İLETİŞİM TEKNOLOJİLERİNİN GELİŞİMİ
Çoğu zaman içinde geliştiği toplumun toplumsal etkinliklerinin ürünü olan ve sürekli gelişen, geliştikçe kendini yenileyen ve yanlışlarını bünyesinden atan bu değerler bütünü, bireylerin yaşamını yönlendiren temel unsurdur.
İletişim Teknolojilerinin Gelişimi
İnsanlığın
gelişiminde, iletişim ve iletişim araçları, her zaman temel belirleyici
ve yönlendirici bir unsur olmuştur. Sözden yazıya, yazıdan görüntülü
nesnelere kadar iletilen her türlü düşün ve sanat ürünü ile onu ileten
araçlar sürekli gelişim göstermiş, her dönem kendi iletişim ortamını
yaratmıştır.
Karşılıklı bilgi alışverişi amacına yönelik
etkinlikleri kapsayan ve bu amaçla kullanılan araçları tanımlayan
iletişim, kavramsal olarak iki temel unsuru bünyesinde
barındırmaktadır. Bunlardan birincisi iletilen olarak
adlandırabileceğimiz her türlü düşünce ve sanat ürünüdür ki, bunlar
insanlığın gelişimi ile birlikte sürekli gelişen ve belirli bir anlam
ifade eden değerler bütünüdür. Çoğu zaman içinde geliştiği toplumun
toplumsal etkinliklerinin ürünü olan ve sürekli gelişen, geliştikçe
kendini yenileyen ve yanlışlarını bünyesinden atan bu değerler bütünü,
bireylerin yaşamını yönlendiren temel unsurdur. İnsanların öğrenme,
araştırma, düşünsel ve sanatsal yönlerini ortaya koyma, evreni kendi
yaşam koşullarını oluşturmak için değiştirme çabaları ile elde ettiği
bulgu ve sonuçları başkaları ile paylaşma, bundan maddi ve manevi
kazanç elde etme düşüncesi doğal olarak bu sürecin oluşumunda en başat
rolü oynamaktadır.
Yaratılmış olan bütün bu değerlerin, olgu ve
olayların bireylerin ve toplumun yaşamında bir anlam ifade edebilmesi
için, her şeyden önce başkaları ile paylaşılması ve gelecek kuşaklara
aktarılması gerektirmektedir. Bunu sağlayacak olan da iletişim
araçlarıdır. Bu da iletişimin ikinci temel unsurunu oluşturmaktadır.
İnsanın düşünsel ve toplumsal çabalarının bir sonucu olarak ortaya
çıkan bilgi ve onun türevlerinin iletilebilmesi için insanlık hem onun
gelişimine, hem de onun iletimine olanak sağlayacak araçların
geliştirilmesi yönünde ortak bir çaba sarf etmiştir. Çünkü yaratılmış
değerlerin, olay ve olguların aktarılması için önce ifade edilmesi ve
sonra da ifade edilenin başkalarına aktarılması gerekmektedir. Bu da
ancak iletişim araçlarının gelişimi ile olanaklı olmuştur. Dilin ortaya
çıkışından internetin gelişimine kadar, tarihsel süreç içerisinde,
geliştirilen bütün iletişim araçları, düşün ve sanat ürünleri ile olay
ve olguların aktarılmasında önemli işlevlere sahip olmuştur. Gelişen
iletişim araçlarının etkisi sadece bilginin aktarımı ile sınırlı
kalmamış, aynı zamanda aktarılanın biçimini, niteliğini ve içeriğini de
değiştirmiştir. Teknolojik gelişimler ve bunların iletişim alanında
kullanımı ile birlikte, sözlü, basılı, görsel birçok düşün ve sanat
ürünü iletişim yönteminin ve mesleğinin ortaya çıkmasına olanak
sağlamıştır. Bir bilim ve meslek dalı olan iletişim, bu gelişmeler
doğrultusunda kendini konumlandırmış, her dönem kendi kuramsal
temellerini oluşturmuştur.
İletişim araçları iletişimin gelişiminde
her zaman temel belirleyici unsur olmuştur. Çünkü iletişim araçları,
kendi olanakları ve kapasiteleri doğrultusunda iletilecek olanın
biçimini, niteliğini ve içeriğini doğrudan belirlemiştir. Tarihsel
süreç içerisinde iletişimin sağlanmasında en temel unsur hiç kuşkusuz
dildir. Semboller dizisi ve zihinsel etkinliklerin ürünü olan dil,
düşüncenin gelişimi ve aktarılmasında temel aracıdır. Dil bütün
iletişim araçları için vazgeçilmez bir niteliğe sahiptir ve onsuz bir
iletişim ortamı ancak bir takım eksikliklerle varlığını sürdürebilir.
Dilin gelişimi ile birlikte gelişmeye başlayan sözel bilgi aktarımı,
her zaman büyük bir önem taşımış ve önemi hiçbir dönemde azalmamış,
hatta bazı iletişim araçlarının temel bilgi aktarım yöntemi olmuştur.
Ancak sözel iletişim yöntemi, aynı etkiyi bilginin saklanması ve
gelecek kuşaklara aktarılmasında gösterememiştir. Özellikle bilgi
birikiminin artması, aynı zamanda bunun saklanması ve aktarılması
sürecinde sözel iletişimin yetersiz kalmasına ve kaydedilme
zorunluluğunu gündeme getirmiş, bu da yazının bulunmasına neden
olmuştur. M.Ö. IV bininci yıllardan kalma Uruk tabletlerinden ilk
yazılı belgelerin Sümerlere ait olduğu anlaşılmaktadır. Yazı daha sonra
bütün toplumlarda etkin bir biçimde kullanılmaya başlanmış ve sürekli
gelişerek günümüze kadarki evrimsel sürecini devam ettirmiştir.
Yazının
bulunması doğal olarak onun hangi ortama kaydedileceği sorusunu da
gündeme getirmiştir. İlk başlarda doğal ortamdaki taşlar, kil
tabletler, ağaç kabukları ve yaprakları, M.Ö. 3300’lü yıllardan
itibaren papirüs bitkisinden elde edilen ve aynı adı taşıyan kâğıtlar
ve M.Ö. 2. yüzyıllardan itibaren de Bergama’da hayvan derisinden
yapılan parşömen, yazı malzemesi olarak kullanılmaya başlanmıştır.
Yüzyıllar boyunca önemli bir yazı malzemesi olan ve günümüzde de
etkinliği önemli ölçüde devam ettiren kâğıt, ilk önce M.S. 105 yılında
Çinli bir saray görevlisi olan Tsai Lun tarafından üretilip
geliştirilmiştir. Semerkant’ta Arapların tutsak aldığı Çin savaş
esirleri Araplara kağıt yapma sanatını göstermiştir. Harun El Reşit
(764-809) 800 yıllarına dek Bağdat’ta, kağıt imal ettiriyor ve daha
sonra da kağıtlar, Araplar aracılığı ile Bizans’a ve Akdeniz boyunca da
İspanya’ya yollanıyordu. Nitekim Avrupa’daki ilk kâğıt fabrikası da
kâğıdın bulunuşundan 1045 yıl sonra 1150 yılında İspanya’nın Valencia
kentinde, Türkiye’de ise Yalova’da 1744 yılında İbrahim Müteferrika
tarafından kurulmuştur.
Yazı ve yazı malzemeleri yaklaşık 4000
yıllık bir süreç içerisinde yaygınlık kazanabilmiştir. Bu sürecin en
önemli özelliklerinden biri de bilgi, olay ve olguların elle
kaydedilmesidir. Yaklaşık olarak yazının bulunmasından 4000 ve kâğıdın
bulunmasından 700 yıl sonra 8. ve 9. yy.larda Çin ve Japonya’da kutsal
metinlerin blok baskı yöntemi ile çoğaltılması amacıyla matbaa
kullanılmaya başlanmış ve 1041 yılında Çinli Pi Seng, ayrı ayrı harfler
dökerek baskı yapma tekniğini geliştirmiştir. Basım tekniğinde Uzak
Doğu’da yaşanan bu gelişmelerden yaklaşık 500 yıl sonra Avrupa’da ilk
matbaa 1444 yılında Gutenberg tarafından kullanılmıştır. Burada
üzerinde durulması gereken önemli nokta, matbaanın yaygınlaşması hatta
endüstrileşmesinde Avrupa’nın temel belirleyici olmasıdır. Rönesans’ın,
aydınlanma çağının ve endüstri devriminin Avrupa’da ortaya çıkması,
toplumun eğitim seviyesinin yükselmesi ve buna paralel olarak toplumun
bilgiye olan gereksiniminin artması, doğal olarak bilgi kaynaklarına
olan talebi artırmış, bu da basım tekniğinin gelişimini ve
yaygınlaşmasını hızlandırmıştır.
