FETİH SÖYLENCELERİ

XII. yüzyıl oltalarında Anadolu'yu derinden etkilemiş olan Babaîlik (b. bak.) akımının önderleri olarak bilinen Baba İlyas Horasanı ve Baba İshak Kefersûdî müritleri, Osmanlı Devleti'nin kuruluşu aşamasında önemli katkılar sağlamışlardır.
XIII. ve XIV. yüzyılda Anadolu'yu adım adım dolaşan göçebe Türk/Türkmen dervişlerine "abdal" adı verilmektedir. Çeşitli Müslüman tarikatlarında "ermiş" ve "evliya" anlamında da kullanılan bu terim; İslâm Peygamberi Hazreti Muhammed'in amcası oğlu ve damadı Hazreti Ali'nin aktardığı bir hadis-i şerife göre, Tanrı'nın sevgilisi olan kırk din büyüğünden her birinin sanıdır.
Abdallık, aynı zamanda Melâmilik'ten türeyen bir tarikatın adı olduğu gibi, Bektaşî geleneğinde beşinci derece sayılır.
Göçebe Türk/Türkmen dervişleri abdallar, hiç kuşkusuz Orta Asya'dan getirdikleri şaman/kam geleneklerinden de esinlenmişler, bu geleneklerini İslâm inancıyla yoğurarak yeni bir sentez oluşaırmuşlardı. Bunlar, XIII. yüzyıl sonlarına doğru, "dârü'l-cihat" olarak tanımlanan uçlara doğru yayılmış bulunuyorlardı. İslâm'ın heterodoks (sapkın) sayılan akımlarından Kalenderiye'nin de etkisinde kaldıkları için çokçası saç, sakal, bıyık, kaş gibi vücut tüylerini kazımaktaydılar (bu özellik, Abdal Murat'ın günümüze kalan tanımlamalarında da belirgindir). Çıplak ayakla gezer ve göğüslerine dövme ile Ali'nin adını yazdırır veya onun Zülfikâr adı verilen çift ağızlı kılıcının resmini yaptırırlardı. Kurak mevsimlerde yağmur yağdırmak, doğal âfetlerin önüne geçmek veya bir gazada en umutsuz zamanda bile zaferi kazandırabilmek gibi olağanüstü niteliklere sahip bulunduklarına inanılırdı. Nitekim Bursa'nın fethine ilişkin söylencelerde adı anılan abdallar da, olağanüstü sezgi güçleri olan insan üstü kişiler olarak tanımlanmaktadırlar.
"Horasan erleri" adıyla da anılan ve hemen tümü de XIII. yüzyıl ortalarında Anadolu'da doğan Babaî inancının izleyicisi sayılan abdalların, toplam kırk kişi olduğuna inanılırdı. Sayıları hiçbir zaman kırktan çok olmaz, içlerinden biri ölecek olsa, dışarıdan "cezbeli" bir kişi kırklara karışır, eksileni tamamlardı. Halk arasındaki "Kırklara karışmak" deyimi bu inançtan kaynaklanmıştır.
Bunlara "Abdalanı Rum" denilirdi (b. bak.). "Abdal", Arapçada tanık anlamına gelen "badal" sözcüğünün çoğuludur. "Abdalan", heterodoks tarikat sözlüğüne yerleşmiş bulunan "abdal"dan, Farsçada kullanılan "an" takısının eklenmesiyle ikinci kez çoğul yapılarak türetilmiş bir sözcüktür. "Rum" ise, Roma adının İslâm ağzında söyleniş biçimidir. Dolayısıyla tarihsel süreçte "Diyâr-ı Rum" (Roma beldesi) adıyla anılan topraklar, önceleri Anadolu'nun bütününü kapsar haldeyken, zamanla fetihler sonucu giderek batıya doğru kaymıştır. Nitekim XIII. yüzyıl sonlarına doğru hemen hemen Anadolu'yu tanımlamakta kullanılan bu deyim, XIV. yüzyıl sonlarında artık daha batıya doğru kaymış, "Rum" sözcüğü, Çanakkale boğazının batı yakasındaki, Trakya ve Balkanlar'daki toprakları tanımlar biçimde "Rumili" veya "Rumeli" deyimlerinin yapısına girmiştir.

