalnız bırakılarak!..

Bunların hepsi Türkiye’nin, Türk hükümetlerinin gözü önünde oldu.  O hükümetler, parmağını bile oynatmadı  Avrupalı Türkler için, Avrupa’daki yurttaşları için!..

Her musibetin bir iyi tarafının bulunduğu da bir gerçek;  bunlar olunca, bütün bunları yaşayınca Avrupalı Türkler kendi işlerini kurmaya başladılar. AB’deki  5 milyon 200 bin Türk, Avrupa’da yeni bir Türkiye kuruyor şimdi. Bu nüfus, dikkatinizi çekerim, Luxsemburg’un nüfusunun tam 12 katına tekabül ediyor. Komşumuz Yunanistan’ın nüfusunun da yarısına…

Şimdi bu, Avrupalı Türklerin Avrupa Birliği sınırları içindeki yatırımları 18 milyar Euro’yu buluyor: On sekiz milyar yatırım, 143 milyar ciro!...

Bu Avrupa Birliği cirosunun 1/3’ü, Avrupa Birliği bütçesinin 1/5’i demek!

Avrupalı Türkler arasındaki yatırımcı sayısı 2008’de 72 bin, önceki yıl 118 bindi, bu yıl 131 bin 500’ü geçti. Tek dalda, tek alanda da yatırım yapmadıklarını da hatırlatayım: Tam 121 farklı alanda, farklı sahada yatırım yapmışlar! Bu yatırımlarla istihdam edilen insan sayısı da yaklaşık 500 bin! Türk girişimcilerin yüzde 68’i Almanya’da yatırım yapıyor. Almanya’yı izleyen ülkeler Fransa ve Hollanda…

BÖYLESİ TOPLUMLAR KOLAY ÇÖKMEZ

Söyleşiyi yöneten Karakaş’ın, “Sosyalist Milletvekilimiz” diye takdim ettiği ve  “Belçika’nın çok yakında bölüneceğine” dair Türkiye’de dile getirilen görüşe de açıklık getirmesini umduğunu söylediği Belçika Parlamentosu Milletvekili Fatma Pehlivan sözlerine şöyle başladı:

“ Belçika bölünür mü? Bunu bilmiyorum. Ama şöyle bir gerçek var:  17 Şubat’a değin hükümet kurulamazsa, Belçika parlamentosu 248 günde yeni hükümeti kuramamış bir parlamento olacak ve  tarihi bir rekora da imza atacak. Umarım, bu rekor bize geçmez. Olduğu yerde kalır!...”

Pehlivan, konuşmasını şöyle sürdürdü:

“Üç yıl, olmadı beş yıl kalır, biraz para biriktirip memlekete geri döneriz düşüncesiyle Batı Avrupa ülkelerine doğru baslayan işçi göçü yaklaşık 50 yılı geride bıraktı. Belçika'ya ilk Türk işçileri 1960'lı yıllarda geldiler. Bu işçilerin büyük bir kısmı Limburg ve Vallon bölgelerinde bulunan maden ocaklarında çalışmaya başladılar. Bir bölümü de büyük şehirlerdeki tekstil fabrikalarında işe başladı. Göç başladığında bunun geçici bir dönem olacağı düşünülmüştü. Göçmen işçiler para kazanıp Türkiye'ye temelli dönüş yapma düşüncesindeydi; ama gerçekte böyle olmadı. Aile birleşimi yasasıyla göçmen topluluğunda artış olunca, Belçika devleti 1974'te göç anlaşmasına son verme kararı aldı. Sonuç olarak işçi vatandaşların %70'i Türkiye'ye geri dönme isteğinden vazgeçti.

Günümüzde Belçika' da yaşayan Türklerin eğitim seviyesi birinci ve ikinci kuşağa göre daha ileri olsa da istenilen düzeyde değildir. Bunun en büyük nedeni, halen birçok öğrencinin Fransızca ve Flamancada zorluk çekmeleridir. 2009 yılında yapılan bir araştırmaya göre, Belçika' da yaşayan Türklerin %81' i çocuklarının yüksek öğretim görmesini arzu ediyor. Ancak ne yazık ki, yüksek öğretim gören Türk öğrenci sayısı %3'lerin altında seyrediyor.

