Anayasa Değişikliği Ertelenmeli
Yüz Yüze Söyleşileri'ne katılan Hikmet Sami Türk ile Hüsamettin Cindoruk Anayasa değişikliği çalışmalarının ertelenmesini istediler.

Nilüfer Belediyesi, Uludağ Üniversitesi ve Bursa Gazeteciler
Cemiyeti’nin birlikte düzenlediği Yüz Yüze Söyleşileri’ne konuk olan
Eski Adalet Bakanı Hikmet Sami Türk ile Eskİ TBMM Başkanı Hüsamettin
Cindoruk , Türkiye’nin gündemindeki anayasa değişikliğine ilişkin
görüşleri ile önerilerini dinleyicilerle paylaştılar. Söyleşi
Bursalılardan büyük ilgi gördü. Kimi dinleyiciler basamaklara oturarak
veya giriş kısmında toplanarak söyleşiyi aylakta izledi. Türk ve
Cindoruk’un konuşmaları dinleyenlerin alkışları ile sık, sık kesildi.
Basın
Kültür Sarayı Uğur Mumcu Sahnesi’nde gerçekleşen söyleşinin
moderatörlüğünü Bursa Gazeteciler Cemiyeti Başkanı Nuri Kolaylı yaptı.
Kolaylı, konukları takdim ettiği kısa giriş konuşmasında, söyleşiye
katılmayı kabul ettikleri için konuklarına teşekkür ederken,
dinleyicileri de “Bursanın aydınlık insanları” diyerek selamladı ve Uğur
Mumcu Etkinlik Salonu’nu doldurarak söyleşiye gösterdikleri ilgi için
teşekkür etti. Kolaylı, son anda çıkan bir engel nedeniyle söyleşiye
katılamayan Prof. Dr. Yasin Aktay’ın “özür” mesajını da dinleyicilerle
paylaştı. Aktay mesajında, büyük heyecanla hazırlandığını ifade ettiği
söyleşiye, son anda çıkan ciddi bir engel nedeniyle katılamadığını
belirterek toplantıyı düzenleyen kurumlardan, katılımcılardan ve
dinleyicilerden özür dilediğini bildirdi.
HİÇBİR YERDE OLMAYAN BİR SİSTEM
Eski
Adalet Bakanı Prof.Dr. Hikmet Sami Türk, söyleşideki konuşmasına
“Türkiye’nin Birinci Meşrutiyet’le başlayan 137 yıllık anayasa
deneyimini” özetleyerek başladı. Türk, "Siyasi iktidarın anayasa
değişikliği arzusunu Türkiye’ye ve Türklere özgü bir başkanlık sistemi
belirliyor. Öyle bir sistem ki dünyada bir eşi benzeri yok. Ne Amerika
Birleşik Devletleri’ndeki kuvvetler ayrılığı ilkesini temel alan
sisteme, ne de klasik parlamenter sisteme benziyor. Anlaşılıyor ki,
başkana tek adam olarak her şeyi belirleme imkanı ve yetkisini tanıyacak
bir başkanlık sistemi istiyorlar” dedi.
Eski Adalet Bakanı Prof.Dr. Hikmet Sami Türk şöyle konuştu:
"Türkiye’de
iktidar partisi, 1876'dan beri sürüp gelen ve kimi geriye dönüşler olsa
bile, sürekli olarak parlamenter rejimi yerleştirmeye çalıştığımız uzun
yıllara dayalı deneyimi dikkate almak ve bundan demokrasinin güçlenmesi
için yararlanmak yerine, yalnız Amerika Birleşik Devletleri'nde, o da
federal yapılar, kurumlar ve dengeler sayesinde yürüyen, zaman zaman da
tıkanan ve sıkıntılar yaşayan; diğer taraftan ABD’nin idare ve hukuk
sistemine sahip olmayan ülkelerde demokrasi ile hiç uyuşmayan sonuçlar
verdiği bilinen bir sistemi Türkiye’ye getirmek için uğraşıyor.