Bursa fethinin "Kırklar"ı
Bursa'nın fethi, Anadolu'da yepyeni bir dönemin açılmasında önemli dönemeçlerden biridir. O nedenle de, söylencesel kişilerle söylencelere yansımıştır. Bu söylenceler, doğal olarak Osmanlı'nın kuruluş döneminde toplumu etkileyen inançlar doğrultusunda oluşturulmuştur. Bu inançlar, yukarıda da değinildiği gibi, çoğunlukla Baba! geleneğinden kaynaklanmaktadır.
Söylencelere göre, Bursa fethinin kırkları, Orhan Gazi'nin çevresinde kümelenmiş denişlerdir. Bunlara genellikle "Abdalan-ı Rum" denilirse de; "Ahîyân-ı Rum" ve zaman zaman "Bacıyân-ı Rum" da söylencelerde yer alır (ayrıntılı bilgi ilgili maddelerde). Orhan Gazi, söylencelerde kırkların içinde Abdalan'dan biri sayılmasına karşın, Bursa"nın fethini gerçekleştiren Osmanlı sultanı olarak yazılı kanıt ve belgelerle belirginleşmiş; öylelikle kırkların giz dolu dünyasından çıkarak Osmanlı Devleti'nin ikinci sultanı kimliğiyle tarihteki yerini almıştır. Ancak yine de hakkında anlatılanlardan önemlice bir bölümü söylencesel niteliktedir.
Ancak Abdal Murat, Abdal Musa, Geyikli Baba. Duğlu Baba, Kaygusuz Abdal gibileri, bir kez kırklara karıştıktan sonra hep orada kalakalmışlardır.
Burada şunu da belirtmek gerekiyor: O dönemden günümüze kalan söylencelerin birçoğu, daha önceki yerleşiklerden miras kalanlarla çakışmakta, hatta kimi zaman aynılaşmaktadır. Özellikle uzun veya tahta bir kılıçla düşman üzerine yürümek, yere asa dayayarak su çıkarmak gibi mucize niteliğindeki bu kırklara karışmışlardan günümüze kalmış söylencelerden bazıları şunlardır.

