Aydınlarla Yüz Yüze Söyleşileri’nde, “Seçimlere Beş Kala”…

Bu sayfa 2011-06-01 14:02:02 tarihinde yayınlandı ve 4174 kez okundu.

Bursa Gazeteciler Cemiyeti ile Nilüfer Belediyesi paydaşlığında gerçekleştirilen Aydınlarla Yüz Yüze Söyleşileri’nde yaklaşan genel seçimler konuşuldu.


Prof. Dr. Keskin:
Türkiye’de “İleriye Demokrasi”ye geçildiği öne sürülmekte. Hukuk devletinin ve demokrasinin evrensel kuralları, evrensel tanımı vardır. Kuvvetler ayrılığı ilkesi bunların başında gelir. Söylem bir tarafa bırakılır uygulamaya bakılırsa, Türkiye’de demokrasi ve hukuk devleti kurallarına uyulduğunu, bunların evrensel tarif içinde kabul gördüğünü söylemek çok zordur.
-Anayasa değişikliğinin seçimlerden sonra Türkiye’nin en önemli, en temel meselesi haline geleceği görülüyor. Umulur ki bu kez, anayasa konusu sivil toplum kuruluşlarının, baroların, üniversitelerin, sendikaların katıldığı bir süreç içinde ele alınır. Anayasalar toplumsal uzlaşmaya dayanmak zorundadır. Çoğunluğu ne olursa olsun hiçbir parti kendi başına anayasa yapamaz.
Hüseyin Gülerce:
-Önümüzdeki seçimlerin çok önemli bir özelliği var. Şunu rahatlıkla ifade edebiliyorum:  12 Haziran seçimleri Türkiye’de bundan önce yapılmış bütün seçimlere ve belki bundan sonrakilere de bedel bir seçimdir. Çünkü bu seçimler Türkiye’de hem darbeciliğe ve vesayet anlayışına son verecek, hem de toplumun temel ihtiyacı olan sivil bir anayasanın yapılmasına fırsat yaratacaktır.
-Ergenekon davası eleştiriliyor, hatta küçümseniyor. Bu davanın bir an önce tamamlanmasını, suçu olmayan insanların bir an önce haklarına kavuşmasını ben de çok istiyorum. Ama bu dava devam etmeli ve adil bir yargılama ile neticelenmelidir.  Bu olmadan, sivil irade üzerindeki tehdit sürüp gider ve demokrasi de, demokratik hukuk devleti de bu ülkede asla gerçekleşemez.
Avni Özgürel:
-MHP yöneticileri ile ilgili kasetler olayının iki tarafını birden görmek lazım. Bir tarafı, evet; birileri toplumu yeniden dizayn etmek istiyor.  Baykal’la başlayan ve MHP’ye kadar gelen kasetler süreci muhakkak ki bununla ilişkili. Ancak, unutmamak gerekir ki, bu hadiselerde kişilerin mahremiyetini tecavüz yalnızca işin bir tarafı. Baykal, CHP’nin başından kolay kolay gider miydi?
-Türkiye’de darbelerin ve darbeciliğin uzun bir tarihi var. İktidar olanlar da, muhalefette kalanlar da bu tarihin etkisinden kendini kolayca sıyıramıyor.  Çünkü güçlü demokratik alışkanlıklar ve güçlü bir siyasi uzlaşma kültürü geliştirememişiz.  Karşımızdakini dinlemiyor, anlamaya çalışmıyoruz. Türkiye’nin kazasız belasız bir seçim yaşaması bu yanıyla da çok önemli görünüyor bana.
***
Bursa Gazeteciler Cemiyeti ile Nilüfer Belediyesi’nin birlikte gerçekleştirdiği Aydınlarla Yüz Yüze Söyleşileri’nde 12 Haziran’da yapılacak genel seçimler ile seçimler öncesinde güncellik kazanan olaylar tartışıldı.