Türk gençlerinin üniversite eğitimine önemi vermemelerinin nedenlerinden birisi de, Belçika devletinin sağlamış olduğu sosyal olanakların olumsuz etkisidir. Eski Türkiye Cumhuriyeti Brüksel Büyükelçisi bir konuşmasında şöyle demişti: "Gençlerimiz eğitime pek fazla ilgi göstermiyorlar. Bundan dolayı ben daima kendilerine tavsiyelerde bulunuyorum. Ancak Belçika'nın sağlamış olduğu sosyal imkanlar bizim gençler üzerinde menfi etkide bulunuyor. Mesela burada işsizlik parası var. Maalesef bizim vatandaşımız bu işsizlik parasına daha fazla meyil eder duruma gelmiş". Yani Belçika'da okuyan ve okumayanlar arasında bir farkın olmadığı düşünülmektedir. Beş yıl okuyup 300 Euro fazla kazanacağıma okumasam da olur düşüncesi vardır.

Seksenli yılların sonunda genç göçmenler protesto eylemleri yaptılar, şiddete başvurdular. Belçika siyasetçilerinin göçmen sorununun farkına varmalarına biraz da bunlar sebep oldu.

Bazı okullara hemen hemen sadece Türk çocuklar, bazılarına da sadece Faslı çocuklar gidiyordu. Bu durum Flamanca ve Fransızca dillerinin öğretilmesine engel olmaktaydı.  Sorunları çözmek için, ancak yarım asır sonra, Entegrasyon merkezleri olarak adlandırılan kurumlar açılmaya başlandı.

Kırk yıl önce gelen Türklerin tek bir amaçları vardı: mümkün olduğunca çok para kazanmak, Türkiye'de yatırım yapmak veya Türkiye'deki ailelerine maddi yardım sağlamak. Daha sonra gurbetçilerin eş ve çocukları da geldi. Türkler işyerleri açmaya, mal mülk sahibi olmaya başladılar. Sosyal ve kültürel faaliyetler hız kazandı.  İlk Türk doktorları, avukatları, mühendisleri, öğretmenleri mezun oldu.  Belçika artık birçok göçmen için ikinci bir yurt olmaya başladı.

Ne var ki durum tozpembe değildir. Aksine Türk vatandaşlarımızın istihdam alanında da aşması gereken pek çok sorun vardır. 2001 verilerine göre Avrupa'daki 3.767.000 Türk vatandaşın sadece %32,8'i iş sahibidir. Maalesef ikinci nesil Türkleri yüksek makamlarda görme ihtimali çok düşüktür. Vatandaşlarımız daha çok eğitim gerektirmeyen işlerde çalışmaktadır.”

BİZ, BİRBİRİMİZİ DİNLERİZ; FİKİRLERE SAYGIMIZ VAR

Danimarka Parlamentosu Sosyal Demokrat Milletvekili Hüseyin Araç, konuşmasına Türk göçmenlerin Danimarka’daki yaşam koşullarını anlatarak başladı. Çorum’da 1956 yılında doğduğunu, 1972 yılında  da Danimarka’ya gittiğini belirten Araç: “Babam oradaydı, Türkiye’deki olaylardan kaygılandığı için beni yanına aldı. Hep ‘birkaç yıl sonra döneriz’ diyordu. Önceleri onun gibi düşünüyordum ben de. Ama bir süre sonra bir daha Türkiye’ye dönemeyeceğimize kanaat getirdim. Buna karşılık, temennisine hiç karşı çıkmadım. O dileği hep paylaştım. Şunu belirtmeliyim: Bu yalnızca babamın değil, birinci kuşağın ortak hayaliydi. Orada biraz para kazanıp Türkiye’ye dönme hayali ile yaşadı bu kuşak. İkinci kuşakta ise durum tamamen değişti. Artık Türkiye’ye dönmeyi çok fazla isteyen yoktu. İki kuşak arasındaki farklılıklar önemli boyutlarda. Örneğin babam, okuyup yazmayı askerlikte öğrenmiş. Annem ise ne okumayı, ne de yazmayı biliyordu. Buna karşılık, üçüncü kuşağı oluşturan kızım ilkokuldan, liseye ve üniversiteyi kadar tamamen devletlin olanaklarıyla eğitim görerek göz hekimi oldu.  Bundan daha iyi ‘uyum’ olabilir mi?