ABD’deki
başkanlık sisteminde yasama ile yürütme kesin çizgilerle birbirinden
ayrılmıştır. Örneğin ABD Başkanı, hiçbir şekilde yasa taslağı sunmaz,
yasa önerisinde bulunmaz, önermeyi de aklından geçirmez. Çünkü bu iş
tamamen Kongre’nin işidir. Başkan, yalnızca Kongre’den geçen yasaları
uygulamakla yükümlüdür. ABD Başkanlık sisteminde bir kişi hem yasama
organının üyesi, hem de başkanlık sekretaryasının yani yürütme organının
üyesi olamaz. Hillary Clinton mesela, herkesin bildiği dışişlerindeki
görevine atanmadan önce New York Senatörüydü, ABD Başkanı’ndan o görevi
aldıktan sonra senato ile ilişkisini kesti. Bizde ise, bilindiği gibi
bir milletvekili hem milletvekili, yani yasama organı üyesi, hem de
bakan, yani yürütme organının bir üyesidir. Başbakan da, aynı zamanda
milletvekilidir. Başbakanlığı sona erdiğinde, eğer o dönemde de
milletvekili olarak seçilmişse, gider TBMM’deki koltuğuna oturur…
Siyasi
iktidarın başkanlık sistemine bakışının, ABD’deki sistemden çok farklı
olduğu da açıkça anlaşılıyor. Örneğin, iktidar Partisinin sözcüsü
Burhanettin Kuzu diyor ki: ABD Başkanı Kongre’de istediği veya gerekli
gördüğü bir yasanın çıkarılması için yalvarıyor! Biz, başkanımızı
elbette bu duruma düşürecek değiliz!
Ne demektir bu? Başkanlık
sistemi ile tamamen çelişen bir anlayışın dışa vurulmasıdır. Başkanlık
sistemini istiyorsanız, başkanın yasa çıkarma yetkisine sahip
olamayacağını da kabul etmek durumundasınız. Ama ne yapıyorlar?
“Başkanı o duruma düşürmek istemedikleri” için başkanlık kararnameleri
sistemini getiriyorlar.
Siyasi iktidarın, TBMM'nde dört siyasi
parti temsilcilerinin katılımıyla oluşturulan Anayasa Uzlaşma
Komisyonu'na Anayasa'nın 'Devletin Temel Organları' başlıklı üçüncü
kısmının 'yasama' ve 'yürütme' ile ilgili ilk iki bölümü için sunduğu
'taslak' olarak adlandırılacak metin incelenince önerilen model çok açık
şekilde belirmekte; bazı yönleriyle ABD'ndeki başkanlık sistemine
benzese de temel öneme haiz bir çok alanda ondan çok farklı bir
başkanlık sistemi ortaya çıkmaktadır. Amerika’da başkanlık sistemi tek
kişi, tek parti yönetimi değildir. Öyleymiş gibi sunulmak isteniyor, ama
ilgisi yoktur. "
Prof.Dr.Türk, sözlerini şöyle sürdürdü:
“Kanuni
Esasi’den bu yana 137 yıl geçti. Türkiye bu 137 senede 5 anayasa
yapmış, şimdi de 6. Anayasayı yapmaya çalışıyor. Her 22 seneye bir
anayasa düşüyor. Bu bir dünya anayasa rekorudur. Başka hiçbir ülkede
böyle bir duruma rastlayamazsınız. Bunun Türkiye’nin dinamizminden
kaynaklanması istenirdi, ama öyle değil. Dinamizmden kaynaklansaydı,
diyelim ki Büyük Britanya gibi anayasalarını hiç değiştirmemiş, hatta
bizim anayasamız anlamında hiç anayasaları olmamış memleketlerin
kıskançlık duymaları gerekirdi. Oysa, Türkiye’de bu kadar çok anayasa
yapma merakı dinamizmi değil siyasal bakımdan istikrarsızlığı
gösteriyor.
Örneğin, elimizdeki 1982 anayasası tam 18 kez
değişmiş. Bakıyorsunuz: Birinde bir, diğerinde iki, bir başkasında 5
maddesi değişikliğe uğramış, ama birinde de tam 18 maddesi birden
değişmiş. Toplamına baktığınızda, 1982 Anayasası dediğimiz anayasa metni
87 maddesinde değişiklik görmüş. Bugüne kadar 5 anayasa yapılmış
Türkiye’de, ama bir de bu tarafı var görülmesi gereken: Bir anayasada
bir kez değil, beş kez değil tam 18 kez değişiklik ve bir veya birkaç
madde değil net olarak 87 maddede değişiklik!..
