KÜLTÜREL YOZLAŞMA VE MEDYA
Kültürel değerlerin paylaşım ve kullanım alanlarının genişlemesi ise elverişli iletişim ortamlarının varlığı ile ilişkilidir.
Basit bir ilişkilendirmeyle
söylemek gerekirse insanların, yaşamlarını sürdürmek için yapıp
ettikleri her şey onların kültürünü oluştururken, her düzeydeki ve
biçimdeki paylaşımları veya etkileşimleri de iletişimi oluşturur. Bu
basit tanımlamalara göre bakıldığında, iletişim ve kültür birbirlerinin
bir yandan oluşturucu öğeleri, diğer yandan da yönlendirici,
biçimlendirici, geliştirici ve dönüştürücü araçları olarak işlev
görürler. Şöyle ki insanların ürettikleri değerlerin kültürel bir
nitelik kazanabilmesi için yaygınlık kazanması ve insan toplulukları
arasında ortak bir paylaşım alanı bulması gerekmektedir. Bu ise ancak
iletişim yoluyla gerçekleşir. Buna göre insanlar arasında çeşitli
biçimlerde ve çoğu zaman da birtakım araçlar yoluyla gerçekleştirilen
iletişim sayesinde üretilen değerler geniş topluluklar arasında
paylaşım ve kullanım olanağı bulur. Kültürel değerlerin paylaşım ve
kullanım alanlarının genişlemesi ise elverişli iletişim ortamlarının
varlığı ile ilişkilidir. Bu noktada akla kitle iletişim araçları
gelmektedir.
Bu anlamda tarih içerisinde şöyle bir geriye doğru
baktığımızda gördüğümüz şey sanayileşme, dolayısıyla da iletişim
teknolojilerindeki gelişmelerle kültürel süreçlerin işleyişi arasında
ne denli yakın ilişki olduğudur. Şöyle ki, feodal ilişkilerin geçerli
olduğu kapalı toplum yapılarının çözülme sürecine girmesi, dolayısıyla
da modernleşme sürecinin hız kazanmasında kitle iletişim araçlarının ne
denli etkili olduğu bilinmektedir. Baskı teknolojisindeki gelişmelerle
birlikte çok daha kolay ve hızlı basılan gazete, dergi ve kitapların
toplumun giderek daha geniş kesimlerine dağıtılması, buna bağlı olarak
birtakım özgürlükçü fikirlerin yayılması, kapalı toplumdan açık toplum
yapısına geçiş sürecinde önemli etkenlerden biri olarak
değerlendirilebilir.
Öte yandan geleneksel toplum yapısından modern
toplum yapısına geçilmesi, sanayileşme ve kentleşme sürecinde önemli
bir noktaya gelinmesi, burjuva liberal düşüncesinin yaygın olarak
benimsenmesi ve buna bağlı olarak da kapitalizmin gelişmesi kitle
iletişim araçlarının biçimlenmesine de ortam hazırlamış. Böylece kitle
iletişim araçları kapitalist sistem içerisinde yeniden biçimlenerek
kapitalizmin kurallarına uygun bir yapıya bürünmüşlerdir.
Kapitalist
sektör içerisinde yapılanan kitle iletişim araçları doğal olarak
içerisinde var oldukları ilişkiler içinde üretilen kültürel değerleri
yaymak, yerleştirmek ve pekiştirmek işlevini üstlenmişlerdir.
İçerisinde yer aldıkları sistem kitle iletişim araçlarını, dolayısıyla
da kitle iletişim kurumlarını ne denli beslerse, onlar da içinde varlık
kazandıkları ve yaşamlarını sürdürdükleri sistemi aynı oranda
beslerler. Bu karşılıklı beslenme ise daha çok kültürel ortamda
gerçekleşir.
Kitle iletişim araçları tarafından kuşatılmış günümüz
dünyasında ise işleyiş bunun çok daha ötesine geçmiş bulunmaktadır.
Yaşamımızın her kesitini kuşatmış olan kitle iletişim araçları, bugün
kültürü yalnızca yaymak ve yerleştirmekle kalmaz, onun üretimini de
gerçekleştirme noktasına gelmiştir. Dolayısıyla günümüzde kültür ve
iletişim arasındaki bu karşılıklı oluşturma ve besleme işleminin yerini
kitle iletişim araçlarınca, ticari piyasa ortamında üretilen ve
tüketime sunulan kültür ortamı almış bulunmaktadır.