Türkiye’de ise son derece ilginç ve
düşündürücü sonuçlar ortaya çıkmaktadır. Her şeyden önce kâğıttan önce
kullanılan yazı kayıt ortamları olan papirüs ve parşömen, Türklerin
yaşadığı ve yurt edindiği bölgelerde bulunmuş ve kullanılmıştır. Yine
aynı şekilde kâğıdın ve matbaanın ilk bulunup kullanıldığı bölgelerde
de Türkler etkin bir şekilde yaşamaktadır. Ancak bu basım araç ve
gereçleri, Türklerin yaşadığı bölgelerde etkinlik kazanamadan Avrupa’da
kullanılmaya başlanmış ve birer endüstri haline gelmişlerdir.
Türkiye’ye ilk matbaa İspanya’dan İstanbul’a göç eden Yahudiler
tarafından, Avrupa’da kullanılmaya başlamasından yaklaşık elli yıl
sonra 1493 yılında getirilmiş ve daha sonra 1567 yılında Ermeniler ve
1627 yılında da Rumlar tarafından kullanılmaya başlanmıştır. Osmanlı’da
Müslümanlar tarafından ilk matbaa 1728 yılında İstanbul’ da
kurulmuştur. Gerek yabancılar gerekse Müslümanlar tarafından bunların
dışında matbaalar kurulmuş ve bu matbaalarda eserler basılmış olmasına
karşın, Osmanlı’da yayıncılık ancak 19. yy’ın ikinci yarısından
itibaren etkinlik kazanmaya başlamıştır (Toplu, 2002, s.111 ).
Osmanlı’da kâğıt fabrikasının da 1744 yılında kurulduğu dikkate
alındığında, Türklerin hatta onların yönetimi altındaki bölgelerde,
yazılı kültüre dayalı iletişim araçlarının toplumsal düzeyde etkinlik
kazanamadığı, hatta bu yönde gereksinimin bile oluşturulamadığı
söylenebilir. Bir başka deyişle basılı iletişim araçları hep Türklerin
yaşadığı bölgelerde gelişmiş ancak ondan yararlanma ve onu
içselleştirmede aynı ölçüde başarı sağlanamamıştır. Yerleşik kültürün
bir ürünü olan yazının, göçebe toplumda yeterince etkinlik kazanması
doğal olarak beklenemezdi. Buna bağlı olarak sözel kültürün toplumda
etkin olması, yazılı araçlara olan gereksinimi azaltmaktadır.
Dünya’da
ilk gazete 1609 yılında Avisa, Relation oder Zeitung ismi ile Almanca
haftalık olarak Strasburg’da yayımlanırken (İnuğur, 1982, s.57) bundan
yaklaşık 220 yıl sonra Osmanlı sınırları içerisinde- her ne kadar
İstanbulda’ki Fransız Büyük Elçiliği 1796-1798 yılları arasında
Fransızca Gazete yayımlasa da- Orta Doğu’da ilk gazete 1828′de Vaka-yı
Mısrıyye ismiyle Kahire’de yayımlanmıştır. Günümüz Türkiye sınırları
içerisinde yayınlanan ilk Türkçe gazete ise, 1831 yılında yayımlanmaya
başlayan Takvim-i Vekayi’dir (Levis, 2000, 95). Gazetelerin ortaya
çıkmasının, bilginin yayımı ve merkezi yönetimin düşüncelerinin taşra
üzerinde daha etkin hale gelmesi açısından önemli işlevleri olmuştur.
Birey ve gruplar daha önceleri çoğu kez sözel olarak ve içinde
bulundukları ortamdaki bilgilere erişebilirlerken, gazetelerin ortaya
çıkması ve yaygınlaşması ile bu sınır genişleyerek bölgesel ve/veya
ülkesel boyuta ulaşmıştır. Bununla birlikte gazeteler daha güncel
bilgileri okuyucularına ulaştırmaya başlamışlardır. Gazetelerin ortaya
çıkması ve yaygınlaşması, aynı zamanda merkezi iktidar açısından bazı
avantaj ve dezavantajları da beraberinde getirmiştir. İktidarlar
çıkardıkları ya da destekledikleri gazeteler aracılığı ile ilk kez
güçlü propaganda aracına sahip olmuşlardır. Ayrıca merkezden taşraya
doğru yoğunlaşmaya başlayan bilgi akımı sayesinde, merkezi bakış açısı
bütün toplumsal kesimlere benimsetilmeye başlanmıştır. Buna karşın,
merkezi iktidara karşı olan güçler de kendi düşüncelerini yayma
açısından daha güçlü iletişim aracına sahip olmuşlardır. Doğal olarak
bu da sansür uygulamalarının daha etkin bir şekilde uygulanmasını
gündeme getirmiştir. İletişim açısından düşünüldüğünde, gazeteler
özellikle yazılı kültürün gelişip yaygınlaşmasında önemli bir işleve
sahip olmuştur.
Gazetelerin yaygınlaşması, ulusal hatta uluslararası
ölçekte birer iletişim aracı haline gelmesi, doğal olarak aktarılacak
bilgi ve haberlerin de aynı düzeyde ele alınmasını zorunlu kılmıştır.
Gazetelerin kurumsal olarak dünyanın her yanındaki haber ve olayları
tek başlarına elde etme olanağının bulunmaması nedeniyle bu alanda
faaliyet gösterecek kurumların ortaya çıkmasına neden olmuş ve haber
ajansları kurulmuştur. Dünya’da ilk haber ajansı 1835 yılında Agence
Havas (Törenli, 2005, s.76) adıyla Paris’te kurulurken, Türkiye’de
Anadolu Ajansı’nın temelleri 1920 yılında atılmıştır (Bengi, 2002, s.4).
Yazının
bulunması ile başlayan ve yaklaşık 5.000 yıldan fazla bir zaman dilimi
içerisinde etkin hale gelebilen yazılı kültür geleneği, 19. yy.’ın son
çeyreğinden itibaren hem kendi gelişimine katkıda bulunacak, hem de
kendine rakip olabilecek yeni iletişim araçları ile karşı karşıya
kalmıştır. Fotoğrafın, 1839 yılındaki icadından sonra, kitap, gazete
vb. gibi basılı iletişim araçlarında, yazının yanında görselliğin daha
etkin bir biçimde kullanılması ve enformasyonun okuyuculara daha çekici
bir biçimde aktarılabilmesi olanaklı hale gelmiştir. Fotoğrafın
gelişimi, yazının yanında ilk kez yeni bir iletişim aracının ortaya
çıkması açısından da son derece önemlidir.
Bu süreç içerisinde
telgraf ve telefonun gelişimi, iletişime yeni bir boyut ve içerik
kazandırmıştır. 1844 yılında Samuel Mors’un geliştirdiği özel bir
alfabeyle (Mors Alfabesi) kodlanmış elektrik sinyallerinin alıcı ve
verici arasında kurulan kablo bağlantısıyla uzak mesafelere
gönderilmesine olanak sağlayan telgraf (Törenli, 2005, 70), iletişim
hızının artırılması ve yeni bir boyuta taşınması konusunda etkin rol
oynamıştır. Bununla birlikte 1899 yılında Marconi tarafından ilk telsiz
telgraf haberleşmesi Manş üzerinde gerçekleşmiştir. Telgrafın gelişimi,
iletişimin boyutunu yerellikten ulusal ve uluslararası ölçeğe taşırken,
aynı zamanda gazetelerin haberleri daha güncel elde etmelerine ve
içeriğini zenginleştirmelerine olanak sağlamıştır. Telgraf askeri
alandan yönetime, ticaretten gündelik yaşama kadar toplumsal yaşamın
diğer alanlarını da doğrudan etkilemiştir. Türkiye’de ilk telgraf hattı
1847 yılında İstanbul Edirne arasında döşenmeye başlanmış ve hizmete
1854 yılında girmiştir (Paçacı, 2006).