Basın Kültür Sarayı Uğur Mumcu Etkinlik Salonu’nda “Seçimlere Beş Kala” başlığı altında 26 Mayıs akşamı yapılan söyleşinin konukları Prof. Dr. Hakkı Keskin, gazeteci Avni Özgürel, gazeteci Hüseyin Gülerce’ydi.  Dinleyicilerin salonu tümüyle doldurduğu söyleşide “MHP’ye kaset komplosu”, “Ergenekon” ve “Balyoz” davaları, “Kürt sorunu” ve “Anayasa değişikliği”  gibi sorunlar, üzerinde en çok durulan konular oldu. Konukların görüşlerini yirmişer ve onar dakika olmak üzere iki turda dinleyicilerine aktardıkları söyleşi, Prof. Dr. Hakkı Keskin’in konuşmasıyla başladı ve iki saatte tamamlandı.
Prof. Dr. Hakkı Keskin konuşmasına, Bursa Gazeteciler Cemiyeti ile Nilüfer Belediyesi’ne teşekkür ederek ve yapılan türden etkinliklerin önemini vurgulayarak başladı. Türkiye’nin 12 Haziran seçimleri öncesinde dışarıdan görünüşünün pek iç açıcı olmadığını da ifade eden Keskin, “Türkiye’de ‘İleriye Demokrasiye geçildiği’ öne sürülmekte. Hukuk devletinin ve demokrasinin evrensel kuralları, evrensel tanımı vardır. Kuvvetler ayrılığı ilkesi bunların başında gelir. Söylem bir tarafa bırakılır uygulamaya bakılırsa, Türkiye’de demokrasi ve hukuk devleti kurallarına uyulduğunu, bunların evrensel tarif içinde kabul gördüğünü söylemek çok zordur” dedi.
Prof. Dr. Keskin sözlerini şöyle sürdürdü:
“Almanya’da bir söz vardır: Bisikletin tekerleğini icat etmen gerekmez! Çünkü bisiklet bir kere yapılmış; onu senin yeniden icat etmenin hiçbir anlamı yoktur. Aynı durum demokrasi, hukuk devleti, siyasi partiler, sivil toplum kavramları için de geçerli. Bunları Türkiye’de biz yeniden icat etmiyoruz. Evrensel, yani her yerde ve herkes için geçerli kuralları var bunun. Türkiye’de ayrı, İngiltere’de, Almanya’da, Fransa’da ayrı bir demokrasi ve hukuk devleti kavramı olmaz.
Pekiyi nedir bu kurallar? İşte, buraya gelirken yolda aldığım birkaç gazeteden birinin birinci sayfadaki bir başlığı: Parasız Eğitim Eylemcileri 14 Aydır Cezaevinde! Ne yapmışlar, “Parasız eğitim istiyoruz” diye bir pankart açmışlar! Bu çocuklar tutuklanmış ve yargılanıyor. Allah bilir, okullarından da atılmışlardır. Parasız eğitim isterim diye bir pankart açmanın bedeli ne kadar süreceği belli olmayan bir tutukluluk ve ne olduğu belli olmayan bir yargılama olamaz!  Bunu yaptığınız zaman, dünyada kimseye demokratlığınızı anlatamazsınız!
Gazeteci Nedim Şener ve gazeteci Ahmet Şık’ın tutuklu yargılanmasına ve Ahmet Şık’ın tutuklanmasına sebep olduğu anlaşılan kitabının hem yasaklanıp hem de imha edilmesine hangi demokratik hukuk devletinde rastlanır? Gazeteci Mustafa Balbay üç yıla yakındır tutuklu! Neden? Kaçabilir mi? Hayır! Yargılamaya ilişkin kanıtları karartabilir mi? Hayır! Evrensel hukuk kurallarından biri işte bununla ilgilidir. Eğer suç işlediğine ilişkin çok kuvvetli emareler yoksa, çok kuvvetli kanıtlar yoksa birisi tutuklanamaz! O zaman tutuklanır mı? Eğer yasadan kaçma, delilleri ortadan kaldırma olasılığı varsa evet!  Ama bu durum ne Şener ve Şık, ne de Balbay için geçerlidir. Yalnız adlarını andığım gazetecilerden de ibaret değil tutuklu gazeteciler;  farklı bilgiler verilse de, en  az 60 gazetecinin çeşitli sebeplerle tutuklu olduğu anlaşılıyor. Bunun Avrupa’da veya benim yaşadığım Almanya’da anlaşılması, kabul görmesi mümkün değil.  Pek çok eksiklikleri olabilir, beğenmediğimiz tarafları da olabilir ama Avrupa’da böyle bir şeyi kimse yapamaz!