San Saltık söylencesi
Sarı Saltık, Asya (Anadolu ve Kafkasya) ile Avrupa'nın çeşitli yedi yerinde mezarı olduğuna inanılan söylencesel bir kişiliktir. Kimi aktarımlara göre, Hoca Ahmet Yesevî, "Sarı Saltık" sanıyla bilinen Muhammet Buhârî'yi Türklere yardım etmesi için Horasan erenlerinden 700 kişi ile birlikte Anadolu'ya göndermiştir. O, Anadolu'da Hacı Bektaş Velî ile buluşmuş ve "yol arkadaşı" olmuştur.
Prof. Fuat Köprülü, Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar adlı yapıtında, Ahmet Yesevî'nin, ünlü tahta kılıcını Sarı Saltık'ın beline dolayarak şöyle demiş olduğunu yansıtır:
"Saltık Muhammed'im! Bektaş'ın seni Kuma göndersin. Leh diyarında daîâletâyin olan Sarı Saltık suretine girip, ol mel'unu bir tahta kılıçla kahreyle. Makedonya, Dobnıca 'da, yedi krallık yerde nâm ve şan sahibi ol!"
Bu aktarıma göre, onun Bursa fethinde bulunmuş olması zayıf bir olasılıktır. Ancak İznik'te de, Lefke kapısının dışında Sarı Saltık'ın olduğuna inanılan bir türbe vardır. inanışa göre, Horasan'dan getirdiği uzun tahta kılıcıyla Orhan'ın kırkları arasına katılmış ve kerametler göstermiştir. Ancak bu konuda, İznik'teki türbesinden başka herhangi bir kanıt gösterilememektedir.
Kaldı ki daha güvenilir bazı kaynaklar, 662 H. (1263/64) yılında Türklerden bir grubun Sarı Saltık önderliğinde Rumeli'ne geçtiğini, daha sonra zor durumda kalarak İsa Bey (öl. 1361) döneminde Karesi'ye (Balıkesir) göçtüklerini belirtmektedir.
Osman Gazi'nin düşü söylencesi Derviş Ahmet Âşıkî'nin ünlü yapıtı Aşıkpaşaoğlu Tarihfn'm 4. babında, "Bu bab onu beyan eder ki Osman Gazi ne rüya gördü, kime haber verdi ve tâbiri ne oldu, onu beyan eder" başlığı altında, Osman Gazi'ye, evlâdının dünya egemeni olacağı bir düş aracılığıyla müjdelenir. Bu düş, ilk kez devlet olma aşamasına Bursa'nın fethiyle eriştiği kabul edilen Osmanlı Devleti'nin kuruluş ve fetih söylencelerinin bir bakıma en önemlisi sayılır. Söz konusu yapıtta düş olayı şöyle anlatılır:
"Osman Gazi Tanrı'ya yalvardı ve bir lâhza ağladı. Uyku galip oldu. Yattı uyudu. Osman Gazi'nin ve arkadaşlarının arasında bir aziz şeyh vardı [Şeyh Edebâli], Hayli kerameti gözükmüştü. Bütün halkın ona inancı vardı. Adı denişti ama, deniş-lik içinde ve gönlündeydi. Dünyalığı, nimeti, davarı çoktu. Misafirhanesi hiçbir zaman boş kalmazdı. Osman Gazi de zaman zaman gelip bu denişe konuk olurdu.
Osman Gazi mıı^mca rüyasında gördü ki, bu azizin koynundan bir ay doğar, gelir Osman Gazi'nin koynuna girer. Bu ayın, Osman Gazi'nin koynuna girdiği demde, göbeğinden bir ağaç çıkar. Gölgesi dünyayı tutar. Gölgesinin altında dağlar var. Her dağın dibinden sular çıkar. Bu çıkan sulardan, kimi içer, kimi bahçeler sular, kimi çeşmeler akıtır.
Osman Gazi uykudan uyandı. Sürdü, geldi. Şeyh'e haber verdi. Bunun üzerine Şeyh der ki: 'Oğul Osman! Sana müjdeler olsun ki, Hak Teâlâ sana ve nesline padişahlık verdi. Mübarek olsun ve benim kızım Malhun Hatun senin helâlin oldıı. Hemen nikâh edip kızını Osman Gazi'ye verdi.
Şeyh Edebâli, Osman Gazi'nin rüyasını tâbir edip padişahlığı kendisine ve nesline müjdeleyince, yanında bir müridi vardı ki adına Deniş Durdu oğlu Kumral Dede derlerdi, dedi ki: Ey Osman! Sana padişahlık verildi.Bize de bir şükran borcu vermen gerek'. Osman Gazi: 'Ne vakit padişah olursam, sana bir şehir vereyim'dedi. Derviş: Bize şu köyceğiz yeter. Şehirden vazgeçtik' dedi. Osman Gazi kabul etti. Deniş: 'Öyleyse bize bir kâğıt ver' dedi. Osman Gazi: 'Ben yazmak bilir miyim ki benden kâğıt istersin? îşte bir kılıcım var. Babamdan, dedemden kalmıştır. Onu sana vereyim. Bir de maşrapa vereyim. Birlikte senin elinde olsunlar. Neslin bu nişanı saklasın. Eğer Hak Teâlâ beni padişahlığa eriştirirse, benim neslim dahi bu alâmeti göıiip kabul etsinler, köyünü almasınlar' dedi. Verdi. Şimdi o kılıç dahi Kumral Dede nesli elindedir. Osman Gazi padişahın neslinden gelenler o kılıcı görünce, denişlere ihsan ettiler ve o kılıcın kınını yenilediler. Osmanlı hanedanından kim padişah olsa, o kılıcı ziyaret eder."