Telgrafın bulunuşundan
yaklaşık 30 yıl sonra 1876 yılında, bir başka telli iletişim aracı olan
telefon ilk kez insan sesini bir boyuttan başka bir boyuta taşımayı
başarmıştır. Bu, iletişim tarihinde yeni bir dönemin açılmasına, sözel
kültürün etkinliğinin tekrar artmaya başlamasına neden olmuştur.
Türkiye’de ise ilk telefon kullanımı 1908 yılında gerçekleştirilmiştir.
20. yüzyılın başında 1906 yılında Aubrey Fessenden, Massachusetts’ten
Atlantik Okyanusu’ndaki gemilere radyo dalgaları üzerinden insan sesini
ileterek telsizin gelişimine olanak sağlamıştır (Atabek, 2001, 72).
Özellikle askeri alanda ve ticari alanda önemli işlev üstlenen telsiz,
herhangi bir hatta bağlı kalmadan sesin aktarılabilmesi açısından
oldukça önemlidir.
19. yy.’nin ikinci yarısından itibaren telgraf,
telefon ve telsiz teknolojisi alanındaki gelişmeler doğrudan birer
kitle iletişim aracı olmasalar da, 1920 yılında ABD’de gerçek anlamda
yayın hayatına başlayan Radyo’nun öncülüğünü yapmışlardır. Türkiye’de
ise ilk radyo yayını 1927 yılında İstanbul ve Ankara’da yapılmıştır
(Kocabaşoğlu, 1980). Radyo yayıncılığını kendinden önceki kitle
iletişim aracı olan gazetelerden ayıran en önemli farklılık, birinin
yazılı diğerinin ise sözel kültürün ürünü olmasıdır. Radyolarda
gazetelere göre daha güncel bilgi edinme olanağı ortaya çıkmış,
dinleyiciler daha kısa zamanda enformasyona ulaşabilir hale
gelmişlerdir. Radyoların, gazetelere göre başka bir avantajı da müzik
vb. eğlencelerin ilk kez bir kitle iletişim aracında yayınlanabilmesine
olanak sağlamasıdır.
Ancak, sesin yanında görselliği de kapsayan
televizyon yayıncılığının etkisi çok daha fazla olmuştur. Televizyon
yayıncılığının başlangıcı konusunda farklı tarihsel yaklaşımlar söz
konusudur. Cavalier ilk televizyon yayıncılığının BBC tarafından
Londra’da 1928 de ve Jeanneney ise aynı kurum tarafından ve aynı yerde
2 Kasım 1936 yılında başlatıldığını belirtmektedir.
Türkiye’de ilk
televizyon yayını İTÜ tarafından 1952 yılında başlatılsa da, asıl
televizyon yayıncılığı TRT tarafından 1968 yılında başlatılmıştır
(Yanatma, 2008; Aziz, 1998). Televizyon yayıncılığı kendinden önceki
tüm eğlence ve haberleşme yollarını, geleneksel kurumlarımızı ve sosyal
ilişkilerimizi tümden değiştirmiştir. Televizyonun, sesin yanında
görselliği de içermesi onu daha izlenebilir hale getirirken, özellikle
sinemanın mekânsal bağımlılığını bir ölçüde de olsa yıkmış ve bunu
evlere taşımıştır. Bununla birlikte televizyonda görsellik ve sesin
birlikte sunulması, elde edilen enformasyonun daha kalıcı olmasına
olanak sağlamıştır.
1948 yılında ilk kez ABD’de uygulamaya konan
kablo tv uygulaması (Atabek, 2001, s.83) televizyon yayıncılığında çok
sayıda yayın kanalı için bir sorun haline gelen frekans sorununu çözmek
için kullanılan bir yöntemdir. Türkiye’de ise ilk kablolu tv yayınları
1980 yılında İstanbul’da Ortadoğu Video İşletmeleri ve Ankara’da Irmak
Video Şirketi tarafından o zaman için tek televizyon kanalı olan TRT
Televizyonuna ek olarak videobantlarından film yayınlarının kablo ile
dağıtılması ile başlanmıştır. PTT ise ilk kablolu tv yayınını 1989
yılında Ankara’da Çankaya Oran Sitesi’nde deneme amaçlı olarak
başlatmıştır.
Türkiye’de matbaa ve onun ürünleri dışındaki diğer
teknolojik araçların, ortaya çıkışından en geç 15-20 yıl sonra
kullanılmaya başlamasına karşın, kablolu tv’nin yaklaşık kırk yıl sonra
gündeme gelmesinin iki nedeni vardır. Bunlardan birincisi televizyon
yayınlarının uzun yıllar TRT’nin tekelinde olması ve tek kanalla yayın
yapılması -Türkiye’de ilk özel televizyon 1990’lı yılların başında
yayın hayatına başlamış ve daha sonra yaygınlaşmıştır- ve ikincisi de
telekomünikasyon alt yapısının yine 1990’lı yılların başına kadar gerek
teknolojik olarak, gerekse yaygınlık anlamında yetersiz olmasıdır.
Bu
gelişmelerle birlikte 1979 yılında, ilk defa İngiltere’de televizyon
kanalları üzerinden yayınlanmaya başlanan teleteks yayıncılığı,
haberlerin yine televizyonlar üzerinden yazılı olarak erişilebilmesine
olanak sağlamıştır. Aynı dönemde kullanılmaya başlanan videoteks
yayıncılığı ise, etkileşimli televizyon yayıncılığının öncüsü olmuştur.
İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra ortaya çıkan uzay yarışı uydu
teknolojilerinin gelişimine önemli katkı sağlamıştır. Gelişen bu uydu
teknolojileri daha sonra her türlü iletişim teknolojilerinin ve kitle
iletişim araçlarının yayımında etkin bir biçimde rol oynamıştır.
Günümüzde uydular, iletişimin boyutunu belirleyen temel araçlardır.
Gazete,
radyo ve televizyon ortaya çıktıkları dönemden itibaren birey ve
toplumun gelişiminde önemli işlevler üstlenmişler, her araç kendi
okuyucu, dinleyici ve izleyicisini oluşturmuştur. Hatta kitle iletişim
araçları, kendinden sonra gelenleri kendi varlığı için bir tehdit
unsuru olarak algılamışlardır. Ancak kitle iletişim araçları,
gelişmeleri takip ederek, yayıncılık politikalarını gözden geçirerek ve
içeriklerini zenginleştirerek varlıklarını sürdürmüşlerdir.
1990’lı
yıllardan itibaren internet ve sayısal yayıncılık alanındaki
gelişmeler, kitle iletişim araçlarının mevcut yayıncılık anlayışını ve
politikasını ve içeriğini tümden değiştirmiş, tek bir ortamda hepsini
erişilebilir kılmıştır.
Sovyetler Birliği 4 Ekim1957 tarihinde uzaya
ilk kez Sputnik adında insansız bir araç göndermiş, ABD teknolojik
yarışta üstünlüğü ele geçirmek amacıyla, 1969 yılında ARPANET’i
(Advanced Research Projects Agency Network) kurmuştur. Kuruluş’un temel
amacı, ülkedeki askeri ve akademik birimler arasındaki çalışmaların
koordinasyonunu sağlamak, işbirliğini artırmak, bilgi alışverişini
gerçekleştirmek ve kurumlar arasında etkin bir iletişim ortamı
yaratmaktır. 1972 yılında bu ağ içerisinde ilk kez e-mail gönderilmiş
ve 1973’te de ABD dışında, İngiltere’deki Londra Kolej Üniversitesi ile
ağ üzerinden bağlantı kurulmuştur. 1986 yılında Ulusal Bilim Kuruluşu
güçlü bir ağ yapısıyla (NSFnet) ARPANET’e bağlanarak bugünkü alt
yapının oluşumuna zemin hazırlamış ve 1995 yılından itibaren ticari
kuruluşları da kapsayacak şekilde genişleyerek, internet adı verilen ve
ağların ağı olarak adlandırılan bilgi ağı ortaya çıkmıştır.
Günümüzde
“yeni medya” olarak adlandırılan sürecin ortaya çıkmasını olanak
sağlayan bir başka etmen de dijital yayıncılığın gelişimidir. Metin,
ses, görüntü, fotoğraf vb. her türlü enformasyonun elektronik ortamda
aktarılmasına olanak sağlayan ve dijital yayıncılık olarak adlandırılan
gelişme, geleneksel medyadan farklıdır ve tamamen bilgisayar
teknolojisi temelinde çalışmaktadır.