Bir diğer şey: İnsanların özel yaşamlarının gizliliği, özelliği ihlal edilemez! Bir hukuk devletinden, bir demokrasiden söz ediyorsak en önemli kurallardan biridir özel yaşamın dokunulmazlığı, konutun dokunulmazlığı ve mahremiyetin korunması…  Deniz Baykal olsun, MHP’liler olsun besbelli ki, özel bir amaçla sürekli izlenmişler, evlerine iş yerlerine kayıt cihazları yerleştirilmiş, elde edilen bilgi ve görüntüler de,  belli bir amaca ulaşmak için kullanılmış, kullanılıyor… Bunu önlemekle yükümlü devlet, ilgili bakanlıklar, Başbakan ne yapıyor? Hiçbir şey! Başbakan, “Bu CHP’nin ve MHP’nin meselesidir” diyor. Sorumluluğu hükümetinin üzerinden atıyor. Bununla da kalmıyor, o silahı kullanarak CHP ve MHP’yi vurmaya çalışıyor. Ama bu olmaz! Devletin görevi nedir? Hukuksuzluğun üzerine gitmektir. Hukuksuzluğu kendi meselesi görmeyen bir hükümet olabilir mi? Cumhurbaşkanı, bu konuda daha farklı düşünüyor neyse ki…
Üzerinde durmak istediğimi bir konu da Hanefi Avcı olayıdır. İstihbarattan gelen, son olarak da Eskişehir’de emniyet müdürlüğü yapan Hanefi Avcı bir kitap yazdı diye tutuklanıp cezaevine kondu. Bir zamanlar bilgi almak amacıyla işkence yaptığı iddia edilen solcularla birlikte, örgüt üyesi olmaktan yargılanıyor.  Bir ülkede güvenilir istihbarat örgütüne, güvenilir bir emniyet örgütüne sahip olmak çok önemlidir. Ama bunlar yapıldığı zaman o kurumların güvenirliği de tehlikeye giriyor. İnsanlar kime güveneceklerini şaşırıyor veya hiç kimseye güvenmiyor. Güvensizliğin üzerine güven inşa edilemez ki! Bunların hepsi temel insan haklarına ilişkin durumlar. Bütün dünyada kabul edilmiş ve ne zamandır ihlali düşünülemeyecek kadar içselleştirilmiş kavramlar. Ama bizde ihlal edilebiliyor…
Demokratik bir hukuk devletinde Kuvvetler Ayrılığı  ilkesi, en olmazsa olmaz kuraldır. Pekiyi bizde kuvvetler ayrılığı ilkesi geçerli mi? Yargı, bakanlar kurulunu, başbakanı ve Meclis’in karar ve uygulamalarını denetliyor mu? Çok şüpheli! En azından ciddi kuşkular var. Başbakan ve kabine üyeleri birçok  kez yargının ellerini kollarını bağladığından yakınmışlardır. Sonunda,  Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’nda gelinen yer biliniyor.  Oysa demokrasinin “A”sıdır kuvvetler ayrılığı prensibi denilen ilke. Anlaşılıyor ki ve korkarım ki, bizim yöneticilerimiz hukuk devletinin temel felsefesiyle barışık değiller. Hukuk devletinin temel felsefesi kuvvetler ayrılığına dayanır. Bağımsız yargının pek tabii ki en asli görevi, yasama ve yürütmeyi denetlemektir. Bağımsız yargının “bağımsızlığı” bu özelliğinden gelir.
Basın özgürlüğü bakımından notumuz iyi değil; insan haklarında iyi değil; hukuk devleti bakımından da iyi değil, o zaman “İleri Demokrasi”ye nasıl geçmiş oluyoruz acaba?”