Bazı maddelerde
birkaç değişiklik yapılmış. Temel hak ve özgürlükleri son derece
kısıtlayan 1982 Anayasası, özellikle Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin
onaylanması ile birlikte esas olarak değişti. Temel hak ve özgürlükleri
kısıtlayan yapısı tasfiye oldu. Sonrasında da özelikle yargı üzerinde
duruldu. Yargının tarafsızlığını zedeleyen, Hakimler ve Savcılar Yüksek
Kurulu’nda yürütmenin etkisini artıran değişiklikler yapıldı. Değişiklik
sonrası ortaya çıkan görünüm, değişiklik öncesindeki eleştkirilerin ne
kadar haklı olduğunu gösteriyor. Ama, aradan üç yıl bile geçmeden siyasi
iktidar, bir kez daha yargı alanında değişiklikler istiyor.
Türkiye
altıncı kez anayasasını değiştirirken, barolardan, siyasi partilerden,
sivil toplum kuruluşlarından v.b, hemen her kesimden görüşleri istendi.
Çok güzel! Olması gereken bu olduğu için çok güzel! Ama bugün, siyasi
iktidarın tutumu dikkate alındığında, iktidar sözcülerinin açıklamaları
dikkate alındığında hükümetin bir anayasa değişikliğinin değil, bir
rejim değişikliğinin peşinde olduğu daha fazla kuvvet kazanıyor.”
Prof.
Dr. Hikmet Sami Türk, konuşmasının devamında iktidar partisinin,
anayasanın özellikle “değiştirilemez” ve “değiştirilmesi teklif dahi
edilemez” maddelerini değiştirme arzusunun, başka hiçbir gerekçeyle
değil “rejimi değiştirme” ve “laik Türkiye’yi” tasfiye etme arzusuyla
açıklanabileceğini söyledi.
Eski Bakan Prof. Dr. Hikmet Sami
Türk; Meclis seçimleri ile başkanlık seçimlerinin eş zamanlı olarak
yapılmak istenmesini, Türk Milleti ve Türk kavramlarının kaldırılmak
istenmesini, milletvekili ve cumhurbaşkanı yemin metinlerinin
değiştirilmesini de bu arzuyu barizce ortaya koyan talepler olduğunu
ifade etti.
Hikmet Sami Türk, sözlerini şöyle tamamladı:
“İktidarın
başkanlık sistemi önerisinin, ABD'deki başkanlık sistemi ile adından
başka hiçbir benzerliği bulunmamaktadır. İktidarın istediği, başkana
tek adam yönetimi yetkileri tanıyan bir sistemdir. Öyle ki başkan,
ülkeyi başkanlık kararnameleri ile yönetebilecek, gerekli gördüğü zaman
olağanüstü hal ve sıkıyönetim ilan edebilecektir. Başbakan'ın bu öneriyi
'Türk sistemi' olarak nitelendirmesi boşuna değildir. Çünkü önerdikleri
sistemin dünyada bir benzeri daha yoktur.
Bu iktidarın rejimle
sorunu bulunduğu açıktır. Cumhurbaşkanı yemin metninde “Atatürk ilke ve
devrimleri”ni ve “Büyük Türk Milleti önünde namus ve şerefim üzerine”
gibi ibareleri çıkarttılar. Bunların yerine “mukaddesatım üzerine yemin
ederim” ibaresini koydular. Bunların her biri çok önemlidir ve
cumhuriyet rejimi bakımından çok da anlamlıdır. Mukaddesat, herkesin
kendine ait bir şeydir, ama namus ve şeref insanlığın ortak
değerleridir. Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığı herkesi bağlayan ortak
değir olduğuna göre mukaddesat üzerine değil, namus ve şeref üzerine ve
büyük Türk Milleti önünde yemin edilmesi rejimin temel felsefesinden
doğan bir durumdur.
Atatürk ilke ve inkılapları yeni anayasanın
metninde hiç olmayacak. İstiklal Marşı’nın milli marş ve başkentin
Ankara olduğuna ilişkin maddeler duracak mı, bilmiyoruz.
Anayasa’da
Türk milleti, geçmeyecekse, “Türk Milleti” anayasada kendine yer
bulamayacaksa, o zaman bu anayasa hangi millet için yapılıyor!