Dijital yayıncılığın gelişimi
ve yaygınlaşması doğal olarak ilk başta yazılı enformasyon alanında
gözlenmiş, 1983 yılında Amerikan Kimya Kurumu dergilerin elektronik tam
metinlerini bir ticari şirket aracılığı ile hizmete sunmaya
başlamıştır. Ancak internet ve diğer akademik ağlar aracılığı ile
gerçek anlamda elektronik yayıncılık yapma projeleri 1989’ da meydana
gelen “soğuk füzyon” olayından sonra hız kazanmıştır. Grafik, görüntü
vb. enformasyonun dijital ortama aktarılması yönündeki çalışmalar
1960’lı yıllara kadar uzanmaktadır. Ancak yazılı metinlere göre çok
daha fazla kapasitede işlem yapılmasını zorunlu kılması nedeniyle, bu
alandaki çalışmalar, 1990’ların başında, bilgisayar teknolojisindeki
mikroişlemcilerin gelişimi, işlem hızı ve kapasitelilerinin artması ile
birlikte etkinlik kazanabilmiştir.
Elektronik ve internet
yayıncılığının basın sektöründe ilk uygulamaları ABD’de ortaya
çıkmıştır. 1995 yılında ABD’de sekiz büyük gazete, çevrimiçi olarak,
baskıya hazır gazete sayfalarını anında okurların bilgisayarlarına
aktarmak amacıyla bir araya gelerek gazete yayımcılığında sanal dönemi
kurumsal düzeyde başlatmışlardır. Bu gelişmeyi izleyen aşamada diğer
ülkelerdeki gazeteler de (Der Spiegel, USA Today gibi) İnternet’e
girerek sanal versiyonlarını yayımlamaya başlamışlardır. Türkiye’de
internet ortamını kullanarak geleneksel basından çevrimiçi yayıncılığa
ilk adımı Temmuz 1995 yılında Aktüel Dergisi atmıştır. Onu hemen
ardından Ekim 1995’de Leman Dergisi izlemiştir. Ülkemizdeki gazeteler
arasında çevrimiçi yayıncılık uygulamalarına ilk başlayan medya kurumu
ise 2 Aralık 1995 tarihi ile Zaman Gazetesi olmuştur.
Dijital
yayıncılığın gelişimi, enformasyonun yayımından eğlenceye kadar
toplumsal yaşamın hemen hemen bütün alanlarını etkilemiştir. Bilginin
yayımı, depolanması ve erişiminde enformasyon merkezleri eski
ağırlıklarını kaybederlerken, internet sayesinde oluşan enformasyon
otobanları sayesinde, bireyler uluslararası düzeyde daha fazla bilgiye
erişebilir hale gelmişlerdir. Kamu hizmetlerinin elektronik ortama
aktarılması sayesinde, sağlıktan eğitime kadar birçok hizmet daha etkin
ve daha verimli bir şekilde e-devlet kapsamında verilmeye başlanmış,
vergiler ve her türlü ödemeler internet ortamında ödenmeye
başlanmıştır. Bilginin elektronik ortamda sunumu ve erişimi sonucunda
hizmeti sunan ve hizmeti alanlar arasında oluşan ‘karşılıklı
etkileşim’, geleneksel yönetim biçiminin evrilerek ‘karşılıklı yönetim’
anlayışına dayalı bir demokratik düzeni yapılandırmaya başlamıştır.
Kamu kurum ve kuruluşları dâhil olmak üzere iktisadi, ticari, sağlık,
eğitim, kültürel vb. bütün birimlerdeki merkezi yönetim algılayışı terk
edilmiş ve dağınık yapılı (âdemi merkezi) yönetim düşüncesi etkinlik
kazanmıştır. İnternetin gelişimi ile birlikte küreselleşme olgusu
iktisattan hukuka kadar toplumsal yaşamın hemen her alanında etkin
olmaya ve bunun sonucu bütün düzenlemeler bu çerçevede yapılmaya
başlanmıştır. Uluslararası düzenlemeler, yerel uygulamalardan daha
fazla etkin hale gelirken, çok uluslu şirketlerin ve örgütlerin
ülkelerin karar mekanizmalarındaki ağırlığı daha da artmıştır. Ancak
bütün bu gelişmelerde enformasyonu ve teknolojiyi yaratan ülkeler, aynı
zamanda o alandaki uluslararası düzenlemelerin oluşturulmasında etkin
bir şekilde söz sahibi olurken, alıcı konumundaki ülkeler ise
genellikle kararları uygulamakla karşı karşıya kalmışlardır.
İnternet
ve dijital yayıncılık alanındaki gelişmeler medya kurumlarının
işleyişinde, örgütlenme yapısında ve kendi aralarındaki ilişkilerinde
önemli değişiklikler yaratmıştır. Dijital teknik ve çoklu yayıncılık
sistemleri geleneksel medyanın (gazete, televizyon, radyo vb.) ulusal
egemenliğine henüz bir son vermiş olmasa bile, gücün dağılmasına yol
açarak sistemin yeniden yapılandırılmasını zorlayan yeni bir dönem
başlatmıştır.Tarihsel süreç içerisinde ortaya çıkan her yeni iletişim
aracı var olan ve kurumsal bir kimlik kazanmış medya için bir tehdit
olarak algılanmıştır. Ancak uygulamada, yeni iletişim araçları, var
olanı tehditten ziyade çoğunlukla işbirliğini ve ortaklık koşullarını
sağlayacak ortamın oluşumunda önemli işlevler üstlenmişler, hatta
enformasyonun yayımında aynı kaynaklardan yararlanmışlardır. Ancak yeni
medya düzeni olarak adlandırdığımız süreçte köklü değişikliklerin
oluştuğu görülmektedir.
Geleneksel ve yeni medya arasındaki en
önemli temel farklılıklardan biri örgütlenme ve işleyişte ortaya
çıkmaktadır. Geleneksel medyada, güçlü bir örgütlenme ve sermayenin
yanında, bina, matbaa vb. gibi her türlü alt yapı koşulları ile
enformasyonun toplanmasından onun okuyucu, dinleyici ve/veya izleyiciye
aktarılmasına kadarki süreç içerisinde yer alacak teknik donanımlı,
deneyimli ve nitelikli personele gereksinim duyulmaktadır. Özellikle
basılı medyadaki sayfa sınırlamaları, medyanın gerek kendi muhabirleri,
gerekse bölgesel, ulusal ve uluslararası ajanslardan elde ettiği
haberlerin seçimi ve okuyucuya aktarımında etkin bir karar
mekanizmasının oluşturulmasını zorunlu kılmaktadır. Yöneticilerin ve
patronlarının düşünce yapısı ve dünya görüşü haberlerin seçiminde etkin
biçimde belirleyici olmakta, olay, olgu ve enformasyon onların bakış
açıları doğrultusunda okuyucuya aktarılmakta, bu da sansür başta olmak
üzere bir takım kısıtlamaları gündeme getirmektedir. Ayrıca yine klasik
medyanın etkin olduğu dönemlerde siyasi erkin sansür uygulamaları,
medyanın kurumsal yapısı nedeniyle, daha etkin bir şekilde
uygulanabilmektedir.
Eski teknolojiler birkaç azınlığın çoğunlukla
iletişim kurmasına izin vermekte, çoğunluğun istek ve beğenileri
azınlık tarafından belirlenmektedir. Yeni teknolojiler ise çoğunluğun
kendi istediği enformasyona ulaşmasına izin vermektedir. Eski iletişim
teknolojileri üretici merkezlidir ve aynı iletişim içeriğini bütün
izleyiciler için sağlamaktadır. Yeni iletişim teknolojileri ise
kullanıcı merkezlidir ve bilgisayarın hafızasındaki enformasyona erişim
biçimi çoklu kılınmıştır.
İnternet ve dijital yayıncılığın
belirleyici olduğu yeni medya düzeninde ise, iki farklı görünüm
mevcuttur. Birincisi medya, geçmişe kıyasla, finansal kaynak, alt yapı
koşulları ve personel bakımından çok daha az yatırımla etkin, güncel ve
kapsamlı yayın yapma olanağına sahiptir ve ulusal hatta uluslararası
boyutta etkili olabilmektedir. Bu bir bakıma yerelin ulusal ve/veya
uluslararası ölçekte kendini ifade edebilmesi olanağını sağlamaktadır.