O halde günümüz
dünyasında kültür açısından düşünüldüğünde kitle iletişim araçlarının
temel aktör haline geldikleri anlaşılmaktadır. Doğası gereği
insanların, kendilerine ait çeşitli yaşam düzlemleri içerisinde
ürettikleri kültürel değerler, bugün onlar için, başkaları tarafından
başka ortamlarda üretilmekte ve onlara sunulmaktadır. Dolayısıyla da
onların yaşamının dışında üretilen ve tüketime sunulan bu kültür dıştan
dayatmalı, sentetik bir özelliğe sahip bulunmaktadır. Ticari
kapitalizmin piyasa ortamında üretilen ve çoğunlukla da kitle iletişim
araçları kanalıyla insanlara sunulan bu kültürün, onun alıcısı
konumunda bulunan insanların ruh, duygu ve düşün dünyasını yansıtmak
yerine başkalarının, onun üretim süreçlerine egemen olanların dünyasını
yansıttığı bir gerçektir. Burada sorulması gereken asıl soru, söz
konusu kültürel üretimi kimlerin, neden, hangi amaçla yaptıklarıdır.
Bu
soru ışığında günümüz dünyasındaki işleyişe baktığımızda karşımıza iki
önemli sektör çıkmakta. Biri kitle iletişim araçlarının işleyiş
gösterdikleri iletişim sektörü, diğeri ise kültürel üretimin
gerçekleştiği kültür endüstrisi yada kültür sektörü. Her ikisi de
ticari kapitalizmin iki dev sektörü ve günümüz kapitalist dünyasının
büyük oranda da açıkça görünmeyen, soyut kesitini ayakta tutmaktadır.
Soyut kesiti diyoruz, çünkü gerek iletişim gerekse kültür belli ölçüde
maddi değer olarak yansımakla birlikte, daha çok da ruh, duygu ve düşün
dünyası içerisinde soyut değerler olarak üretilmekte ve tüketime
sunulmaktadır. Asıl önemli ve tehlikeli olan da bu boyuttur. Çünkü
üretim ve tüketim ortamında soyut biçimde varlık göstermeyen bu kesitin
sınırlarının belirlenmesi, dolayısıyla da demetlenmesi oldukça zordur.
Kapitalizmin
egemenlik alanının alabildiğine genişlediği günümüz dünyasında gerek
kültür, gerekse iletişim sektörü sınırlarını uluslararası düzlemde
genişletmiş ve küreselleşme sürecinin iki önemli kulvarı haline gelmiş
bulunuyor. Nitekim küreselleşmenin düşünsel boyutunun yerleşiklik
kazanması, küreselleşme içerisinde biçimlenen kültürel göstergelerin
yaygınlık kazanması, küreselleşme bilincinin zihinlere yerleşmesinin
temel zeminini kültür, yani piyasa ortamında oluşturulan adının başına
bazen kitle, bazen de popüler nitelemesini koyduğumuz egemen kültür
oluşturmaktadır. Söz konusu kültür ortamında oluşturulan göstergeler,
değerler, bilinç biçimleri, tavır, tutum ve davranışlar ise kitle
iletişim araçları yoluyla tüm dünyaya yayılmakta ve insanların
tüketimine sunulmaktadır. Bu da kitle iletişim araçlarının rolünün ne
denli önemli olduğunu ortaya koymaktadır.
Burada sorulması gereken
bir diğer önemli soru ise söz konusu kültürel ortamdaki üretim ve
tüketim faaliyetlerinin kimlerin öncülüğünde yada güdümünde
gerçekleştiğidir. Bu sorunun yanıtı basit. Günümüz kapitalist dünyasına
yön veren sermaye sahipleri bu yöndeki işleyişin de başını
çekmektedirler. Nitekim günümüz egemen kültürü ne denli yaygınlık
kazanır ve ne denli geniş kesimler tarafından kullanılırsa,
kapitalizmin baş aktörleri de o denli kendi çıkar dünyalarını
pekiştirir, kendi egemenliklerini yerleştirirler. Çünkü sistem onların
sistemi, onların hizmetinde olan, onların çıkarlarına uygun bir
işleyişe sahiptir ve zaten bütün kuralları ve kurumları onlar
tarafından belirlenmiş bir niteliğe sahiptir. Aynı şekilde kitle
iletişim araçları da yine aynı sermaye sahiplerinin elinde ve güdümünde
bir işleyiş göstermektedir. Burada Marx’ı anımsayarak söylemek
gerekirse üretim araçlarına kim sahipse üretim ilişkilerini o belirler,
dolayısıyla üretilen değerleri yine o kontrol eder. Günümüz kapitalist
sisteminde de ilişkiler bu biçimde sürdürülmektedir. Gerek kültür
endüstrisi gerekse kitle iletişim endüstrisi ortamında gerçekleştirilen
her tür üretim patronların denetiminde, ortaya konulan her tür değer de
onların hizmetindedir.