Anayasasına kendi adını koymayan bir millet olur mu?
Dünyanın
her ülkesi, o ülkedeki temel etnisitesinin adıyla anılır. Almanya
yalnızca Almanlardan, Fransa yalnızca Fransızlardan, İspanya da yalnızca
İspanyollardan oluşmuş değildir. Ama, temel unsur bunlardır ve bunlar
olduğu için bu ülkeler böyle adlandırılır.
Şimdi, İmralı’da
tartışılanlardan birinin bu olduğunu tahmin edebiliyoruz. Türkiye’nin
adı Türkiye olarak mı kalacak? Türk anayasasında Türklere Türk diyecek
miyiz, diyemeyecek miyiz, bilmiyoruz. Başbakan İmralı’da hükümet değil
devlet görüşüyor. Görüşmenin almacı da istihbarattır diyor. O zaman siz,
hangi devletin hükümetisiniz?
YENİ ANAYASAYA İHTİYAÇ YOK
Eski
TBMM Başbakanı, deneyimli hukukçu ve devlet siyaset adamı Hüsamettin
Cindoruk, söyleşisine Prof. Dr. Hikmet Sami Türk’ün “yeni anayasaya
ilişkin teknik ve hukuki konuları büyük açıklıkla ortaya koyduğunu”
hatırlatarak başladı. Cindoruk, bu nedenle işin teknik ve hukki
boyutları üzerinde durmayacağını belirtti.
Cindoruk, sözlerini şöyle sürdürdü:
Bu
anayasa gerekli miydi? Bu anayasaya, son yirmi yılda Türkiye’nin
gösterdiği siyasi dinamizmin, bizzat hayatın gösterdiği dinamizmin
yasalara ve anayasaya ,hatta rejime yansıması olarak bakılabilir mi?
İmralı’da devlet, “istihbarat amaçlı” görüşmeler yapıyormuş! Bu
görüşmeler yapılırken, iktidar partisi ile BDP, yeni anayasa konusunda
prensipte anlaşıyor. Pekiyi, bu iki parti yeni bir anayasayı yapabilir
mi? Yapabilecekler mi?
İstihbarat’a hiç gerek yok: Terör örgütü
bir takım gerçekleri çok açık söylüyor. Yalnız terör örgütü değil,
Başbakan’ın “terör örgütünün Meclis’teki devamı” olarak gördüğünü
söylediği BDP ve BDP’li siyasetçiler de açık söylüyor:
Özerk Kürdistan!
Açık
ve net olarak Özerk Kürdistan!.. Pekiyi o zaman, devlet acaba İmralı’da
hapiste yatan, hüküm giymiş ve toplumla her türlü ilişkisi kesilmiş
birinden hangi bilginin istihbaratını almaya veya öğrenmeye çalışıyor?
Onunla neyi görüşüyorlar? Özerk Kürdistan’ı mı, yeni anayasaya mı,
Tecrit edilmesini mi, hapishanedeki koşullarını mı? Bilmiyoruz!...
Bilinen
bir şey var. Başbakan’ın sözlerinden, açıklamalarından da anlaşılıyor
ki, sayın Başbakan’ın bu Cumhuriyet ile açıkça ihtilafı var. Türkiye
Cumhuriyeti ile açıkça ihtilaf halinde. Hatta başbakan ile, başbakanı
olduğu Türkiye Cumhuriyeti arasında “husumiyet var” da diyebiliriz.
Bizim
söylediğimiz şu. Hükümet anayasayı değiştirmek için yola çıktı, ama
bugüne kadar siyasi partiler arasında ve toplumun çeşitli kesimleri
arasında anayasanın nasıl olacağına ilişkin bir mutabakat, bir anlaşma,
bir ortak dil oluşmadı. O halde, gelin bırakalım bu yeni anayasa işini.
Biraz daha tartışmaya, biraz daha düşünmeye ihtiyacım var belki. Bu
hepimiz için iyi olabilir, sayın Başbakan için de iyi olabilir.
Aklıselim içinde durumu değerlendirmeye fırsatı olur hiç değilse. Bunun
da Türkiye için işin “normali” ve “olması gerekeni” olduğundan kimsenin
şüphesi olmasın!”