Hakkı Keskin, bir soru üzerine “Anayasa değişikliğinin seçimlerden sonra Türkiye’nin en önemli, en temel meselesi haline geleceği görülüyor. Umulur ki bu kez, anayasa konusu sivil toplum kuruluşlarının, baroların, üniversitelerin, sendikaların katıldığı bir süreç içinde ele alınır. Anayasalar toplumsal uzlaşmaya dayanmak zorundadır. Çoğunluğu ne olursa olsun hiçbir parti kendi başına anayasa yapamaz” diye konuştu.
EN ÖNEMLİ SEÇİM
Söyleşide Hakkı Keskin’den sonra söz alan Zaman gazetesi yazarı Hüseyin Gülerce,  12 Haziran’da yapılacak genel seçimlerin önemini vurgulayarak sözlerine başladı.
Gülerce, “Önümüzdeki genel seçimlerin çok önemli bir özelliği var. Şunu rahatlıkla ifade edebiliyorum:  12 Haziran seçimleri Türkiye’de bundan önce yapılmış bütün seçimlere ve belki bundan sonrakilere de bedel bir seçimdir. Çünkü bu seçimler Türkiye’de hem darbeciliğe ve vesayet anlayışına son verecek, hem de toplumun temel ihtiyacı olan sivil bir anayasanın yapılmasına fırsat yaratacaktır” diye konuştu.
Seçimlerin çok büyük önem taşıdığına ilişkin saptamasını tarihsel ve siyasal olaylardan örnekler vererek açıklayan Gülerce, şöyle devam etti:
“Ergenekon davası eleştiriliyor, hatta küçümseniyor. Bu davanın bir an önce tamamlanmasını, suçu olmayan insanların bir an önce haklarına kavuşmasını ben de çok istiyorum. Ama bu dava devam etmeli ve adil bir yargılama ile neticelenmelidir.  Bu olmadan, sivil irade üzerindeki tehdit sürüp gider ve demokrasi de, demokratik hukuk devleti de bu ülkede asla gerçekleşemez.”
Gülerce, dinleyicilerin sorularını yanıtlarken de, “12 Eylül askeri darbesinin sorumluları hakkında soruşturma açıldığına ilişkin” haberlerin basında yer aldığını belirterek, “İnşallah yargılanırlar” dedi. 
Gülerce, “Darbeciler devletin içinde. Devletle çalışmış olmak darbeci olunmayacağı anlamına gelmiyor. Hanefi Avcı’nın veya bir başkasının -isim önemli değil-, emniyet müdürü olması, istihbarattan sorumlu birimlerde çalışması darbecilikten muaf kalmasını sağlamıyor. Ama davalar adil biçimde görülüp sonuçlanmalıdır. Masum olanın masumluğu, suçlu olanın da suçluluğu ortaya çıkmalıdır.  Bugün için biz hepsine de “masumdur” diye bakmak durumundayız.  Bu yüzden kişileri suçlamak anlamak gelecek sözlerden kaçınırım” dedi.
“Kürt sorunu”na ilişkin bir soruyu da yanıtlayan Gülerce, şöyle konuştu:
“Kürt sorunu Türkiye’de en önemli sorun. Yalnız bu sorunun çözümünde üslup da, soruna yaklaşımın özü kadar önemlidir.  Dikkatsiz bir üslup sizi çözümden ziyade çözümsüzlüğe götürebilir. Bunun farkında olmak lazım. Kürt sorunu aynı zamanda Türk sorunudur ve üzerinde anlaşmaya varılmış sivil demokratik bir anayasa ile de çözülür. Ama hepsinden ve her şeyden önce kardeşlik duygusu gelir. Kardeşlik duygusunu yitirdiğimiz zaman, herhangi bir sorunu çözme imkanı kalmaz. Bu bakımdan milliyetçilik duygularını kaşımak bu sorunun çözümüne engel çıkarmak anlamına geleceği gibi bu topluma yapılacak en büyük kötülüktür de…”