İkincisi ise, gazete, radyo ve televizyon gibi her türlü medya
yayıncılığında ortaya çıkan tekelleşmenin çok daha güçlü bir medya
yapısının ortaya çıkmasına neden olmasıdır. Bu da iktidarlar ve toplum
üzerine çok daha etkin ve yönlendirici bir ortamın oluşmasına, olay ve
olguların olduğu gibi aktarılmasından ziyade, içeriksiz, popülerleşmiş,
yönlendirilmiş, hatta çoğu zaman sansürlenmiş bir yayıncılık
anlayışının gelişmesine neden olmaktadır. Farklı ekonomik ve çıkar
gruplarının elinde bulunan medya kuruluşları, aynı olayı kendi bakış
açıları çerçevesinde okuyucu, dinleyici ve izleyicilerine aktarmakta,
birey ve/veya toplum da çoğu zaman bu oluşan enformasyon kirliliği
içerisinde ya verilene kendi değer yargıları çerçevesinde inanmakta, ya
da doğrusunu araştırma yolunu tercih etmektedir. Bununla birlikte
toplumdaki çıkar gruplarının çok daha fazla ayrımlaşması nedeniyle
birey ve toplumlar her koşulda daha fazla enformasyona erişebilir hale
gelmiştir. Ayrıca birçok sivil toplum örgütü ve çıkar grubu, internetin
enformasyonun erişiminde sağladığı yeni olanaklar sayesinde, üyelerine
ve diğer toplumsal kesimlere bilinçlendirme konusunda daha etkin bir
şekilde rol alabilmektedir.
Günümüzde medya iki farklı görüntü ile
karşı karşıyadır. Bunlardan birincisi çoğunlukla ticari amaçlar
çerçevesinde üretilmiş, dünyayı tek tipleştirmeye yönelik ve neredeyse
yerel kültürü yok etme gücüne sahip yayıncılık anlayışının etkin olması
halidir. İkincisi ise, iletişim ve yeni medya olanakları sayesinde,
yerel medyanın gücünün uluslararası boyuta taşınabilmesi ve bunlarla
her türlü kültürel değerin, bilgi birikiminin, olay ve olguların kendi
dışındaki dünyaya ulaştırılabilme olanağının yakalanmış olmasıdır. Yeni
iletişim ortamı, tekelleşmenin getirdiği dünyanın tek tipleştirilmesi
yönündeki olumsuzlukları giderme açısından önemli avantajlar
sağlamaktadır.
Geleneksel ve yeni medya arasındaki en temel
farklılıklardan biri enformasyonun yayımı sürecindeki güncellik, hız ve
etkileşim alanlarında ortaya çıkmaktadır. Geçmiş dönemlerde, gazeteler
yayınlandığı anda bir önceki günün haberlerini aktarabilme şansına
sahipken, televizyonlar haber ve görüntüleri, yayın merkezine ulaştığı
anda izleyiciler ile paylaşabilmekteydi. Günümüzde, internet ortamında
yayınlanan gazeteler Web sayfaları aracılığı ile, televizyonlar da
canlı yayınlarla dünyanın herhangi bir yerinde meydana gelen olayları
anında okuyucu ve izleyicilerine aktarabilmektedirler.
Aktarılan
enformasyonun boyutu, içeriği, niteliği ve aktarılma biçimi klasik ve
yeni medya arasındaki farklılıkları belirleyen bir başka unsurdur.
Geçmiş dönemlerde gazeteler sadece yazılı ve görsel basılı
enformasyonu, yeni medya ortamı ise, aynı belge üzerinde hareketli
ve/veya hareketsiz görüntüleri, sesleri, filmleri, fotoğrafları,
grafikleri vb. metinlerle birlikte okuyucuları ile
paylaşabilmektedirler.
Dijital ortamın sağladığı bir avantaj olan ve
multimedya olarak adlandırılan bu süreçte çok daha fazla yazılı görsel
enformasyon okuyucuların hizmetine sunulmaktadır. Bu ortamın bir başka
özelliği de, kullanıcıların bir bilgiden diğerine rahatlıkla
geçebilmeleridir. İnternet ortamındaki gazetelerde yayınlanan haber ve
makalelerde kullanılan kaynaklara, web sitelerine vb. elektronik
bağlantılar kurulmakta, böylece okuyucunun bilginin gerçek kaynağına
ulaşması ve bunları gözden geçirmesi sağlanmaktadır. Ayrıca ilgili
makale ve yorumu yazan kişilerin e-mail adresleri ve erişim bilgileri
verilerek interaktif bir ilişki ortamı sağlanmaktadır (Brunson, 2001,
s.74). Böylece okuyucular konu ile ilgili diğer bilgilere, farklı
görüşlere anında erişebilmekte ve daha sağlıklı değerlendirme
yapabilmektedirler.
Yeni medya ortamının etkisi sadece gazetecilikle
sınırlı kalmamış, radyo ve televizyon yayıncılığında da büyük
değişimler yaratmıştır. Uydu, dijital ve dijital kablolu yayıncılığın
gelişimi ile birlikte yüzlerce televizyon, radyo yayınına
erişilebilmekte ve yayın sağlayıcıların oluşturmuş olduğu paket
programlar interaktif bir şekilde kullanıcılarla paylaşılabilmektedir
(Smith, 2002, s. 26). Bu devrimin etkisi, sadece daha fazla televizyon
ve radyo yayıncılığı anlamına gelmemekte, aynı zamanda eski dünyanın
tekli yayıncılık algılayışı yerine, seçime ve tercihe dayalı, daha iyi
bir yayıncılık ortamının gelişmesine olanak sağlamaktadır (Graham,
2002, s.30). Televizyon yayıncılığındaki gelişmeler bunun somut
göstergesidir. Yayın sağlayıcı kuruluşlar sinema, eğlence, spor,
belgesel, magazin vb. türü farklı farklı paket programlar hazırlayarak
bunları ilgili izleyici gruplarına pazarlamaktadırlar. Bu gelişim
izleyicileri kendi ilgi alanları doğrultusunda daha spesifik yayınları
izleme ve genel programlar dışında farklı seçenekleri değerlendirme
olanağı sağlarken, medya sektörünün gelirlerini artırma fırsatı
yaratmaktadır.
Bu süreci tanımlayan başka bir unsur da, bütün medya
türlerinin internet ortamında erişilebilir olmasıdır. Kısa bir süre
önceye kadar, gazeteler basılı olarak, radyo ve televizyonlar da kendi
araçlarıyla ayrı ayrı takip edilebilmekteydi. Bilişim teknolojilerinin
ve internetin gelişimi, bu üç medya türünü bilgisayar ortamında,
elektronik olarak erişim olanağı sağlamış ve bunları izlemek için
zorunlu araçlara olan gereksinimi de ortadan kaldırmıştır. Medya
türlerinin kendi ortamları dışında farklı araçlarla erişilebilir hale
gelmesi, doğal olarak onların geleceğinin yeniden tartışılmasına, hatta
bu teknolojilerin tek bir ortamda tanımlanması sürecini gündeme
getirmektedir. Gelecekte gazete, radyo ve televizyon yayınları belki
tümden ortadan kalkmayacak, hatta yayın formatları bile büyük ölçüde
korunabilecek, ancak onları takip etmek için gerekli ortam ve araçlar
tümden değişime uğrayacaktır.
Medya, bilişim ve dijital teknolojide
meydana gelene gelişmeler ve bunların yöndeşmesi, multimedya
uygulamalarında kendini somut bir şekilde göstermektedir. Multimedya
uygulamalarının etkisi medya faaliyetlerinin sınırlarını aşarak,
eğitim, pazarlama, bilgi aktarımı, tanıtım ve bilgisayar oyunları gibi
alanlara yayılmıştır. Multimedya eğitimde, uzaktan ve/veya CD tabanlı
eğitim programlarının hazırlanmasında, seminer ve konferans
metinlerinin yayınlanmasında etkin bir şekilde kullanılmaktadır (Şeker,
2005, s. 181).
Bununla birlikte iş çevrelerinin, ulusal ve
uluslararası düzeyde artan rekabet koşullarına ayak uydurabilmek için
daha fazla bilgiye gereksinim duyması, medya da dâhil olmak üzere bilgi
sahibi kişi ve kurumlarla daha fazla etkileşim içerisinde olmasını
zorunlu kılmaktadır. Bu da iş çevrelerinin medyaya olan ilgisini
artırmaktadır.