Konuşmasını anayasa kitapçığının giriş
bölümünden pasajlar okuyarak sürdüren Cindoruk, “Anayasa’nın önsüzünde
yer alan bu ifadelerin hangisine itiraz ediyorsunuz? Oradaki militarist
bir takım ifadeleri bir yana bırakalım ama özü konusunda, “Türk Milleti”
tanımı konusunda, 66. Maddede tarif edilen “Türk Toplumu” konusunda
itirazınız nedir?” diye sordu.
Cindoruk şöyle devam etti:
“Şunu
açıkça söyleyebilirim. Türk ırkçılığı hiçbir zaman olmamıştır. Biz
Türkler ırkçı değildik ve hiç olmadık, gerektiğinde ve ırkçılık başını
kaldırdığında ırkçılıkla (Merhum İnönü’nün Turancılık konusundaki
tutumunda olduğu gibi) mücadele de ettik. Ama Kürt ırkçıların, bizi
ırkçılıkla suçlamasına da izin vermeyeceğiz.
Hakları mı, elbette
vereceğiz. Dillerini mi konuşamıyorlar, elbette konuşmalılar! Nitekim,
bu hükümet bu konuda gerekli düzenlemeleri yaptı, yapıyor da. Eşit mi
olacağız, eşit olacağız! Zaten, eşit değil miyiz? Siyasi partiler
yasasına itirazınız mı var? Yeni bir siyasi partiler yasası yapalım,
seçim barajını da indirelim. Örneğin siyasi partilerin anayasa mahkemesi
tarafından kapatılması ile ilgili hükümler değiştirildi. Hükümet, belki
kendisine de dokunduğu için, ama Kürt politikacılardan gelen talebi de
dikkate alarak bunu yaptı. Hükümetin yedi bakanı Kürt kardeşlerimizden
oluşuyor. Kendileri ile iftihar ediyoruz. Bu ülkenin kalkınması ve
refahı için çaba harcıyorlar. Türkiye’nin maliyesinden, ekonomisinden,
tarımından sorumlu bakanları Kürt kadeşlerimizdir; ne güzel!
Türkiye’de
cumhurbaşkanlığı makamına, başbakanlık makamına, en yüksek askeri
makama hiçbir engel görmeden Kürt kardeşlerimiz oturmuştur. İsim vermek
gereğini duymuyorum, çünkü isim vermek bile bir ayırımcılıktır; Kürt
kardeşime haksızlıktır.
Şimdi , söyler misiniz: “Türk ırkçılığı” bunun neresinde?
TBMM
Başkanlığım döneminde, anayasa değişikliğinde mutabakat sağlamak
amacıyla siyasi partileri bir araya getirdim ve bu mutabakatı sağladım.
Bu çerçevede dönemin Halkın Emek Partisi (HEP) Başkanı Ahmet Türk ile de
görüşmelerim oldu. Sayın Türk’ün o zaman öne sürdüğü talepler, özerklik
bir yana bırakılırsa makuldu. Makul olduğu için, bazı itirazlar olsa
bile tüm siyasi partilerden karşılığını buldu. Şimdi, kişisel hak ve
özgürlükleri istenildiği kadar genişletelim, bu konuda ne gerekiyorsa
yapalım; ama herkes için yapalım. Silivri mahkemesinde mahkum olanlara,
orada süründürülenlere, Mustafa Balbay’a, Mehmet Haberal’a, tutuklu
gazetecilere de yapalım! Ortada bir haksızlık varsa, yalnız Kürtlere
yapılan bir haksızlık değil bu, hepimiz için ve herkes için haksızlık!
Ama geçmişte, şunlar, şunlar yapıldı; evet yapıldı ve yapılmıştır.
Yöneticilerin kusurudur, yasaların ve mahkemelerin eksiğidir, olabilir.
Bunları düzeltelim! Evet, düzeltelim, ama bunu herkes için yapalım!
Geçmişte
bana, size de yapılmış haksızlıklar vardır. İşte; Yassıada mahkemesinde
tutukluların haklarını savunduğum için Balmumcu hapishanesine
gönderildim elli yıl önce! Sonrasında da parti kapatmalar,
zincirbozanlar eksik olmadı hayatımızda. Şimdi bu haksızlıkları gördük
diye devletle kavga mı edelim? Devletin silahlı gücünü, emniyet gücünü,
yargısını toptan suçlayalım mı?