Mesela bize Türkçe öğrenelim diye, yalnız Türkçe de değil ne istersen, öğretmen sağlıyor. Öğretmenin ücretini de devlet ödüyor. Sana düşen öğrenmek.

Toplu sözleşmelerde değişmeyen maddedir: çalışmayan ücretinin yüzde 90’ının alır! Güzel değil mi? Mültecilerin hep haklarını savundum orada. Ama alavereci, dalavereci mülteciyi neyleyim ben? İşsizlik yardımıyla, sosyal yardımla geçinmenin yolunu buluyor. Ne çalışıyor, ne okuyor, ne eğitim istiyor. İstediği yalnızca para! Ama bu çark nasıl döner? Dönmüyor tabii, dönmez de. O zaman sıkıntı başlıyor.

Bütün Batı Avrupa ülkelerinde sıkıntı var. Çalışmayan insana, çalışana verdiğin ücretin yüzde doksanını verirsen Çin ve Hindistan’la rekabet etme şansın olmaz.  Danimarka bir bilgi toplumudur. Nüfusun yüzde 94’ü üniversite mezunu, kadını erkeğiyle.  Böyle olduğu için bu kadar haklar var orada. Böyle bir toplum kolay çökmez!

Mesela, benim ülkemde hiç kimse parti liderinin işaretiyle ne milletvekili olmayı, ne  partide ya da devlette, kamuda her hangi bir makam sahibi olmayı bekler. Çünkü böyle bir şey olmaz.

Benim ülkemde, partinin genel başkanı üye olduğum yerel örgüte dese ki, ‘Arkadaşlar; bu Hüseyin arkadaş benim için çok önemli. Biraz kollasak da listenin iyi bir yerinde yer alsa’ dese, en dibe düşmese de bir anda on sıra aşağıya düşer yerim.

Biz birbirimizi dinleriz. Fikirlere saygımız var. Halk seçimlerde partileri izler, dinler, programlarını, önermelerini kıyaslar kararını verir. Burada (Türkiye’de) bu biraz eksik. Türkiye’de başbakan olsam ilk iş olarak şunu yapardım: Doğu bölgemizden kamyonlara doldurulup sığır taşınır gibi Batıdaki çiftliklere taşınan insanların durumuna müdahale ederdim. Şantiyelerde, çimento torbalarını örtünüp yatan insanların durumuna müdahele ederdim. ‘Yahu şuraya bir kulübecik olsun yapamaz mısın?’ derdim. Yap arkadaş şuraya bir kulübe, şu insanlara yemek ver, sıcak bir çorba ver, bunlar da bizim insanımız!..

Türk seçmen asla şaşmaz, Danimarka’da ayırımcılığa karşı ve insan haklarından yana olan partileri tutar. Oyunu onlara verir, Türkiye’de gelir sağ partiye oy verir. Bunu hiç anlayamıyorum arkadaşlar…

Danimarka’da ‘sağ’ veya ‘sol’ demiyoruz biz. Bunun yerine ‘Kırmızı’ ve ‘mavi’ diyoruz.  Benim ülkemde şu an, kırımızı blokla mavi blok arasındaki oy farkı yalnızca yüzde 3 dolayında. Oysa yabancılar; göçmenler bilinçli oy kullansalar bu fark bir anda yüzde 10 düzeyinde olur.”

TÜRKİYE AB’YE GİRMELİ Mİ? BENCE HAYIR

Söyleşide son konuşmayı Aşağı Saksonya Eyaleti’ne bağlı Delmenhorst Hür Demokrat Parti (FDP) İl Genel Meclis Üyesi ve Grup Başkanvekili Murat Kalmış yaptı. Karakaş’ın “Avrupa’daki liberal plitikacımız” diye tanıttığı Kalmış, konuşmasına yerel seçimlerde Alman seçmeninin tavrını değerlendirerek başladı. Kalmış, Almanya’da özellikle belediye seçimleri ile il genel meclisleri seçimlerinde seçmenin kişilere değil, uygulamalarına ve önermelerine baktığını, bunun da Yeşil Parti’den başladığı siyaseti FDP’de sürdürmesinde etken olduğunu söyledi.