İkinci bir Kumral Abdal (Dede) söylencesi
Yaşamıyla ilgili hemen hiçbir bilgi bulunamayan Kumral Abdal'dan Îdris Bitlisi ve ondan aktarımla Müneccimbaşı da, değişik bir biçemde söz etmektedir. Doğaldan Bursa fethiyle ilgili olmasa da, fethe giden dönemde inanış ve yönelişleri yansıtması bakımından Kumral Abdal çevre¬sinde oluşturulan söylence önem taşımaktadır. Bu söylence Müneccimbaşı Ahmet Dede'nin (1631 - 1702) ünlü tarihi Sahâ-ifü'l-Ahbâr'da şöyle veriliyor (İsmail Erünsal çevirisi):
"İdris Bitlisinin 'Heşt Behişt' adlı tarihinde naklettiğine göre, Kumral Abdal adlı salih bir kimse vardı. Yenişehir havâlisinde oturur, zaman zaman dervişleriyle küt far köylerine gaza ederdi.Bir gün, Hazreti Hızır aleyhisselâm yahut evliyâullahtan bir kimse Kumral Abdal'la buluşup 'Allah-ü Teâla Osman Gazi'ye kıyamet gününe kadar devam edecek ulu bir devlet ihsan eyledi, var müjdele' diye emretti.
 
Kumral Abdal, Osman Gaziyi bilmezdi. O kimse, Osman Gazi'nin tanınmasına yarayacak bazı işaretleri bildirdi. Kumral Abdal, o işaretler yardımıyla Osman Gazi'yi bulup müjdeyi verince, Osman Gazi çok sevindi ve, 'Şimdi bir kılıç ile bir maşrapam var, ikisini de sana veriyorum' dedi. Kumral Abdal sadece maşrapayı uğur diye (teberrüken) aldı. Bir müddet sonra Osman Gazi, onun için bir zaviye yaptırıp Yenişehir yakınlarındaki birçok köyü ve tarlayı bu zaviyeye vakfettiler."