Onun için, bir şeyi istiyorsak,
yalnızca kendimiz için değil herkes için isteyelim. Her yerde klasik
milliyetçilik yurtseverliktir, vatanseverliktir. Hiçbir yurtsever bir
diktatörlük istemez, isteyemez. Çünkü diktatörlüğün her çeşidi
yurtseverliğin reddidir ve yurtseverleri ezerek işe başlar.
Biz
şunu söylüyoruz: Türkiye’nin yeni anayasaya ihtiyacı yok. Mevcut
anayasa ve anayasa gelenekleri içinde yenilenen bir anayasaya ihtiyacı
var. Bunu yapalım. Bir süre düşünmeye ihtiyacımız var. Düşünelim,
uzlaşalım ve yapalım.
Şimdi başkanlık sistemi deyince bu anayasa
değişikliği değil rejim değişikliği haline geldi. 23 Nisan 1920
Meclisi'nin ortaya koyduğu kuralları kurumları rejimi değiştiriyor. Tabi
o zaman ipler geriliyor. Anayasa komisyonu müzakereleri bu konunun
çözümüne doğru yol aldı. Ve Başbakan en son dedi ki 'bunu kabul ederler
etmezler biz kalanlarla yola devam ederiz.’
İşte bu olmaz. Buna
izin verilmez. Neden? Çünkü bu cumhuriyetin rejimini değiştirmek bu
meclisin, bugünkü TBMM’nin işi değildir. Bunu yapabilme hak ve yetkisi
Birinci Meclis’te kalmıştır; kalmalıdır da…
Bırakalım bu hak ve
yetki orada, olması gerektiği yerde kalsın! Çünkü kurucu irade odur.
Cumhuriyet’in temel dayanaklarına baktığımız zaman bunu görüyoruz
açıkça. Üç temeli var cumhuriyetin: 1-Ordu savaşmıştır cumhuriyeti
kurmak için, 2-Meclis anayasayı yapmıştır ve 3- Mustafa Kemal Atatürk
önderlik etmiştir… İşte, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu iradesi ve işte
o iradenin önderi! Başka bir önder aramaya gerek yok!
Gelin bu
anayasayı değiştirelim diyorlar. Değiştirelim de, hangi anlayışa, hangi
felsefeye göre? Siz önce bir karar verin: Şanghay mı, Avrupa Birliği
mi!
Avrupa Birliği ile Türkiye’nin aradığı uygarlık birliğidir,
yoksa çakma mallara dayanan gelişme değil ve kalabalık nüfusa dayanan
zenginlik hiç değil!
Türkiye yenilmiş bir devlet değil, ama
İmralı’dan Sevr’e varacak bir anlaşma çıkabilir. Denilecek ki; “Sevr’i
isteyen mi var? Doğrudur Sevr’i isteyen olmaz bu ülkede, ama bir masaya
oturmuşsunuz bir kere! Biz orada ne görüştüğünüzü, nereye varmak
istediğinizi bilmiyoruz. Fakat bu öyle bir durum ki, bir şey çıksa da,
çıkmasa da devlet kaybedecek olandır. Sonuçta sarsılacak ve bozulacak
olan devletin otoritesidir.
Bugün ne söylenirse söylensin, Türkiye bir başkanlık sistemine karşıdır ve ne söynirse söylensin Türkiye bölünmeye de karşıdır.”
Türk
ve Cindoruk’un konuşmalarını tamamlamalarının ardından dinleyiciler
çeşitli konulardaki sorularını yönelttiler. Söyleşi , Bursa Gazeteciler
Cemiyeti Başkanı Kolaylı’nın konuklara günün anısına hazırlanmış bir
plaketi takdimi ile sona erdi.
Nilüfer Belediyesi, Uludağ
Üniversitesi ve Bursa Gazeteciler Cemiyeti’nin kurumsal işbirliği ve
paydaşlığı ile gerçekleştirilen Yüz Yüze Söyleşileri, 27 Şubat 2013
Çarşamba günü Sayın KKTC Cumhurbaşkanı Derviş Eroğlu’nun konuk
olacakları “Müzakereler ve Türk Basını” başlıklı söyleşi ile devam
edecek.