Elektronik yayıncılığının gelişiminin sağladığı en
önemli avantajlardan biri de, yayınların arşivlenmesi ve bunların
erişiminde ortaya çıkmaktadır. Klasik yayıncılık döneminde basılı,
sözel ve görsel alanlarda yapılan yayınlar ilgili kurumların
arşivlerinde ve/veya özellikle gazetelerde olduğu gibi enformasyon
merkezlerinde arşivlenmekte idi. Doğal olarak belgelerin arşivlenmesi
için çok fazla mekâna gereksinim duyulmakta, bu da ilgili kurum ve
kuruluşlarda birçok yeni yük anlamına gelmektedir. Ayrıca bu
yayınlardan herhangi birine erişim, ancak ilgili arşivlere gidilerek
hatta gerekli izinler alınarak sağlanabilmekte idi. Ancak dijital
yayıncılığın ve internetin gelişimi ile birlikte, gerek yayınların
arşivlenmesinde ve gerekse erişiminde, birçok yeni olanak ortaya
çıkmıştır. Yeni medya ortamında, ilgili kurum ve kuruluşlar çok daha
küçük mekânlarda ve elektronik ortamda yayınlarını
arşivleyebilmektedir. Bu da ekonomik anlamda önemli getiriler
sağlamaktadır. Elektronik yayıncılık, geçmiş dönemle kıyaslanmayacak
ölçüde, arşiv ortamındaki yayınların erişiminde de önemli avantajlar
sağlamıştır. Özellikle Google, Yahoo vb. gibi tarama motorları
aracılığı ile arşiv ortamındaki yayınlara anında erişilebilmekte, hatta
gerektiğinde konu ile ilgili diğer yayınlar da gözden
geçirilebilmektedir. Hâlbuki geçmişte basılı ortamdaki bir yayına
erişim için saatler ve hatta günler harcanmaktaydı.
İnternet ve
dijital yayıncılığın gelişimi özellikle basılı yayıncılığın farklı bir
boyuta taşınması ve işlevselliğinin artırılması açısından önemli
avantajlar sağlamıştır. Günümüzde gazeteler elektronik ortamda sadece
aynı formatta yayınlanmakla kalmamakta, NTVMSNBC, CNNTÜRK, CNN, BBC
vb.’inde olduğu gibi ana akım haber siteleri oluşturulmaktadır. Bu
haber siteleri ulusal ve uluslararası düzeyde meydana gelen olayları
anında okuyuculara aktarmaktadır. Ayrıca bu gelişmeler konulara göre
dizinlenmekte ve okuyucular da ilgili oldukları alanlara daha çabuk
yönelmektedirler. Yahoo, Google ve Alta Vista gibi oluşturulan indeks
ve gruplama siteleri de gerek güncel, gerekse geçmişe yönelik
enformasyonun anında erişimini olanak sağlamaktadır. Oluşturulan
tartışma siteleri hem medyanın kendi içerisindeki farklı yaklaşımların
ortaya çıkmasına, hem de okuyucuların bu alanda kendi görüşlerini aktif
bir biçimde yansıtmasını olanak sağlamaktadır (Kırçıl, ss.2-3)
Yeni Medya Düzeninin Sağladığı Avantajlar
Elektronik,
uydu ve dijital yayıncılık ile internetin gelişimi ve yaygınlaşması,
medya sektöründeki harcamaların azaltılmasında önemli rol oynamıştır.
Basılı, işitsel ve görsel medya klasik dönemde yayınlarının
erişebilirliğini sağlamak için insan gücünden teknolojik altyapıya
kadar çok geniş kapsamlı yatırımlar yapmak zorunda iken, günümüzde
sınırlı olanaklarla çok daha etkin yayıncılık yapma olanağına sahiptir.
Örneğin geçmişte ulusal (yaygın) gazetelerin toplam giderlerinin sadece
%40’ı haberi toplama, yazma ve kurgulamaya ayrılmaktadır. Geriye kalan
basım, pazarlama ve dağıtıma gitmekte olan %60’lık giderler ise,
çevrimiçi gazetecilik ile ortadan kalkmaktadır (Kırçıl, s.1). Yine aynı
şekilde radyo ve televizyon yayıncılığında uydu teknolojilerinin ve
internetin gelişimi ile birlikte, karasal ölçekli teknolojik altyapıya
olan gereksinim gittikçe azalmaktadır.
Yeni iletişim ortamının
sağladığı avantajlardan bir başkası da, yayınların erişilebilirliği ve
yaygınlaşmasıdır. Geçmiş dönemlerde, yaygın medya da dâhil olmak üzere,
yayınların erişilebilirliğinde belirli bir sınırlılık her zaman
mevcuttu. Günümüzde ise, yerel medya da dâhil olmak üzere, gerek
internet gerekse uydu üzerinden yayın yapan yazılı, işitsel ve görsel
medyaya uluslararası düzeyde erişilebilmektedir.
Her türlü medya
yayınının etkin bir şekilde izlenebilir olması sorgulama,
demokratikleşme ve daha fazla enformasyonu erişebilme olanakları
açısından önemli avantajlar sağlamaktadır. Okuyucu ve/veya izleyiciler,
geçmiş dönemlerde, olayları ve olguları, sınırlı yayınlar aracılığı ile
takip edebilirken ve çoğunlukla da tek yönlü bilgilenirken, günümüzde
ise erişilebilirlik ve takip edilebilirlik açısından çok daha fazla
yayın kuruluşuna ve buna bağlı olarak da enformasyonu erişebilir hale
gelmişlerdir. Bu gelişim sayesinde izleyiciler olay, olgu ve yorumları
farklı bakış açıları takip edip değerlendirebilmektedir. Ayrıca olay ve
olguların bazı kesimler tarafından manipüle edilmesine yönelik
çalışmalar engellenemese bile, doğrularının farklı kanallardan
öğrenilmesi çok daha kolay hale gelmiştir. Medya alanında yaşanılan
tekelleşmeye rağmen, toplumsal ölçekli farklı bakış açıları geçmiş
dönemle kıyaslanmayacak düzeyde kamuoyu ile paylaşılmaktadır. Bu da
medyanın demokratikleşmesinde önemli katkı sağlamaktadır. Bir başka
deyişle daha önceleri kendilerini medya aracılığı ile ifade edebilme
olanağına sahip olmayan birçok çıkar ve baskı grubu, internet başta
olmak üzere, yeni iletişim ortamı sayesinde görüşlerini kamuoyu ile
daha fazla paylaşabilmektedir.
Medyanın demokratikleşme yönündeki
çabaları, onun kendi kurumsal kimliğine de yansımış, bu alandaki klasik
merkezi yönetim uygulamaları, âdemi merkezi bakış açısı çerçevesinde
ele alınmaya başlamıştır. Yeni iletişim ortamının, medyayı birçok
merkezden yayın yapma olanağı sunması doğal olarak klasik merkezi
yönetim uygulamalarını güçleştirmiştir. Bununla birlikte medya
yayıncılığının, rekabet ortamının da etkisiyle, haberden ekonomiye,
spordan eğlenceye kadar hemen her alanda spesifikleşmesi, bu alandaki
yayınlardan sorumlu kişilerin yönetim düzeyinde daha fazla söz sahibi
olmalarını zorunlu kılmıştır.
Yeni iletişim ortamının sağladığı
başka bir avantaj da, yayın kuruluşlarına, farklı okuyucu ve izleyici
profiline uygun kanallara sahip olma ve bu çerçevede yayın yapma
olanağı sağlamasıdır. Birçok medya kuruluşu teknolojik olanaklar
sayesinde spor, haber, kültür vb. alanlarda uzmanlaşmış farklı yayın
kanallarına sahip olabilmekte ve ilgili alanlardaki ulusal ve
uluslararası her türlü etkinliği izleyicileri ile paylaşabilmektedir.
Teknolojik
gelişimin medya üzerindeki en önemli etkilerinden biri, yerel medyanın
gücünü artırması ve bu sayede bölgeye yönelik her türlü değerin ulusal
hatta uluslararası ölçekte erişilebilir hale getirmesidir. Klasik
medyanın etkin olduğu dönemlerde genellikle merkezden taşraya doğru tek
yönlü bir enformasyon akışı söz konusuydu ve bu da yerel ölçekli her
türlü haber ve olayların ikinci plana itilmesine neden olmaktaydı.