O halde kitle iletişim araçlarının kültürel
işlevlerine baktığımızda, özellikle günümüz dünyasındaki mevcut işleyiş
açısından durum son derece açık. Kültür endüstrisi ortamında üretilen,
insanların, kendi gerçek yaşamları içerisinde yeri olmayan birtakım
kültürel ürünler, büyük sermaye sahiplerinin mülkiyetindeki kitle
iletişim araçlarının aktarım ve sunum alanında insanlarla buluşmakta ve
onların yaşamına aktarılmaktadır.
Batı kapitalizminin güdümünde
sürdürülen günümüz küreselleşme ortamında ise söz konusu kültürel
üretim ve aktarım süreci insanların, içerisinde yaşadıkları kendi
gerçek dünyalarının ve kendilerine özgü yaşamların tümüyle uzağında,
olabildiğince dışında kalmaktadır. Kapitalist ülkelerin güdümünde
bulunan ikinci ve üçüncü dünya ülkelerini bu açıdan ele aldığımızda
durum son derece açık biçimde karşımıza çıkmaktadır. Gerek ekonomik
gerekse teknolojik olarak gelişimlerini henüz tamamlayamamış,
dolayısıyla da dışa bağımlı bu ülkeler bir yandan kültürel açıdan
batılı ülkelerin bombardımanına maruz kalkmakta, diğer yandan da kitle
iletişim kurumları açısından dış etkilere tümüyle açık
bulunmaktadırlar. Kitle iletişim araçlarının işleyişi için gerekli
içeriği kendileri oluşturmak yerine dışarıdan, yani batılı ülkelerden
her tür program alımını yapan ikinci ve üçüncü dünya ülkeleri,
dolayısıyla kültürel ürün ve değerleri de dışarıdan satın
almaktadırlar. Ticari kapitalizmin endüstri ortamında üretilen kültürel
ürün ve değerleri alarak, genelde de kitle iletişim araçlarının aktarım
ve sunum ortamında kendi toplumlarına empoze eden ikinci ve üçüncü
dünya toplumlarında, batının ticari ve de sentetik kültürel öğelerinin
istilasına uğrayan geleneksel kültürel ortamlar zaman içerisinde
özgünlüklerini yitirmekte ve yapısal dönüşüme uğrayarak başka bir şey
olmaktadırlar.
1978 yılında UNESCO bünyesinde hazırlanan bir raporda
da bu konulara dikkat çekilmekteydi. Mcbride Raporu olarak iletişim
literatürüne geçen bu raporda dünyanın tek yanlı bir iletişim ortamıyla
karşı karşıya olduğu, bunun da çoksesli bir dünyanın oluşması yönünde
önemli bir engel oluşturduğuna dikkat çekiliyordu. Teksesli bir dünyaya
doğru giden bu gidişin engellenmesi için de birtakım öneriler
yapılmaktaydı. Buna göre teknolojik açıdan geri durumda olan ve kendi
kitle iletişim endüstrilerini oluşturmakta zorlanan ikinci ve üçüncü
dünya ülkelerine batılı ülkelerce teknik destek verilmesi, ancak kitle
iletişim araçlarının içeriğinin oluşturulmasında yerel öğelerin ve
değerlerin ağırlıklı kullanılması önerilmekteydi. Diğer yandan ikinci
ve üçüncü dünya ülkelerinin toplumlarına, kendi yerel kültürel
öğelerini ve değerlerini batılı ülkelere aktarmaları için gerekli
alanların yaratılması, olanakların verilmesi de öneri olarak
sunulmaktaydı. Aksi takdirde teknolojinin yanında içeriksel aktarımın
da aynı biçimde sürdürülmesi durumunda gelecekte çoksesli bir dünyadan
söz edilemeyeceği yönündeki tehlikenin pek de uzak olmadığı
vurgulanmıştır.