Geyikli Baba söylencesi
Orhan Gazi'nin kırklan arasında sayılan Geyikli Baha'nın, Horasan'ın Hoy kasabasından olduğuna inanılır. Öteki yoldaşlanyla birlikte, o da Bursa'nın fethinde önemli yararlıklar göstermiştir (Bak. GEYİKLİ BABA).
Denilir ki, Geyikli Baba bir sabah bir geyiğin sırtında katılmıştır Bursa hisarı kuşatmasına. Altmış okka gelen kılıcıyla kâfirler saflarını yararak, Müslüman gazilere yol açmıştır. Gün batımına değin savaşmış, hava karardığında bir kestane ağacının gölgeliğinde yitip gitmiştir.
İnanışa ve Osmanlı tarihyazariarının aktarımlarına göre, Keşiş dağı (Uludağ) eteklerinde geyiklerle birlikte yaşamıştır. Halk arasında denir ki, Orhan Gazi ona iki yük rakı ile iki yük şarap gönderip, huzuruna gelmesini istemiş. O da bunları bir koca kazanda kaynatıp içine pirinç atıp zerde yapmış. Bir tas da Orhan Gazi'ye göndermiş, "Dervişler göz ehlidir, duâ vaktini gözetirler; Vaktinde gideler ki, duaları kabul ola" diye haber göndermiş, huzura gitmemiş.
Bursalı ünlü Osmanlı tarihyazarı Mehmet Neşrî, Geyikli Baha'yı şöyle anlatmaktadır (Prof. Mehmet Altan Köymen düzenlemesi):
"Rivayet ederler ki, Orhan Gazi Bursa 'ya gelince bir imaret yaptırdı. Dervişleri teftiş etmeye başladı. İnegöl yöresinde Keşiş dağı (Uludağ) yanma bir nice denişler gelerek karar etmişlerdi. Ama içlerinde bir deniş vardı, gider dağda geyikciklerle yürürdü. Turgut Alp onu sevmişti, daima onunla sohbet ederdi. Turgut Alp o zaman gayet yaşlanmıştı. Orhan Gazi'nin dervişleri teftiş ettiğini işitince, adam göndererek 'Benim köylerim dairesinde bk nice dervişler gelerek yurt tutmuşlardır. İçlerinden bir deniş vardır, geyikciklerle arkadaşlık eder, geyikciklerden hiçbiri ondan kaçmaz. Hayli mübarek kişidir' dedi.
Orhan Gazi işiterek, 'Kimin müritlerin-dendir, sorun' dedi. Yine kendisinden soruşturdular. Deniş, 'Baba İlyas müridiyim ve Seykl Elvan yolundayım' dedi.
Gelerek Orhan Gazi'ye dediler, (Orhan Gazi) gidin dervişi buraya getirin' dedi.
Denişi davet ettiler, gelmedi ve 'Orhan Gazi zinhar buraya gelerek beni günaha sokmasın' dedi. Bu haberi Orhan Gazi'ye verdiler.
Orhan Gazi yine adam göndererek, Bizim deniş hazreti ile buluşmak mutlak gayemizdir. Niçin gelmez veya bizi oraya gelmeye niçin bırakmaz?' dedi.
Deniş, Denişler gözcü olup duâ vaktini gözetirler, varırlar inşallah; vaktinde Bey'in katma vararak duâ ederiz' diye cevap verdi.
Bunun üzerine birkaç gün geçti. Bir gün o deniş bir kavak (çınar) ağacını alarak, omzunda götürdü. Bursa hisarında. Bey sarayı avlusunun iç yanma bu kavağı dikmeye başladı. O deniş gelerek bir kavak ağacını dikiyor' diye çabucak Orhan'a haber verdiler.
Orhan da geldi, ağacın tamamıyla dikilmiş olduğunu gördü. Orhan Gazi daha sormadan Derviş, 'Bu bizim kutlamamız oldukçadır, ama denişlerin duası, senin ve neslin için makbuldür' diyerek duâ etti ve durmadı, yine dönüp gitti.
O kavak ağacının şimdi de izleri vardır. Saray kapısının iç yanındadır. Gayet yoğun, büyük ağaç olmuştur. Padişahlar o ağacı tımar ederek, daima kutusunu giderirler.
Sonra. Orhan Gazi de o dervişin mekânına giderek, 'Dede. Bu İnegöl'ün yöresi senin olsun' dedi.
Deniş, 'Ey Han! Huda bu mülkü ve malı ehline verir. Biz bunların ehli değiliz. Huda mülkü sizin gibi padişahlara, malı da muamele ehline verir' dedi.
Orhan Gazi ısrar ederek, 'Deniş, sözümü kabul eyle' dedi.
Deniş, 'Padişahsın, senin sözün sınmasın. Şu karşıda duran tepecikten beri yerceğiz denişlerin avlusu olsun' dedi.Orhan Gazi kabul etti. Denişin yine duasını alarak gitti.
Sonra o deniş vefat edince, Orhan Gazi, üzerine türbe, yanma bir tekke, bir de cami yaptı. Şimdiki dununda orada beş vakit namaz edâ edilerek ihya olunmuştur, Geyikli Baba zaviyesi derler."
Geyikli Baba, Kestel ilçesi Babasultan köyündeki türbesinde yatmaktadır. Neşrî'de anlatıldığı üzere bir camisi de vardır. Baha'nın aynı zamanda bir halk ozanı olduğuna ilişkin savlar da öne sürülmektedir. Ona ait olduğu kabul gören dörtlüklerden biri şöyle:
Erilmez âre bî-yâr olmayınca Cihanın halkı ağyar olmayınca Hakikat âlemine yol varılmaz Bu mülkten gelen bî-zâr olmayınca Abdal Murat söylencesi Abdal Murat'ın da Bursa'nın fethi sırasında yaşadığı ve Orhan Gazi'nin kırkları içinde bulunduğuna inanılır. Söylencelerde, Prnsa'nın abluka altına alınması için yaptırılan Akdemir ve Balabancık hisarları arasında bağlantının Abdal Murat tarafından sağlandığı aktarılır.
Söylenceye göre Abdal Murat'ın dört arşın uzunluğunda ağaçtan bir kılıcı varmış. Ama öylesine ağırmış ki bu kılıç, ondan başkası eline alıp sallayamazmış. Abdal Murat, bu kılıcıyla şaşılası kahramanlıklar gösterilmiş. Orhan Gazi tarafından bir askeri birliğin başına geçmesi için çağırıldığında (olasılıkla bu, ona verilen iki hisar arasındaki bağlantıyı sağlama göreviyle ilgilidir), dört arşın uzunluğundaki ağaç kılıcıyla bir vuruşta kocaman bir kaya parçasını ikiye bölerek kâfirler arasında dehşet salmış.
Derler ki, Abdal Murat bu dört arşınlık ağaç kılıcıyla yalnız küf fâni dehşet salmakla yetinmez, çevre halkına zarar veren canavar yılanları da öldürürmüş.
Söylenceye göre, onun bir de ejder başlı topuzu varmış. Orhan Gazi zamanında ortaya çıkan iki deniz ejderini öldürmüş ve onların başlarından yaptığı iki topuzdan birini kendinde alıkoymuş, birini de hazineye bağışlamış. Abdal'ın uzun tahta kılıcıyla bu topuzu, ölümünden sonra uzun yıllar türbesinde saklanmış. Kanuni Sultan Süleyman (salt. 1521 - 1565) Bursa'ya geldiğinde Abdal'ın türbesini ziyaret etmiş ve onun uzun ağaç kılıcının üçte birini kestirerek İstanbul sarayı hazinesinde din ulularından kalan silâhlar arasına koydurmuş (Bak. ABDAL MURAT).