Merkezi bakış açısının ve ticari amaçlı kültürel değerlerin topluma
kabul ettirilmesi yönündeki bu çabalar doğal olarak yerel değerlerin
ikinci plana itilmesine neden olmuştur. Bu süreç günümüzde de daha
güçlü ve baskın bir şekilde devam etmektedir. Ancak yeni medya ortamı
bu gelişime dur diyemese bile, yerel değerlerin ve bakış açısının
ulusal hatta uluslararası ölçekte erişilebilmesine olanak
sağlamaktadır. İnternet ve uydu yayıncılığının birçok yerel medya
kuruluşunu ulusal hatta uluslararası ölçekte erişilebilir kılması, aynı
zamanda bölgesel ölçekli her türlü enformasyonu erişilebilir hale
getirmiştir. Artık buradaki temel sorun teknolojik yetersizlikler hatta
maddi olanaksızlıklar değil, bu bakış açısına sahip meslek insanlarının
ve kurumsal yapıların henüz yeterince oluşturulamamış olmasıdır. Bu
gelişim sağlandığı takdirde yerel her türlü değerin kamuoyunca
paylaşılmasına olanak sağlayacağı gibi, aynı zamanda bölgesel
sorunların kendi bakış açılarınca irdelenmesi ve kabul edilmesini de
gündeme getirecektir.
İnternet medyacılığı ile birlikte interaktif
kamuoyu oluşturma ve kullanıcı profilini saptama daha kolay hale
gelmiştir. Bu sayede karşılıklı etkileşim ve interaktif yayıncılık
ortaya çıkmıştır. Okuyucu ve/veya izleyiciler talep ve eleştirilerini
daha etkin bir biçimde iletebilirlerken, yayın kuruluşları da
kullanıcıların eleştirileri doğrultusunda yayınlarını daha fazla gözden
geçirme olanağını elde etmiştir.
Yeni medya düzeninin sağladığı
önemli avantajlardan biri de geçmişte olduğu gibi yayınlara eşzamanlı
erişme zorunluluğunun ortadan kalkmasıdır. Özellikle internet ve
teleteks yayıncılığı sayesinde okuyucu ve izleyicilerin herhangi bir
haberi kaçırma ihtimali hemen hemen hiç bulunmamaktadır. Ayrıca
bireyler, geçmişte hiçbir dönemde olmadığı kadar ülkenin ya da dünyanın
herhangi bir yerinde meydana gelen bir olayı ve bunlarla ilgili
değerlendirmeleri anında öğrenebilmektedirler. Üstelik bunu fazla bir
çaba sarf etmeden gerçekleştirebilmektedirler.
Haberin niteliğini
değiştiren internet, günümüzde medya çalışanının tanımını da
değiştirmiştir. Medya çalışanı, özellikle yönetici konumunda olanlar,
daha donanımlı olmak zorundadır. Sadece mesleki bilgi birikimi ile
değil, teknolojik donanımı ile de karar süreçlerinde etkin bir şekilde
katılmak ve çalışanları yönlendirme sorumluluğuna sahip olmalıdır.
Diğer taraftan televizyonu, radyosu, gazetesi ve internet sitesi olan
büyük medya grupları, elde etikleri her türlü enformasyonu bütün yayın
kuruluşlarında kullanabilmektedirler. Böylece, her bir yayın kuruluşu
için ayrı ayrı muhabir istihdam edilmesine çok fazla gereksinim
kalmamaktadır. Böylece medya kuruluşları, tek bir muhabir tarafından
sağlanılan her hangi bir haberi, bütün yayın kuruluşlarında
yayınlayarak daha az insangücü istihdam etmektedir. Buna karşın,
çalışanların emeklerinin aynı ölçüde karşılandığını söylemek pek
olanaklı değildir.
Yukarıda belirttiğimiz bütün gelişmeler
göstermektedir ki; yeni medya ortamı maliyetlerin düşürülmesinde önemli
rol oynamakta, buna karşın performansı sürekli artırmaktadır.
Teknolojik yöndeşme sayesinde, bütün medya ortak bir platformda
izlenebilmekte ve her türlü doküman herhangi bir sınır tanımadan, bir
ortamdan başka bir ortama elektronik olarak taşınabilmektedir.
Yeni Medya Düzeninin Dezavantajları
Yeni
medya düzeninin en büyük dezavantajlarından biri çalışanlar üzerinde
yarattığı baskıdır. İnternet ve uydu yayıncılığının gelişimi,
enformasyonun iletimi ve erişiminde birçok yeni olanak sağlamış, bu da
birçok kişi ve kuruluşun iş sahalarının daralmasına neden olmuştur.
Özellikle tekelleşme ile birlikte ortaya çıkan yeni süreçte, gazete,
radyo ve televizyon gibi birçok yayın aracına sahip medya
kuruluşlarının, elde ettikleri enformasyonu bütün yayın kuruluşlarında
kullanmaları, doğal olarak bu alanda çalışan meslek elemanlarının
sayılarında düşüşe yol açmaktadır. Medya çalışanlarının karşılaştığı,
belki de işsiz kalmadan daha tehlikeli olabilecek bir başka sorun da,
hemen her şeye reyting ve izlenebilirlik kapsamında yaklaşılması ve
meslek ilkelerinin göz ardı edilmesidir. Bu da meslek etiği
kurallarının çoğu zaman yok sayılmasına ve “daha fazla
izlenebilirliğin” temel ilke olarak ele alınmasına neden olmaktadır.
Bir başka deyişle daha fazla izlenme, aynı zamanda daha fazla reklam ve
kâr anlamına gelmekte, bu da ilkeli yayıncılığı ve meslek kimliğini
ikinci plana itmektedir.
Medya kuruluşlarının toplum üzerindeki
etkisinin gittikçe artması, ulusal ve uluslararası düzeyde faaliyet
gösteren güçlü ve tekelci konumdaki diğer ticari ve sanayi
kuruluşlarının ilgisinin medya üzerinde yoğunlaşmasına neden
olmaktadır. Bu kuruluşlar, var olan medya kuruluşlarını satın alarak ya
da yeni medya kuruluşları geliştirerek, bunu siyasi iktidarlar ve
toplum üzerinde baskı unsuru olarak kullanmakta, haberlerin iletiminden
bunlara yönelik her türlü değerlendirmelere kadar hemen herşey, büyük
ölçüde, medya sahiplerinin çıkarlarını destekleyecek şekilde ele
alınmaktadır. Ayrıca yine bu kuruluşlar, diğer alanlardaki ürün ve
hizmetlerinin reklâmlarını, sahip oldukları medya aracılığı ile
yürütmekte ve gerektiğinde diğer rakip firmalara karşı haksız rekabet
ortamları oluşturmaktadırlar. Bu gelişmeler, doğal olarak medyanın
kendi amaç ve hedeflerinden uzaklaşmasına neden olmaktadır. Bununla
birlikte kitle iletişim araçlarının, toplumsal gerçeklerden çok,
ekonomik ve siyasal gücü elinde bulunduran medya sahiplerinin
isteklerini yansıtan bir tavır içinde olması, medyanın geniş kitleler
üzerindeki etki ve saygınlığını azaltmaktadır.
Yeni medya düzeni,
her türlü enformasyonun erişim hızında ve miktarında daha önce hayal
bile edilemeyecek düzeyde olanaklar sağlamış, ancak bir takım sorunları
da beraberinde getirmiştir. Geçmiş dönemin yayıncılık anlayışında,
kamuoyuna aktarılacak enformasyonun yazı ve/veya yayın kurulları
tarafından gözden geçirilerek okuyucu ve/veya izleyiciye aktarılması
temel ilke olarak belirlenmişken, günümüzde ise, ilk önce duyuran ve en
hızlı olma anlayışı içerisinde hareket edilmektedir. Doğal olarak bu
uygulamalar, eksik hatta çoğu zaman yanlış enformasyonun kamuoyuna
aktarılmasına neden olmaktadır. Ayrıca bilişim teknolojilerinin,
enformasyonun iletiminde sağladığı kolaylıklar sayesinde, bazı kişi ve
kurumlar, olayları olduğu biçimden farklı biçimde, ya da manipüle
ederek aktarmaktadır. Bütün bu gelişmeler, gerek internet ortamından
gerekse medyadan gelişmeleri takip eden ve araştıran kişilerin, aynı
olaylar hakkında farklı enformasyonla karşılaşmalarına ve hangisinin
doğru olabileceği sorusunu gündeme getirmektedir. Bu ortamda kişiler ya
yanlış enformasyonu gerçek gibi kabul etmekte, ya da gerçeği öğrenmek
için daha fazla çaba sarf etmektedirler.