Söz konusu raporun üzerinden otuz yıl geçmesine
karşın bugün gelinen noktaya bakıldığında durumun gerçekten vahim
olduğu görülmektedir. Bırakalım diğer ülkeleri, yalnızca Türkiye’deki
duruma bakıldığında bile, bugün söz konusu tehlikenin tam da içerisinde
yer aldığımız açık bir gerçek. Yüzlerce televizyon kanalı ve bir o
kadar da gazete ve derginin kitle iletişim sektöründe aktif olduğu
günümüz Türkiye’sinde özgünlükten söz etmek olanaksızdır. Maliyeti
düşürsün diye düşük fiyatlarla dışarıdan alınan kalitesiz programlar ya
da taklitleriyle doldurulan kitle iletişim araçlarının toplum için
nasıl bir kültürel hizmet yaptığını sormak bile anlamsız hale gelmiştir.
Diğer
yandan görünüşte çok sayıda olmakla birlikte birkaç patronun mülkiyet
alanında faaliyet gösteren kitle iletişim araçlarının yayın
politikalarına bakıldığında sahibinin sesinden başka bir şey
yansıtmadığı görülmektedir. Hatta bunun da ötesinde medya patronlarının
ilişki ağları, bağlantılı oldukları siyasi çevreler ve onlarla
kurdukları çıkar ilişkileri günümüz Türkiye’sinde medyanın içeriğini
belirleyen başat etkenler olarak dikkati çekmektedir. Bu da medyayı ya
da kitle iletişim araçlarını, asıl misyonları olan halkı aydınlatma,
bilgilendirme işlevinden uzaklaştırmakta, patronun sesi, patronun
çıkarları, patronun ilişkileri içerisine sürüklemektedir. Belli iş ve
siyaset çevreleriyle ilişkilenen medyanın haber ve bilgi kaynakları da
bu ilişkiler içerisinde biçimlenmekte. Dolayısıyla bazı medya
şirketleri için bazı haber ve bilgi kaynaklarına ulaşmak çok daha kolay
olurken, diğer bazıları için bu yöndeki ulaşım olanaksız hale
gelebilmektedir. Bütün bu ilişkiler de kitle iletişim araçlarının asıl
misyonlarını yapmak yerine, işleyişlerini, kendilerine belirlenen özel
misyon alanları içerisinde sürdürmeleri durumunu gündeme getirmektedir.
Buradan hareketle söylemek gerekirse bu sınırlılıklar, medyanın
misyonunun yeni koşullar içerisinde yeniden belirlenmesi vb. durumlar
medyanın kültürel işlevlerini de etkilemektedir. Buna göre günümüzde
kitle iletişim araçları insanların, kendi kültürel gelişimlerini kendi
özgün koşullarında sürdürmeleri için onlara katkı sağlamak yerine,
onları kendi özgün kültürel ortamlarından uzaklaştırarak yapay kültürel
ortamlara çekmek, dıştan dayatma birtakım kültürel değer ve öğelerle
donatmak, dolayısıyla da yabancılaştırmak gibi bir işlev üstlenmiş
bulunmaktadırlar.
Bu olumsuz gidişi engellemek için öncelikle
yapılması gereken şey kitle iletişim araçlarının içeriğini oluştururken
özgün kültürel kodları dikkate almak, yerel ve geleneksel kültürel
öğelerden yararlanmaktır. Diğer yandan kitle iletişim araçlarının
içeriği oluşturulurken medya patronlarının istekleri değil, toplumun,
halkın gereksinimleri dikkate alınmalıdır. Bu arada elbette dışa kapalı
bir sürece girilmesi önerilemez. Ancak dışarıdan alınacak malzemenin
yerel malzemeyle yoğrulması ve özgün bir senteze dönüştürülerek halka
verilmesi önerilebilir. Bu toplumda işlerlik gösteren medyanın,
öncelikle bu toplumun sorunlarına, koşullarına, ruh, duygu ve düşün
dünyasına duyarlı olması gereği unutulmamalı ve buna göre bir yayın
politikası oluşturulmalıdır. İnsanlar kitle iletişim araçları
dünyasında öncelikle kendilerini, kendilerine ait bir şeyler
görebilmelidirler. Kitle iletişim sektörü var olabilmek, yaşamını
sürdürebilmek için elbetteki kazanç elde etmelidir, ancak onu
kapitalizmin diğer sektörlerinden farklılaştıran temel noktanın kamusal
sorumluluk olduğu asla göz ardı edilmemelidir.
Bilgi: Gazi
Üniversitesi İletişim Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Nazife
Güngör’ün 7 Haziran 2008 tarihinde verdiği “kültürel yozlaşma ve medya”
konulu seminer.