Abdal Musa söylencesi
Türk/İslâm mitolojisinin önemli kişilerinden Abdal Musa'nın da Orhan Gazi'nin kırkları arasında olduğuna ve Geyikli Baba ile birlikte Bursa fethine katıldığına inanılır. Öteki erenler gibi, onun da Buhara'dan veya Hoy'dan geldiği öne sürülür. Yeseviye fukarası ve Hacı Bektaş Velî mensubu sayılır. O da dört arşın uzunluğundaki tahta kılıcıyla kale burçlarını yarıp, kocaman kayaları ikiye bölermiş. Bir söylentiye göre de, yeniçeri ocağının kuruluşu ile yakından ilgilidir ve yeniçerilerin Hacı Bektaş Velîyi "pır" bilmelerinde onun etkisi ol¬muştur.
Aktarımlara göre Orhan Gazi'yle birlikte giriştiği savaşlardan birinde, askerin bi¬rinde eski bir börk istemiş. O da üsküfünü çıkarıp vermiş. Savaştan dönüşünde, "Bu başındaki nedir?" diye soranlara, "Buna elifi taç derler" yanıtını vermiş. O ve dört arşın uzunluğundaki ağaç kılıcı için şöyle derler:
Kudretten başında elifi tacı Eşiğin bekleyen güm hu naci Maşrıktan magribe oynar kılıcı Kılıcı oynatan cana aşk olsun
Aktarılır ki, Abdal Musa, pamuk ile ateş tutabilirmiş. Günlerden bir gün, çağdaşı ve gaza arkadaşı Geyikli Raba'ya, pamuk içinde bir kızıl kor parçası göndermiş. Geyikli Baba da, ona bir kâse yeni sağılmış geyik sütü yollamış. Mecliste bulunanlar bunu keramet saymayınca, Abdal Musa şöyle demiş:
"Bu farklı bir süt, geyik sütüdür. Şaştmym. Murat ettiği şey, ceylanları, geyikleri eğitmeye işarettir ki; bilesiniz, bu yetenek bitkileri dilediğince kullanabilmekten üstündür. Geyikli Baba, bu bir kâse sütle bize kerametini göstermiştir."
Ünlü halk ozanı Kaygusuz Abdal'ın, Abdal Musa yetiştirmesi olduğu genel kabul görmektedir. Aktarılır ki, Abdal Musa geyik suretinde Kaygusuz'u ardına takmış ve öylece onu müritleri arasına katmıştır. Kaygusuz'un babası olan Teke beyi buna çok kızmış, onu ve müritlerini yakmak için çepeçevre ateşe vermiş bulundukları yeri. Ama Abdal Musa, hiç fütur etmeden, müritleriyle beraber ateşe basmış öte yana geçmiş, ateş de sönmüş.
Kaygusuz Abdal, Bektaşîler arasında çok tutulan şiirinde Urum (Rum) abdallarından söz ederken, pirinin Abdal Musa olduğunu belirtir, şöyle:
Urum abdalları gelür dost deyu
Ey nümüzde aba, hırka, post deyu
Hastaları gelir derman isteyu
Sağlar gelür pîrim Abdal Musa 'ya
Ne denli gerçektir bilinmez. Ama eğer her söylencede bir gerçeğin gizli olduğundan yola çıkılacak olursa; bu şiirden, Abdal Musa'nın da, Tapduk veya Yunus Emre gibi Anadolu'da çağının en yüce düşünürlerinden biri sayıldığı ortaya çıkar {Bak. ABDAL MUSA).