Günümüz medya yapısının en
önemli sorunlarından biri de, telif haklarının göz ardı edilmesi ya da
kaynak gösterilmeden yayıncılık yapılmasıdır. Birçok medya kuruluşu,
herhangi bir araştırma yapmadan ve muhabir göndermeden, ulusal ve
uluslararası medya kuruluşlarını izleyerek haber toplamakta ve herhangi
bir kaynak göstermeden bunu kendi araştırmasıymış gibi okuyucularına
sunmaktadır. Hatta bazen aynı konuda farklı kaynaklar tarafından
kamuoyuna iletilen haberler, yeniden değerlendirilerek özgün bir
habermiş gibi okuyucuya aktarılmaktadır. Bir başka deyişle özgün
olmayan, fakat internete bağımlı bir medya anlayışı gelişmeye
başlamıştır. Bu da doğal olarak telif haklarının çiğnenmesine ve emeğe
saygının göz ardı edilmesine, meslek ahlak ilkelerinin daha fazla
tahrip olmasına neden olmaktadır (Bengi, 2002, ss-2-3.). Medya
kuruluşlarının, herhangi bir çaba sarf etmeden haber toplamada elde
ettiği bu fırsatlar, aynı zamanda güçlü ülkelerin enformasyonunun
kamuoyuna aktarılmasına ve kendi ülkelerinin sorunlarının göz ardı
edilmesine neden olmaktadır. Medyanın kaynak göstermeden ve telif
ücreti ödemeden yayın yapması, gelirlerini bu kaynaktan sağlayan haber
ajanslarını zor durumda bırakmaktadır.
Yeni medya ortamının en büyük
dezavantajlarından biri de, yerel kültürel değerleri erozyona uğratması
ve bunun yerine tüketime dayalı kültürel algılayışı hâkim kılmasıdır.
Sinema filmlerinden dizilere, magazin programlarından eğlence
programlarına kadar birçok görsel program, bireylerin aile, toplum,
okul vb. çevrelerden edinmiş oldukları her türlü değeri yok etmekte ve
bunun yerine imaja ve markaya dayalı, tüketilmediğinde dışlanılan bir
algılayışı hâkim kılmaktadır. Bir başka deyişle, medya bireyin
kimliksel şekillenmesinde diğer toplumsal faktörlerin önüne geçmiştir.
Bu da doğal tüketime dayalı algılayışı ön plana çıkarmaktadır.
Sonuç ve Öneriler
Bilişim,
iletişim ve telekomünikasyon teknolojilerinin gelişiminin bir ürünü
olan “yeni medya” veya “internet medyası”, yukarıda da değinildiği
gibi, birçok avantaj ve dezavantajı bünyesinde barındırmaktadır.
Gelinen noktada, avantajlardan yararlanarak birçok dezavantajın
üstesinden gelme olanağı doğmuştur. Ancak güçlü sermaye olanaklarına
sahip tekelci medya karşısında, yerel ve gücünü okuyucudan alan
bağımsız medya kuruluşları, varlığını sürdürebilmeleri için hâlâ birçok
sorunun üstesinden gelmek zorundadır.
Yerel medyanın çok daha az
yatırımla, çok daha güçlü ve bağımsız bir gelişme gösterme olanağına
sahip olması ve Dünya’nın her yanından erişilebilir konumda bulunması,
bölgesel kültürel, düşünsel, sanatsal vb. değerlerin, ulusal ve
uluslararası ölçekte “bir değer olarak” sunulabilmesi olanağını
güçlendirmektedir. Yine aynı şekilde, yeni medya düzeni, yerel ve
bölgesel haberlerin ilk kez kendi kaynağından bu kadar güçlü bir
şekilde Dünya’ya duyurulabilmesine olanak sağlamaktadır. Yerel medya,
bölgesindeki eğitim kurumlarında, sivil toplum örgütlerinde vb. mevcut
nitelikli insanlardan yararlanarak, güçlü bir medya oluşturma fırsatı
yakalamıştır. Bu aynı zamanda, yerel düzeydeki entelektüel birikimin
ulusal hatta uluslararası ölçekte tanınmasını, görüş ve düşüncelerinin
bilinmesine olanak sağlayacaktır.
Yeni iletişim düzeninde, medya
kuruluşları daha fazla uzmanlaşmalı ve yayınlarını bu çerçevede
yürütmeli, belirli bir okuyucu kitlesine hedef almalıdırlar. Basılı,
görsel ve/veya elektronik olsun bilinçli medya izleyicileri, güncel
haberlerin yanında, daha fazla yoruma ve araştırmaya dayalı bilgilerle
ilgilenmektedir. Bu da belirli alanlarda uzmanlaşmış ve medya dışında
çalışmalarını sürdüren uzmanlardan yararlanmayı daha fazla gerekli
kılmaktadır. Nitekim güçlü medya kuruluşlarının haber, spor, kültür,
eğlence vb. benzeri gibi birçok farklı yayın kuruluşlarına sahip
olmaları veya bu yönde girişimde bulunmaları, önümüzdeki dönemlerde
spesifik yayıncılığın artarak devam edeceğini göstermektedir.
Medyanın,
toplumsal yaşamın bütün alanlarında güçlü bir baskı unsuru haline
gelmesi, diğer alanlarda faaliyet gösteren ve daha önce bu yönde hiçbir
etkinlik göstermeyen sermaye kuruluşlarının ilgisini bu alana
çekmiştir. Bu gelişim medyanın kurallarının ve değerlerinin gittikçe
aşınmasına neden olmakta, farklı yapılanmaları gündeme getirmektedir.
Meslek kuruluşları başta olmak üzere, bütün çalışanların bu olumsuz
gelişmelerin önüne geçmeleri ve etkin bir kamuoyu oluşturmaları
gerekmektedir. Yoksa medya sektöründe, önümüzdeki süreçte belirleyici
olan, meslek ilke ve değerleri değil, sermayenin gücü olacaktır.
Gelişme ve uygulamalar bunu somut bir şekilde göstermektedir.
Yeni
medya düzeninde, en fazla etkilenmesi gereken kurumların başında,
eğitim kurumları gelmektedir. Toplumun bütün bireylerini neredeyse esir
alacak düzeyde etkisi altına alan medya yayıncılığına karşı, bireyler
bilinçlendirilmeli ve “bilinçli medya okuryazarlığı” kavramı, bütün
eğitim kurumlarında güçlü bir şekilde ele alınmalıdır. Mesleki
formasyonu sağlayan bütün eğitim kurumlarının ders programlarında,
bilişim ve iletişim teknolojileri, bireyleri bu alanlarda
yetkinleştirecek düzeyde yer almalıdır. Çünkü günümüz medyasını en
fazla tanımlayan öğelerin başında teknoloji gelmektedir. Ancak
“teknolojinin” bir araç olduğu ve temel ilkenin, meslek olduğu
unutulmamalıdır.
Elektronik yayıncılığın gelişimi ile birlikte,
“enformasyon” kavramının belirleyici olduğu hemen bütün alanlarda,
“intihal” ve “telif hakları” en fazla kullanılan terimlerin başında
gelmektedir. Çünkü, internet ve elektronik yayıncılığının, bilginin
erişimi ve kullanımında sağladığı hız ve kolaylık, bireylere bunlardan
istedikleri gibi yararlanma ortamı sağlamaktadır. Bundan dolayı da
enformasyonu yaratan bireylerin hakları, çoğu zaman göz ardı
edilmektedir. Medya ortamında bu tür uygulamaların en aza indirgenmesi
için, meslek kuruluşlarının daha fazla çaba sarf etmesi ve bazı
yaptırımlarda bulunması gerekmektedir.
Bilgi: Gazi
Üniversitesi İletişim Fakültesi Öğretim Görevlisi Yrd. Doç. Dr. Mehmet
Toplu’nun 3 Mayıs 2008 tarihinde verdiği “Yeni iletişim
teknolojilerinin gelişimi ve medyanın dönüşümü” konulu seminer.