TOPLUM MÜHENDİSLERİNİN İŞİ
Gazeteci Avni Özgürel, demokrasinin ve hukuk devletinin gereklerinin uygulanması ve bunun günlük yaşamda karşılığını bulmasının “kaide, kural meselesi olduğu kadar bir kültür, bir terbiye meselesi” olduğunu da ifade ederek başladığı konuşmasını şöyle sürdürdü: “Toplumda, ailede, işyerinde ne kadar demokratız? Ne kadar demokrasiyi yaşayabiliyoruz? Buradan başlayıp sorgulamak gerekiyor belki... Siyaset ve devlet ölçeğinde baktığımızda da, benzer bir durum görüyoruz.  İkinci Dünya Savaşı bitinceye kadar çok partili seçimler yok Türkiye’de. Bir iki deneme olmuşsa da, vazgeçilmiş. Tek parti kimi aday gösteriyorsa sandığa gidip onu seçiyoruz. Günümüzde de yazık ki çok farklı değil. Milletvekillerini biz seçmiyoruz. Bizim seçtiklerimiz veya seçtiğimizi düşündüklerimiz parti liderinin seçtiklerinden başkası değil. Pekiyi nasıl böyle olabiliyor? Bunu niçin kanıksıyoruz ve kabul ediyoruz.  Çünkü siyaset bir nimet dağıtma aracı olmuştur ve böyle görülmüştür. Böyle olduğu içindir ki, hep sorunludur, hep sancılıdır demokrasimiz.
Örneğin, 14 Mayıs 1950 seçimlerinde Demokrat Parti tek başına iktidar olmuş ama eski tek parti alışkanlığını –Ezan’ın Arapça okunması dışında- hemen her alanda korumaya devam etmiştir.
Avrupalı tabii ki anlamaz, anlamayacaktır. Mesela burada adama basın kartı veriyorsunuz,  o gidip uyuşturucu kaçakçılığı yapıyor. Avrupalının bunu anlaması mümkün değil. Böyle bir terbiye, böylesi bir görgüsü yok çünkü. Bir gazeteci son günlerde, merkez medyada darbecilik yaptıklarını yazıp çizince yüksek övgülere mazhar oldu. ‘Ne iyi adam! Ne cesur adam!’ filan dediler. Paçayı kurtarmasının başka yolu yok ki! ‘Biz devlet denince,  orduyu anlıyorduk. Meğerse bu arada biraz da darbecilik yapmışız!’ Buna inanacak biri çıkar mı? Bu önemli gazeteciler devlet nedir, demokrasi nedir, hukuk nedir bilmeyen adamlar olabilir mi? Nedir olan? Olan şu: Anayasa Mahkemesi’nin internette sitesine girip tarihzesine bakın! Şöyle der: 1961’e kadar egemenlik kayıtsız şartsız milletin değildi! Niçin? Çünkü bu tarihten önce Anayasa Mahkemesi yoktu! Yani ‘Ben varım’ diyor. Ben var olduğum için hakimiyet kayıtsız şartsız milletin oldu. Olmasaydım olmazdı…
Almanya İngiltere ile savaşa girdiğinde zengin Almanlar paralarını İngiliz bankalarında bıraktı. ‘İngiltere bir hukuk devletidir’ diye düşündüler.  Bir hukuk devleti ile kanun devleti aynı şey değildir. Hukuk devletinde sizin paranıza bir şey olmaz. Almanların paralarına da, iki devlet arasında savaş olmasına karşılık hiçbir şey olmadı. Çünkü orası bir hukuk devletidir.
Biz neyiz? Bir örnekle açıklayacağım: İstanbul’da,  4. Levent’te İETT’nin yeri vardı biliyorsunuz. İstanbul’da geniş bir arazi! Satalım burasını dediler, hatırlı aracıların zoruyla belki, bir alıcı da buldular Birleşik Arap Emirlikleri’nden.  Alıcı orada para kazanacağı bir yapı dikmek için harekete geçince, ortaya çıktı ki imar izni yok!..”
Konuşmasında kasetler konusuna da değinen Özgürel, sözlerini şöyle sürdürdü:
“MHP yöneticilerinin özel birtakım ilişkilerinin görüntülenip deşifre edilmesi iddia edildiği gibi, MHP geleneğiyle uzak yakın ilişki içinde olmuş kişilerin yaptığı bir iş olamaz. Buna inanmam, inanmak da çok zor. MHP’li değilim fakat kendimi Türk milliyetçisi olarak tarif ederim. Buna dayanarak söyleyebilirim ki,  kişilerin ayıplı hallerini yakalayıp bir de bunu dolambaçlı yolları kullanarak teşhir etmek, velev ki bir hesaplaşma içinde olsun, hiçbir milliyetçinin yapacağı şey değil.
MHP için uzun bir süredir her şey yolunda gitti.  Bir değişim yaşaması gerektiğinde Bahçeli’nin liderliğinde bunu başarıyla yaptı. Örgütsel olarak şiddet sarmalının dışına çıktı. İdam cezasının kalkmasına,  etnik ve dini farklılıkların siyasal ve kültürel haklar çerçevesinde tanımlanmasına,Türkiye’nin AB’yle tam üyelik müzakerelerinin başlatmasını sağlayan Helsinki Anlaşması’na onay verdi.  Bülent Ecevit’le ve Deniz Baykal’la iyi bağlara sahip oldu. Sonrasında da  demokrasi yolunda Türkiye’nin önüne döşenen mayınların kaldırılmasında Ak Parti hükümetine destek verdi.
Buraya kadar her şey iyi giderken, referandum döneminde ve sonrasındaki tutumu ve Deniz Baykal’ın beklenmedik şekilde CHP’nin başından uzaklaştırılması  MHP için her şeyi zorlaştırdı. Çünkü değişim konusunda ayak direyen tek parti olarak hedef tahtasına yatırıldı. Bahçeli,  değişimin Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin kararı olduğunu göremedi. Olup bitenler konusunda Okyanus ötesini ve Ak Parti’yi suçlaması da bundandır.
Seçimlerde ne olur? MHP’nin barajın altında bırakılmak istendiği çok açık, ama çok da zor. Barajı geçsin geçmesin, MHP’de duyguların değil aklın galip geleceğini ve partinin demokratik bir milliyetçilik temelinde kendini yeniden inşa edeceğine büyük ihtimal tanıyorum ben.
MHP yöneticileri ile ilgili kasetler olayının iki tarafını birden görmek lazım. Bir tarafı, evet; birileri toplumu yeniden dizayn etmek istiyor.  Baykal’la başlayan ve MHP’ye kadar gelen kasetler süreci muhakkak ki bununla ilişkili. Ancak, unutmamak gerekir ki, bu hadiselerde kişilerin mahremiyetini tecavüz yalnızca işin bir tarafı. Baykal, CHP’nin başından kolay kolay gider miydi? Herhalde gitmezdi. Siyasetin bir nimet dağıtma yeri olarak algılanması, siyasetçiyi geldiği yerden ne olursa olsun, kolayından uzaklaştıramıyor. Böyle bir musibet gerekiyor gitmesi için…”



ÜYELERİMİZE İNDİRİM YAPAN FİRMALAR

BGC üyelerine indirim yapan sağlık ve eğitim kurumları ile yapılan sözleşmeler yenilendi. devamı

BGC ÖDÜLLERİ SAHİPLERİNİ BULDU...

Bursa Gazeteciler Cemiyeti tarafından geleneksel olarak organize edilen “BGC Başarı Ödülleri Yarışması”... devamı

BİK GENEL MÜDÜRÜ DURAN: “BASINIMIZA KATKI İÇİN VARIZ”

Basın İlan Kurumu Genel Müdürü Rıdvan Duran, BGC Başkanı Nuri Kolaylı’yı Basın Kültür Sarayı’ndak... devamı

BGC ÖDÜL SÜRECİ BAŞLADI

Bursa Gazeteciler Cemiyeti tarafından her yıl geleneksel olarak organize edilen Gazetecilik Başarı Ödülleri Y... devamı

Marmara Bayram’ın konusu “Bursa turizmi”

Marmara Bayram Gazetesi’nde ana konu olarak “Bursa turizmi ve Bursa’nın bilinmeyen yöreleri” ele alınaca... devamı