Kalmış sözlerini şöyle sürdürdü:
“Almanya’da 1971 yılında doğdum. Annem ve babam 1969 yılında Van’dan Bremen’e gelmişler. Ben üçüncü kuşaktanım. Babamın Almanya’dan bütün beklentisi bir süre çalışıp Türkiye’ye dönmekten başka bir şey değildi. Ama 45 yıl çalıştı orada, emekli oldu, emekli ikramiyesini de aldı ama Türkiye’ye gene de gelemedi. Emekli maaşı 650 Euro. Bu para Almanya için çok düşük, fakat orada emekli olanlar buradaki gibi maaşlarının yüzde 60’ını, 70’ini değil ancak küçük bir kısmını alabilir. Bunun Avrupa’da genel bir durum olduğu söylenebilir. Babam ve annem ne benim ne de ablamın eğitimi ile ilgilendiler. Buna çok fazla imkanları da yoktu. Ayrıca çok gerekli de görmüyorlardı. Ben itfaiye akademisinde okudum, okul biter bitmez de çalışmaya başladım. Aslında, biz ikinci ve üçüncü kuşak hazıra konduk! Avrupa’da asıl sıkıntıyı çeken bizden öncekilerdir…

Şu an Almanya’da Türklerden 5 Federal Milletvekilimiz, bir Eyalet bakanımız, bir de genel başkanımız (Yeşiller Partisi Cem Özdemir) var. Bu sayıların önümüzdeki yıllarda daha da artacağını öngörebiliriz. Çünkü eğitimli Türklerin sayısı artıyor. Sosyal problemlerle daha çok ilgileniyorlar. Toplumda dikkat çekiyorlar. İyi projeleri varsa, ilgi de uyandırıyorlar. Sosyal düşünen bir insanım. Bir dönem milletvekilliği yaptım. İki dönemdir de il meclisi üyesiyim. Bu mecliste partimin grup başvekiliyim. Bana kalırsa, Türk milletvekillerinin daha çok çalışması lazım. Sonuçta bir ‘kara kafa’sın, Türksün! Partide kabul görmen, Alman seçmenin de seni tanıması için, diğer milletvekillerinden çalışkanlığınla, üretkenliğinle ayrılman lazım.

Burada, bir yakınıma sordum, ‘Seçimlerde kime oy vereceksin’ diye, ‘Oyumu şu partinin liderine vereceğim’ dedi. ‘Neden, başkasına değil de ona veriyorsun’ diye sordum. Cevabı şöyle oldu: Valla bu adamda iş var!...

Programı nedir, biliyor musun? Senin en öncelikli meselelerin hakkında ne düşündüğünü biliyor musun? Hayır! O zaman, besbelli ki seçimini iyi yapamazsın. Seçimini iyi ve doğru yapamıyorsan, demokrasi de olmaz…

Deniliyor ki, Avrupa’da insanlarımıza sahip çıkılmıyor! Buradaki insanlarımıza sahip çıkılıyor mu pekiyi? Buradaki insanına sahip çıkmayan, Avrupa’dakine sahip çıkar mı?

Bunlardan sonra, kendime şu soruyu soruyorum: Türkiye Avrupa Birliği’ne girmeli mi?

Bence hayır!

Demokrasiyi yaşamamız ve yaşatmamız lazım önce. O zaman her şey iyi olacak..”

ÜYELERİMİZE İNDİRİM YAPAN FİRMALAR

BGC üyelerine indirim yapan sağlık ve eğitim kurumları ile yapılan sözleşmeler yenilendi. devamı

BGC ÖDÜLLERİ SAHİPLERİNİ BULDU...

Bursa Gazeteciler Cemiyeti tarafından geleneksel olarak organize edilen “BGC Başarı Ödülleri Yarışması”... devamı

BİK GENEL MÜDÜRÜ DURAN: “BASINIMIZA KATKI İÇİN VARIZ”

Basın İlan Kurumu Genel Müdürü Rıdvan Duran, BGC Başkanı Nuri Kolaylı’yı Basın Kültür Sarayı’ndak... devamı

BGC ÖDÜL SÜRECİ BAŞLADI

Bursa Gazeteciler Cemiyeti tarafından her yıl geleneksel olarak organize edilen Gazetecilik Başarı Ödülleri Y... devamı

Marmara Bayram’ın konusu “Bursa turizmi”

Marmara Bayram Gazetesi’nde ana konu olarak “Bursa turizmi ve Bursa’nın bilinmeyen yöreleri” ele alınaca... devamı