Sayın Cumhurbaşkanı Eroğlu, bu söyleşi kapsamında saat
14.00’te Uludağ Üniversitesi Rektörlük A Salonu’nda önce Uludağ
Üniversitesi topluluğuna seslenecekler. Sayın Cumhurbaşkanı, saat
20.00’de de Basın Kültür Sarayı Uğur Mumcu Sahnesi’nde söyleşiyi
yineleyecekler.
Yüz Yüze Söyleşileri’nin 2013 programı, geçen
hafta, Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkan Yardımcısı Prof. Dr. Sencer
Ayata ile Milliyetçi Hareket Partisi Merkez Yürütme Kurulu üyesi Murat
Başesgioğlu’nun güncel politik konuları değerlendirdikleri “2012’den
2013 Çarşamba ’E Türkiye Siyaseti” başlıklı söyleşi ile başlamıştı.
Bursa Gazeteciler Cemiyeti’nin ön ayak olmasıyla başlayan Yüz Yüze
Söyleşileri, Bursa’da 2002 yılından bu yana yapılıyor. Nilüfer
Belediyesi, Uludağ Üniversitesi ve Bursa Gazeteciler Cemiyeti’nin
kurumsal işbirliği ve paydaşlığı ile gerçekleşen söyleşiler, Türkiye’de
bilim, sanat, basın ve siyaset alanlarında öne çıkan isimleri
Bursalılarla buluşturmayı amaçlıyor.
HİKMET SAMİ TÜRK ve HÜSAMETTİN CİNDORUK ÖZYAŞAM BİLGİLERİ:
HİKMET SAMİ TÜRK
1935
Of, Trabzon. 1954 yılında İstanbul Kabataş Erkek Lisesi'nden, 1958
yılında İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi'nden mezun oldu. 1964
yılında Köln Üniversitesi Hukuk Fakültesi'nde "Hukuk Doktoru" unvanını
kazandı. 1967 yılında Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Almanca
okutmanlığına,1968 yılında aynı fakültenin Ticaret Hukuku Kürsüsü
asistanlığına atandı. 1977 yılında "Üniversite Doçenti" unvanını
kazandı. 1988 yılında profesör oldu. 1995 ve 1999 Genel Seçimlerinde
DSP'den Trabzon Milletvekili seçildi. 30 Haziran 1997'de kurulan III.
Yılmaz Koalisyon Hükümeti'nde DSP'denİnsan Haklarından Sorumlu Devlet
Bakanı, 11 Ocak 1999'da kurulan IV. Ecevit Hükümetinde Milli Savunma
Bakanı ve 28 Mayıs 1999'da kurulan V. Ecevit Hükümeti'nde de Adalet
Bakanı olarak görev yaptı.
HÜSAMETTİN CİNDORUK
1933
yılında İzmir’de doğdu. Ankara’da Çankaya İlkokulunu, Atatürk Lisesi’ni,
ardından 1954’de Ankara Hukuk Fakültesi’ni bitirdi. Demokrat Parti,
Adalet Partisi, Demokratik Parti, Büyük Türkiye Partisi ve Doğru Yol
Partisi’nde İl Başkanlığı, Kuruculuk, Genel İdare Kurulu Üyeliği
görevlerinde bulundu. 1953–54 yıllarında DP’nin Gençlik Kolları Genel
Başkanlığını yaptı. 27 Mayıs’tan sonra Yassıada’da sanıkların avukatlığı
görevini üstlendi. Yüksek Adalet Divanı’na hakaret suçundan tutuklanıp
Balmumcu Sıkıyönetim Cezaevi’nde iki buçuk ay hapis yattı. 1983’de Büyük
Türkiye Partisi kuruluşunu organize ettiği gerekçesi ile Demirel ve
arkadaşları ile birlikte Çanakkale Zincirbozan garnizonunda dört ay
tutuklu kaldı. 14 Mayıs 1985 tarihinde Büyük Kongre’de Doğru Yol Partisi
Genel Başkanlığına seçildi. Genel Başkanlığı siyasi yasağı biten
Demirel’e devrettikten sonra 16 Kasım 1991–01 Ekim 1995 tarihleri
arasında TBMM Başkanı olarak görev yaptı.