Duğlu Baba söylencesi
Orhan Gazi'nin kırkları arasında Duğlu Baba'nın da özel bir yeri vardır. "Dûg", Farsçada "ayran" anlamına gelir. Duğlu Baha'ya bu adın verilmesinin bir nedeni de, onun, söylenceye göre ömrü boyunca yalnız yoğurt yiyip, ayran içmiş olmasıdır.
Duğlu Baba da Bursa'nın ablukaya alındığı yıllarda ve savaşlar sırasında, gaziler arasında ön saflarda dolaşarak onlara hiç tükenmeyen ve kerâmetiyle bereketlenen ayranından dağıtır, hararetlerini giderirmiş.
Onun hakkındaki söylencede de dört arşın uzunluğundaki tahta kılıçtan söz edilir. Bu kılıcıyla o da küffârı darmadağın edermiş. Bir bakıma "geyik", "tahta kılıç", "ateş" motifleri, Bursa'nın fethiyle ilişkili tüm söylencelerde bir biçimde yer alır.
Duğlu Baha'ya ait olduğuna inanılan mezar, Uludağ yolunda Karabelen'de ulu bk çınarın gölgesi altındadır (Bak, DUĞLU BABA).


ÜYELERİMİZE İNDİRİM YAPAN FİRMALAR

BGC üyelerine indirim yapan sağlık ve eğitim kurumları ile yapılan sözleşmeler yenilendi. devamı

BGC ÖDÜLLERİ SAHİPLERİNİ BULDU...

Bursa Gazeteciler Cemiyeti tarafından geleneksel olarak organize edilen “BGC Başarı Ödülleri Yarışması”... devamı

BİK GENEL MÜDÜRÜ DURAN: “BASINIMIZA KATKI İÇİN VARIZ”

Basın İlan Kurumu Genel Müdürü Rıdvan Duran, BGC Başkanı Nuri Kolaylı’yı Basın Kültür Sarayı’ndak... devamı

BGC ÖDÜL SÜRECİ BAŞLADI

Bursa Gazeteciler Cemiyeti tarafından her yıl geleneksel olarak organize edilen Gazetecilik Başarı Ödülleri Y... devamı

Marmara Bayram’ın konusu “Bursa turizmi”

Marmara Bayram Gazetesi’nde ana konu olarak “Bursa turizmi ve Bursa’nın bilinmeyen yöreleri” ele alınaca... devamı